"İnsanlar artık, büyük ulusal bütünleşmelerden çok, kendi yaşamlarına ve çevrelerine dair konular çevresinde birleşecek.”
Ben ne bir ekonomist, ne de bir akademisyenim… Ancak “gelecek” dendiğinde gözümde canlanan gerçek bir mozaik. Bu mozaiğin her parçası diğerine benzemiyor, renkleri, biçimi kendine has... Ama bu parçaları bir araya getirdiğinizde, işte o zaman inanılmaz güzellikte bir bütünlük oluşuyor.
Bunun karşısında, iş dünyası da dâhil olmak üzere, uzun yıllar boyunca bütün dünyayı kalın ve son derece belirgin çizgilerle kurduğumuzu ve ayırdığımızı düşünüyorum. Ülkeler, uluslar, sınırlar... Aynı durum ülkelerin kendi içinde de geçerli tabii: Örneğin Türkiye’de, Ankara, İstanbul ve diğer şehirler birbirinden ayrılmış durumda. Bu durum, geçtiğimiz 2-3 yüzyılda, yeni bir oluşumun sağlığı açısından çok önemliydi. Ancak artık bugün, içinde bulunduğumuz bu yapı, iş dünyası üzerinde giderek eskiyen ve hızla değişen milliyetçi bir bakış açısı haline geldi. Bugün artık, pazarı ulusal gözlerle anlama çabasından, işe yarar sonuçların çıkması pek mümkün değil. Başka bir analiz yolu aramak ve bulmak gerekiyor.
Çünkü insanlar artık, büyük ulusal bütünleşmelerden çok, kendi yaşamlarına ve çevrelerine dair konular çevresinde birleşecek. Yaşam tarzlarına odaklanacaklar. Bu yeni yaşam tarzıyla birlikte, yeni bir ilişkiler ağı oluşacak. Kendi yaşamları konusunda, deyim yerindeyse, “uzmanlaşacaklar”. Ancak bu durum, tamamen bir kopuş, insanların birbirinden tamamen ayrılması olarak algılanmasın. Bu farklılaşmalar, yeniden birleşmeleri getirecek.
İnsanlar, diğer insanlarla aralarındaki “benzerlikler” üzerinden değil, sahip oldukları “farklılıklar” üzerinden kendilerini tanımlayacak ve ilişkiler kuracak. Bu dönemi “parçalanma” dönemi olarak tanımlayabiliriz. Bu değişimden şehirler dâhil olmak üzere her türlü yerleşim birimi etkilenecek. Şehirler birbirinden tamamen farklılaşacak. Şehirlerin içerisinde belli bölgeler de birbirinden farklılıklar gösterecek. Benzer farklılıkları tercih eden insanlar, şehir içinde birbirine yakın yerlerde yaşamaya başlayacak.
İnsanlar şimdiye kadar büyük ya da küçük, bir biçimde bir aile içerisinde büyüdü ve yaşadı. Bu nedenle sınırların oluşumunda coğrafya kadar, aile kurumunun da büyük önemi vardı. Bunların her ikisi de “aidiyeti” belirtiyordu. Bunun sahibi kim? Burası kime ait? Ancak bunların hepsi parçalanıyor, anlamlarını kaybediyor. Küresel yapı içerisindeki insanlar, aralarında herhangi bir sınır hissetmiyor. Modanın, finansın herhangi bir sınırı yok. Bu, tabii ki ulus devlet anlayışının ayakta kalmasını zorlaştırıyor.
Avrupa’daki birçok büyük şehirde insanların yüzde 44’ü yalnız yaşıyor. İnsanlar, şimdiye kadar düşündüğümüz, aile-ulus üzerine kurduğumuz düzen içerisinde yaşamıyor. Başka bir biçim almış durumda. İyidir ya da kötüdür demiyorum. Ama ilginç. Eğer bir işadamı ya da işkadını iseniz bunu anlamak zorundasınız. Şimdiye kadar büyük önem ve değer atfettiğimiz şeyler temelden sarsılıyor. İş sahipleri, ancak iş yerlerinin sahibi konumunda. Ondan ötesi tamamen müşteri ya da hatta çalışan olarak tanımlanan insanların elinde. Aidiyet ya da sahip olma durumu, günümüz iş dünyasının belki de yegâne krizi.
İçinde bulunduğumuz sonsuz benzerlikler, yaratıcı niş alanların oluşmasını zorunlu hale getiriyor. Belki de niş alanların iş dünyasının bir tür içgüdüsel tepkisi olduğunu söyleyebiliriz. Birçok farklı ürün alanında; teknolojide, yayınlarda vb. çok farklı yaşam tarzlarını ortaya koyan ürünlerle karşılaşmaya başladık. Bu, çok güzel bir şey. Bireyleşmeyi, kişiye özel hale gelme eğilimini gösteriyor. Sonuç olarak da birçok büyük sanayi dalında, giderek artan bir oranda küçük segmentler oluşmaya başladı. Ayrılmanın giderek artacağını söylemek de hiç zor değil.
Kaynak: KobiFinans Dergisi 19. Sayı