Ümidin Kandilleri
Dr.Kemal Sayar
Bir psikiyatri kongresinde olgu tartışması yapıyorduk. Meslektaşlarımızdan birisi, hastasını bütün detaylarıyla hazırlamış ve benim de aralarında bulunduğum beş kişilik tartışmacı heyetine sunmuştu. Biz de kalabalık bir kitle önünde hastanın muhtemel tanısını ve geleceğini tartışıyorduk. Çok acılı bir geçmişi olan, sevdiklerini bir bir yitirdiği yetmezmiş gibi, kendisi de türlü eziyetlere maruz kalmış, bedeni ve ruhu çokça hırpalanmış bir kadından söz ediliyordu. Salonda karamsar bir hava oluşmuştu, hatta tartışmacılardan birisi, bu genç kadının yaşadıklarına dayanama**** intiharı denemiş olabileceğini söyledi. Öyküyü sunan arkadaşımız sonunda açıkladı: Bu genç kadın yaşadığı onca acıya, tecavüz de dahil sayısız örselenmeye rağmen hayata yeniden tutunmayı başarmış, yeniden bir evlilik gerçekleştirmiş ve işe girmişti. Hayata gayet olumlu bakıyor ve samimi bir yaşama sevinci duyuyordu. Acılı bir hayat hikayesinin ardından gelen bu bahar tazeliği pek çoğumuzu şaşırtmıştı. İnsanı hayata bağlayan, ona yaşama sevinci veren şey ümidin ta kendisidir. Ümit edebiliyorsak varız. Ümidin kandilleri hâlâ yanıyorsa, hayata tutunuyoruz.
Türkiye’de yaşamakla hepimiz farkında olalım ya da olmayalım bir şeamet tellalı kesiliyoruz. Gözlerimiz sadece kötü olanı görmeye, kulaklarımız kötü olanı işitmeye ayarlanıyor. Günün önemli bir kısmını yakınmaya ayırıyoruz, değiştirmek için hiç çaba harcamadığımız şartlardan yakınıp duruyoruz. Seçici dikkatimiz en kötü olanı ayıklamaya programlanıyor. Ümit ve iyimserlik duygusuna sahip olan insanlar ise yakınmak yerine eyleme geçmeyi yeğliyor. İyimser bir tutuma sahip olan insanlarda belirgin olan özelliklerden bir tanesi, bu kişilerin kendi duygusal ihtiyaçlarının daha fazla farkında olmaları ve hayatın getirdiği olumsuzluklara takılıp kalmamaları. Ümit ve iyimserliği birer mücevher gibi ruhunda gezdiren insanlar sayesindedir ki dünya güzelleşir. Onların yeryüzüne vuran ışığı; bize adaletin, eşitliğin, saygının hâlâ mümkün olduğunu, istersek kötülüğü değiştirebileceğimizi telkin eder.
Bahane bulmayan, mazeret üretmeyen insanlar hayatı güzelleştirir. Onların lakırdıyla, dedikodu ve yakınmayla kaybedecek zamanları yoktur. Bir sorun ortaya çıktığında, önce kendilerini düzeltmeye talip olur ve dışarıdaki sebepleri bahane ederek minderden çekilmezler. Olumsuzluğu dış şartlarda aramak, başarısızlığı baş edilmesi güç büyük sebeplere atfetmek, kafamızı kuma gömmekten başka bir şey değildir. Kendi eksikleriyle yüzleşip kendilerini geliştirebilen insanlar, günümüz Türkiye’sinde pek sevilmiyor, özellikle bazı tutucu kesimler herkesin hayat döngüsü içinde herkesin yerinde kalmasını, kimsenin kimseyi şaşırtmamasını istiyor. Oysa hayat, akıp giden bir ırmak gibi her dönemeçte suyunu çoğaltıyor ve tazeleniyor. Ümit sahipleri, hayattan öğrenebilen insanlardır. Öteki sesleri dinleyebilmek, öteki sesleri içine alarak zenginleşmek ve gelişmek, insanın tekâmülü için olmazsa olmazdır.
Ümidi diri tutan şeylerden birisi de yeryüzünde merhametin varlığıdır. Merhamet bir başkasının ıstırabına kendini açmaktır, o ıstırabı dindirme arzusudur. Günümüz toplumunda merhameti sadece bir şeyler vermek olarak anlamamak gerek. ‘Her insanın eşit ölçüde değerli sayıldığı bir dünyada merhamet göstermenin kabul edilebilir yegâne biçimi, iki tarafın da ortaya bir şey koyduğunu hissedebilmesini, iki tarafın da birbirine kulak vermesini gerektirir’ diyor Theodore Zeldin. Yani karşımızdaki insanı bir insan olarak tanımak, onu anlamak ve onun tarafından anlaşılmakladır ki merhamet mümkün olabilir. Merhamet, kendisini dışarlıklı sayana elini uzatmak ve onu konuşma halkasının içine almaktır.
Ümit ve merhamet. ‘Bir düş kuruyorum’ diyebilmek. Soluduğumuz havayı zehirleyen ve bizi birbirimize düşman kılmak isteyen zalimlere inat, merhamet. Çünkü zalimlik ötekini utandırarak, aşağıla****, onun saygınlığını ayaklar altına alarak, haklarını değersizleştirerek zulmünü icra eder. Merhamet, insan onur ve saygınlığının çiğnenmesine karşı durmaktır, o insan ‘biz’den olmasa da.
Haydi yakın içinizde ümidin kandillerini, ‘her şey daha güzel olacak’ diye fısıldayın, ‘iyi günler kapımızda, hatta avuçlarımızda’. Baharı içinize çekin.