Yaşamınızda sürekli bir sıkıntı, panik, öfke ya da depresyon halinde olmadan bir zorluğun, sorunun üstesinden geldiğinizi ya da bir engeli aştığınızı hayal edin.
O zaman mutlu olur muydunuz?
Peki sorunları, çatışmaları, zorlukları karşılama, ele alma ve/veya halletmeye çalışma becerisi, mutluluk seviyenizin yükselmesinde hiç rol oynuyor mu?
Kendini geçindirecek birine sahip olma lüksünü yaşayan bir kadınla tanıştım. Böylece, evde kalabiliyor, dinlenebiliyor, yenilenebiliyor ve yeniden enerji depolayabiliyordu.
Ne var ki bu kadın, zamanını neyin yanlış gidebileceği konusunda endişe du**** geçiriyordu. Zamanı takdir etmekten ve ondan zevk almaktan yoksundu. Düşünceleri, aslında zevk ve tatmin duygularını körleştirmişti.
Kadın, konuşmamızın ardından, farkındalık seviyesinin mutluluğu reddettiğini anladı. Bu yüzden, elindeki imkanlar, kadının kendinden zevk alma duygusunu artırmak için bir neden ya da uyarıcı işlevi görmüyordu.
Daha sonra, çok zor zamanlar atlatmış olan bir adama rastladım. Aile üyeleriyle mutsuz ilişkileri olmuş, bir finansal kriz atlatmış ve işvereni ve iş arkadaşları ile birlikte çok zor günler geçirmişti.
Herhangi biri onun çok mutlu ve minnettar olduğunu düşünebilirdi; ama davranışı ve konuşmaları, mutlu ve minnettar bir ruhtan ziyade neşesi kaçmış birini yansıtıyordu.
Umutsuzluk ve üzgünlük içinde yaşıyordu. Krize odaklanmaktan rahatsızdı.
Hediyeler almıştı; ama bunları anlama konusundaki eksikliği, duygularını ve farkındalığı yanlış kullanmasıyla birleşerek, onu pek çok olumlu deneyimle bağlantı kurmaktan alıkoydu.
Eminim, bedenimizin, inançlarımızın kusursuz dengi olan bir kimya ürettiğini bilseydik, çoğumuz, geçmişimizdeki tamamlanmamış işle uğraşır ve duygusal esneklik geliştirirdik.
Bilim, şu anda, şifacıların ve gizemcilerin yüzyıllardır bildikleri birşeyi belgelendiriyor: Öğrendiğimiz ya da kazandığımız inançlardan daha fazlasıyız.
Bedenimizin her bir hücresiyle var olduğumuzu bilmek, bizi iyileştirecek güce sahiptir.
Öfke, kıskançlık, endişe, suçluluk ve nefret gibi yaşamı yadsıyan duyguları, mutluluk, neşe, umut ve sevgi gibi yaşamı doğrulayan duygulara dönüştürmek için gerekli zamanı ayırmak, bireyin elindedir.
Aile ağacımız, ten rengimiz, eğitimimiz, dinimiz ya da yaşam biçimimizden bağımsız olarak, koşullar elverdiğinde, pek çok sınırlayıcı ve olumsuz anı tetiklenebilir, istenmeyen zihinsel etkiler ortaya çıkabilir ve bunlar bizi gerçekten yapmak istemediğimiz eylemlere yöneltebilir.
Düşüncenin yaratıcı olduğunu ve kendini gösterdiğini anlamadığımız sürece, şu anki zihinsel planlarımızı, düşünce biçimlerimizi ve duygusal durumumuzu değiştirmek için istekli olamayız.
Bir kez hislerimizin dilini utanç duymadan anladığımızda ve dürüstlük, açıklık ve neşe doğrultusunda büyümeye devam etme kararı aldığımızda, yaşamımızdaki pek çok olumsuz ifadeyi ortadan kaldırabilir, daha sağlıklı olabilir, huzura erebilir, mutluluğu bulabilir ve sahte hata biçimlerinin ve alışkanlıkların kölesi olmaktan kurtulabiliriz.
Görünen o ki, çoğumuz, kendini kabullenme ve onaylama dağının etrafındaki uzun yoldan gidiyoruz; çünkü, zihinsel ve duygusal zehirlerden oluşan bir toksik denizinde yaşamaya programlanmışız.
Bazıları için, bedbaht olmanın tedavisi, kendilerini üzen şeyi çözmek kadar basittir.
Önceden saklanmış anıları ya da sabit inançları anlamak ve kabullenmek suretiyle, bu kişiler, eski sağlıklarına kavuşabilirler. İlgilenmek, hissetmek ve iyileşmek için serbesttirler.
İç aksiyon almak, şimdiki zamanın kapısını açar; böylece, neşe ve mutluluk yolculuğu başlar.
Başkaları için, mutluluk anılarına odaklanmak, basitçe mutluluk seviyelerini yükseltir.
Paylaşabileceğim en iyi ipucu ve mutluluk arayışında yapabileceğiniz en değerli şey, yaşamınızdaki bütün anlamlı şeylerin kontrolünü elinize geçirmenizdir.
• Ne dinliyorsunuz?
• Başkalarıyla hangi konular üzerine konuşuyorsunuz?
• Kendi kendinize yaptığınız konuşmalar başarı konuşmaları mı?
• Kişisel ortamınızı oluşturan her şey kendinizi kınamayı ve acı çekmeyi sürdürmeniz için bir bahane olarak mı işlev görüyor?
Yazar John Dryden bir keresinde şöyle demişti: “Önce alışkanlıklarımızı oluştururuz; sonra alışkanlıklarımız bizi oluşturur.”
Öfkeli ve mutsuz mu, yoksa sakin ve huzurlu mu hissetme alışkanlığına sahipsiniz?
Mutluluk seviyemiz, sahip olduklarımıza ya da kendi dışımızda birilerine bağlı değildir. Tamamen iç planlara, arzulara, kararlara, odağa ve daha derindeki benliğimizle olan bağlantımıza dayanır.
Mutluluk, zevk almayı seçtiğimiz düşüncelerle ve anbean karşılaştığımız insan ve durumlara nasıl yanıt verdiğimizle doğrudan ilintilidir.
Eğer her birimiz korkulu ve sinirli duygu hallerine ziyaretlerimizi kısa kesmeye karar verirsek, dikkatimizi çatışmadan uzaklaştırıp çözüme yöneltmeyi kolayca başarabiliriz.
Zamanla (ve pratikle), mutluluk yanıtlarımızı uzatır, kabaran duygu hallerimizi tanımlama gücümüzü artırır, zihnimizi genişletir ve neşe saçan enerji alanlarına yöneliriz.
Kimseyi değil, kendimizi değiştirmeliyiz.
Bundan böyle hep mutlu yaşama becerimizi artırmak ve yaşam kalitemizi etkilemek, bizim elimizdedir.
Asla kapınızı bir hayale kapamayın; hayalleriniz sizi çağırıyor!
Kaynak: Melissa Zollo