Geçtiğimiz günlerde Başbakan, TOBB’nin Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada ülkeye gelen küresel sermayenin kendi hükümetleri döneminde rekor seviyeye ulaştığını büyük bir gururla anlattı;
“Bundan 10 sene önce ülke giren yabancı sermaye sadece 1 milyar dolardı. Bu rakam geçen yıl 20 milyar dolara ulaştı. Bu sene bunu da geçip, yeni bir rekor kıracağız” dedi.
Başbakan son derece haklı. Ülkemize gelen yabancı kaynaklı sıcak para rekor seviyede.
Peki bu para nerede?
Ülkeye ne kadar olumlu etkisi var ya da neleri olumsuz etkilemektedir?
Bu sorulara cevap verebilmek için konuya bakış açısını biraz daha genişletip yorumlamak lazım. Malum Başbakan pencereden ötesinde ne olduğunu insanlara gösterirken hep işine gelen yerleri işaret etmekte.
Örneğin, ihracatı büyük bir gururla anlatır ama ithalattan hiç bahsetmez.
Yurt içi hasılanın ne kadar arttığını söyler ama gelir dağılımı konusunda iyileşme mi var yoksa geriye mi gitmiş, onu hiç anlatmaz.
Ekonominin büyüdüğünden hep söz eder ama yaptıkları borçlanma konusuna hiç değinmez.
Cari işlemler dengesi, yani cari açık konusuna teğet bile geçmez zaten.
Yine hükümetin iddiasına göre bu sermaye akışı yabancıların “ülkemize ve ekonomimize olan güveninden kaynaklanıyormuş. Ülkeye güvendiklerinden mi geliyorlar yoksa paralarına para katmak için mi? Bu tartışılır tabii. Zaten adı üzerinde sermaye, kar yapmak için hareket eder.
Peki bu bahsi geçen küresel sermaye nerede?
BORSA:
Borsamızdaki paranın yüzde 70’ten fazlası yabancı sermaye.
Sıradan vatandaş için hangi ekonomik tabloyu gururla anlatabilirsiniz?
Yüzde 70’ten fazlası yabancı kaynaklı sıcak paradan oluşan borsamız mı?
Borsanın durumunun iyi olması ile vatandaş mı kazanıyor yoksa yabancı sermaye mi?
ŞİRKETLERİN SATILMASI:
Hangi sektörü ele alırsanız alın, bizim şirketlerimizin hep yabancılar tarafından alınmakta olduğu sonucu çıkar. Özellikle finans sektöründe artık piyasayı domine edenler yabancı kuruluşlar, piyasaya ve rekabete yön verenler de onlar. Bir tek Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası kaldı, o da adından dolayı.
Bu yazdıklarıma argüman geliştirenler olacaktır tabii ki. Örneğin, şöyle denilebilir; “Şirketlerin satılması sadece bizim ülkemizde olan bir durum değil, küreselleşmenin bir sonucudur bu.”
Evet doğru. Peki bizim hiç mi gidip başka bir ülkede operasyon satın alabilecek kuruluşumuz yok?
Küresel sermaye, gelecek vaat eden ve rekabet üstünlüğü potansiyeli gibi kritik değerlere sahip olan hali hazırdaki yerli şirketlere el atmakta, yani ortaya konulan herhangi bir katma değer yok, sadece parayı basıp, şirketin tahmini pek mümkün olan geleceğine, karlılığına ortak olmakta. Ek istihdam sağlamak gibi somut katkıları olmadığı için, bu yolla gelen yabancı sermayenin ülkeye pek birşey verebileceğine inanmıyorum.
ARSA, GAYRİMENKUL:
Arazi, toprak, gayrimenkül alımları da yabancı sermayenin geliş yöntemlerinden.
Açıkcası bu tür satışları ülkenin geleceği açısından riskli görmüyorum. Son zamanlarda bu konu da ciddi bir şekilde tartışılır oldu; yabancılar gelip burada mal mük ediniyor diye. Eğer zaten şimdiden öngörülmeyen risklerle karşılaşacak olursak, ona göre yasalar çıkarılır ve tedbiri alınabilir.
Ancak, benim karşı olduğum ülke malının bu kadar kolay yollarla elden çıkarılmaması gerektiği. Satıp elden çıkarmak ve gelen parayı bir yerde kullanmak da çözüm olabilir ama ilk akla gelen bir çözümdür bu. Dolayısıyla, özellikle son dönemlerde bu tip satışlara kolayca başvurulmasını doğru bulmuyorum.
Sizce Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ya da Başbakan Tayyip Erdoğan özel hayatlarında mal alırken ya da bir yere yatırım yaparken mi yoksa ellerindeki malı mülkü satınca mı kendilerini daha kötü hisseder?
İnsan maddi olarak sıkışık bir dönem yaşıyorsa çok fazla alternatifi yoktur;
ya gidip bir yerden borç alır ya da elinde malı-mülkü varsa satar ve biraz rahat bir nefes alır. Ekonomimizde hem rekor seviyede borçlanıyoruz ve bu yetmezmiş gibi hem de hazineye ait taşınmazlar birer birer elimizden çıkıyor, yine de iki yakamız bir araya gelmiyor. Bence bunda gururla anlatacak bir şey yok.
Bahadır Akar
bahadira@pusula.tv