Girişimci olma arzusu enteresan bir virüstür, uçuğa benzer. Asla tamamen iyileşmez, vücut güçsüz düştüğü anda ortaya çıkar. Böyle günlerimden birinde evde dolanırken bir kitap buldum.
Adı
Girişimcilik Tutkusu, Sistem Yayınlarından çıkmış. Orjinal adı:
The E-Myth Revisited: Why Most Small Businesses Don't Work and What to Do About ItKüçük bir işim olsun, başında olayım, patronla saatle uğraşmadan para kazanayımcıların mutlaka okuması gereken önemli bir kitap.
Kitap öncelikle bazı yanılgılarımızı ortaya koyuyor. Kimdir bu girişimci? Enerjik, dinamik, para kazanmaya odaklanmış parlak bir genç mi? Girişimci diye ayrı bir insan türü var mı? Michael Gerber diyor ki, hayır. Küçük iş kurmayı seçen insanlar genelde bu işi iyi bilen, daha önce maaş karşılığı çalışırken şimdi neden olmasın diye kendine sorarak bu işlere girişen insanlardır. Kısacası kendi işini kuranlar genelde teknik adamlardır. İşin nasılını en iyi bilen kişilerdir. İster bilgisayar programcısı olsun, ister elektrik teknisyeni olsun, ister ahçı olsun farketmez. Bu insanların hepsi çalışmayı ve üretmeyi seven, bununla mutlu olan, yetenekli bireylerdir ve iş kurmalarındaki temel amaç, ıvır zıvırla uğraşmayı bırakıp kendilerini işlerine yani en iyi bildikleri ve yaptıkları şeye odaklayacak olmalarıdır.
Küçük işletmelerin büyük bir çoğunluğu ilk yılda, kalanlar ikinci yılda iflas ediyor. Beş yılı sağlam bir şekilde çıkaranlarsa azınlık. Kitap bunun sebepleri üzerinde durarak görünen köyü bize göstermeye çalışıyor. (Okumadan da aynı noktaya gelmemiz mümkün ancak bir kaç kere iş batırmış olmamız lazım ki hiçbir teori deneyimin yerini tutamaz.)
Neden batıyor işletmeler, neden heyecanlı ve enerjik teknik adamımız birinci yılın sonunda yeter diye bağıracak noktaya geliyor? Öncelikle tekniker olarak yola çıkan kişi, işi en iyi bilen olarak işi kendisi yapmak istiyor. Diyelim pasta yapmayı seven birisiniz, pasta yapamayacak olduktan sonra neden pastane açasınız ki? Sorun burda başlıyor. Siz mutfakta mutlu mesut pasta yaparken birinin işi yönetmesi, eleman alması, hesapları tutması, müşteriyle ilgilenmesi, vergileri ödemesi, nakit durumunu analiz etmesi, ortalığı temizlemesi... gerekiyor. Canım tutarım bir muhasebeci, alırım bir temizlikçi düşüncesinin de doğru olmadığını söylüyor. Böyle böyle dayağı yiyormuş girişimciler. Çünkü patron denilen kişinin her işi harfiyen bilmese de denetleyecek kadar bilmesi gerekiyor. Yoksa bir takım insanların sözüne güvenmek durumunda kalıyorsunuz ki çok geç olana kadar kazığı görmemek mümkün.
Teknik adam genelde işle meşgul olduğu için hedefler ve amaçlar konusunda da uğraşacak vakti olmuyor. Diyelim pasta işindesiniz, ne kadar müşteri hedeflediniz, ne kadar zamanda? Yeni pasta trendleri nelerdir, müşteriler neden geliyor, neden gidiyor? Bununla da ilgilenecek biri lazım. Kim? Patron tabi.
Bir diğer mesele istikrar. O dükkana her geldiğinizde aynı şeyler oluyor mu? Pasta hep lezzetli mi, kapıdaki kız gülüyor mu? Siz tatile gittiğinizde ne oluyor, dükkanı kapatıyor musunuz?
Yönetici, Girişimci, TeknikerDiyor ki Gebher, eğer iş kuracaksanız size üç kişilik lazım. Bu üç kişilik de içinizde mutlu mesut yaşayabilmeli, yeri gelince dümenin başına geçebilmeli. Birincisi tekniker, çünkü o yoksa iş de yok, üretim de yok. İkincisi yönetici, bu elemanları alacak, organize edecek, işlerin belirli bir zamanda bitmesinden sorumlu olacak, Üçüncüsü girişimci, hedefleri koyacak, işi o hedefe doğru yönlendirecek. Patronun içinde girişimci yoksa, patronun tekniker kişiliği ölene kadar çalışıp üretmeye devam ediyor, kendini tüketene kadar. Sadece girişimci varsa zaten satacak ürün yok. Girişimci ve tekniker beraber de yetmez birinin işlerin bittiğini görmesi lazım, para giriş çıkışlarına bakması lazım. Özetle kitap diyor ki, benliğinizde bu üç kişilik aynı anda varolmadıkça işiniz iş.
Sadece işi bilmek yeterli değil. İnsanın iş kurmaya niyeti varsa yüklü bir eğitime hazırlıklı olması gerekiyor. Teknik bilgisine, yöneticiliği ve girişimciliği de eklemesi önemli. Kitabı okudukça ve yakın çevremle paylaştıkça tanıdığımız bildiğimiz işletmelerden örnekler bulduk. Bir tanesi manikür konusunda uzmanlaşmış bir hanım. Kendi dükkanında deliler gibi çalışıyor, kimseyi kırmak istemiyor, kendi işi, başından bir an ayrılamıyor. Tatile gitmesi dükkanın kapanması demek. Biraz dinlense çevresine baksa, bir kuaförle anlaşsa ufkunu genişletip kar marjını arttırabilir ancak çalışmaktan buna fırsatı yok. Bir başka işletmenin çok sevimli ve yaratıcı bir patronu var, gözler daima ufukta, en son gelişmeler nedir, kim ne yapıyor, hedefimiz neresi biliyor. Teknik konuda iyi ve iyi teknik adamları da çevresine topluyor. Ancak yöneticiliği ihmal ettiği için işler asla bitmiyor, yetişmiyor. Kaliteli olsa dahi zamanında değil ve tamamen kişilere bağlı yürüyor. Örnekler çok.
Bu kitabı iş kurma hevesi olan herkese öneririm. Zorluklardan korkmamak lazım. Diğer insanların deneyimlerinden faydalanmak lazım. Girişim virüsü insanı heyecanlı ve dinamik yapıyor olabilir, ancak uçuruma körleme atlamaya gerek yok. Aman uçuruma düşerim korkusuyla hiç hareket etmemenin de anlamı yok. Olumsuzluk şerbeti içmeye gerek yok.
Eğer iş sağlamsa, fikir iyiyse, siz de çalışkan ve öğrenmeye açıksanız neden olmasın? Yeter ki kalıplara saplanmayın, ben teknik adamım ne anlarım hocadan, ne anlarım kocadan moduna girmeyin. Yöneticilik ya da girişimcilik doğuştan gelen yetenekler değiller. İnsan kendini geliştirmekten vazgeçmedikçe, öğrenmeyi sevdikçe kendi öz yeneteklerini keşfedip olduğunu sandığı insandan farklı biri olduğunu görebilir.
Nerde hareket, orda bereket.
Bu yazı en sevdiğimiz girişimci arkadaşlarımıza adanmıştır. Onlar başarılı olup bize sponsor olacaklar inşallah.
Yazarı ben değilim, kendiniver.blogspot.com adresinden alıntıdır.