Sabah saat dokuz gibi uyandık, onda Mehmet ağabeyle buluşup balığa çıkacağız. Deniz Feneri’nin yan etkileri hala devam ediyor. Halsizlik, baş ağrısı ve en çokta uykusuzluk.
Bir çırpıda giyindik, kahvaltı ettik ve pansiyondan çıktık. Aceleyle balık takımlarını alıp, hızlı adımlarla teknenin yanına geldik. Mehmet ağabey bizden önce gelmiş, dakik adam!
-Günaydın
-Günaydın ağabey, nasılsın?
- İyiyim de bu havada denize çıkılmaz. Çok rüzgar var.
Bir iç geçirdim.
-Hadi be ağabey,
-Valla öyle. İsterseniz bekleyelim belki akşamüzeri hava kalır.
Yapacak bir şey yok. Balık takımlarını tekneye koyduk. Birer çay söyledik.. Beklemeyle havanın kalacağı yok!
- Ağabey be biz alalım takımları pansiyona gidelim.
- Tamam olur, deniz müsait olduğunda ben size telefon ederim.
- Eyvallah ağabey.
Cümleyi bitir bitirmez yağmur başladı. Ama ne yağmur! Moraller sıfırın altına iniverdi hemen, ben kendi kendimi motive etmeye çalışıyorum. "Pozitif düşün, bozma moralini, her işte bir hayır vardır".
Başka bir şey yapmakta elimden gelmiyor zaten …Teselli. Geçen sene ağustosun ilk haftası Foça’ya gittik, daha ilk gece Foça yandı. Mordağana geldik, gökten çamur yağdı. Hani derler ya!
"Kısmetsiz bedeviyi çölde eşek arısı sokarmış." Bizimkide o hesap.
Pansiyona geldik, ben iç geçiriyorum. O kadar yol gel, tek balık tutama, tekne kirala , hava bozsun, denize çıkama.
Birileri kem baktı nazar yaptı tabi. Başımıza gelmeyen kalmadı. İnsan şimdi kurşun döktürmezde ne zaman döktürür?
Bunların üstüne havanın önümüzdeki salı gününe kadar yağışlı ve kapalı olduğu haberini de aldık mı?
Veladdalin Amin.
Odamıza çıktık, valizleri topladık. Gitmekten başka bir şey gelmedi aklımıza. İki gecelik konaklama ücreti, harika bir akşam yemeğine bizden 100 lira aldılar. O moralle Tevfik ağabeyle de vedalaşamadık. İçimiz buruk, kalbimiz kırık, elimiz kursağımızda Mordoğan'dan ayrıldık.
İstikamet Çandarlı.
Devam edecek..