Sabah kahvaltısını "Problem"in yerinde yaptık. Denize sıfır şirin, küçük bir lokanta.
Sakalla bıyıkla aram yok. Hemen bir berber bulup tıraş olmam lazım.
İlk gördüğüm berbere dalıyorum.
— Hoş geldiniz
— Hoş bulduk.
Ben bu berberi bir yerden tanıyorum ama nerden.
— Daha önce tanıştık mı?
— Sanmam.
— Buralı mısınız?
— Tunceliliyim?
— Adım Ali benim
— Benim ki de Kaplan.
— Memnun oldum.
Kaplan Ağabey sıkı bir borsa takipçisi, iyide okur, içeride ulusal gazetelerin tamamı var. Bir dönem oda gazete çıkarmış.
Ona Bbizim Değişim Gazetesi'nden, Milliyet Blog'tan bahis ediyorum. Çok ilgileniyor. ( Bu yazının yayımlandığı gazeteyi ona kargo ile göndereceğim)
Sonra sis perdesi kalkıyor yavaş yavaş, Kaplan ağabeyi tanımıyorum, birine benzetiyorum. Ben..
Duvarlarda asılı siyah beyaz fotoğraflara bakınca teşhisi patlatıyorum.
Süleyman Turan. Arkadaş, tek yumurta ikizi gibiler yav.
Aşk olsun, bu kadar olur.
— Ağabey Süleyman Turan’a benzetmiyorlar mı seni?
— Benzetmez olurlar mı? İlk geldiğinde söyleyecektim ben sana ama damdan düşer gibi olmasın diye söylemedim.
Fotoğraf makinem yanımda, neden bilmem, "Ağabey senin bir resmini çekeyim mi?" diye soramadım.
Yolunuz Mordağan’a düşerse Kaplan ağabeyle tanışın mutlaka, çayda ısmarlıyor.
Sinek kaydıyı oldum.
Aklım fenerin orada, sabah kahvaltı ederken birkaç tane balıkçı gördüm.
Takımları arabadan alıp doğru yanlarına, yaşlı bir amca var, dört beş kamış birden atmış, pazar arabası yanında, erbap birine benziyor.
— Selamünaleyküm baba rast gelsin çıkıyor mu bir şeyler?
— Aleykümselâm, bak orda kova var.
Kıskanç gözlerle kovanın içine bakıyorum, üç beş kefal, bir o kadarda sarı sarpa. Balıklar irice.
— Bu sabah mı geldiniz?
— Yok, dün geceden beri buradayım ( Hadi canım). O kadar balık yakalayabildim işte.
(Bu amca bu kadar balık yakaladıysa ben oltayı atmadan gideyim)
Sülünesleri aldığım yerde kapalıydı.
Yemimde yok. Gittim tavukgöğsü aldım. Oltaya takılacak gibi kestim. Tuzlayıp güneşte beklettim.
Biraz sineklendi, eh olacak o kadar.
Yaşlı amcanın ismi Mehmet; aslen Bornovalı. Bisan’dan emekli olmuş. Soluğu Mordoğanda almış. Öyle kayalıklarda gecelediğine bakmayın evi hemen denizin kenarında.
İnanılmaz komik bir adam yerlere yatırdı beni, Allah uzun ömür vesin.
— Sen nerelisin be çocuk?
— Trakyalıyım
— Ta oralardan buraya balık tutmaya mı geldin?
— Sayılır.
— Manyak mısın sen? ( Kendi kendine gülüyor).. Balık yok mu sizin oralarda?... Te burada da bi şeycikler çıkmıyor işte.. Geceledim... Kovanın durumunu gördün.. Kurudu be bu deniz, kurudu anasını satayım.. Eskiden bir levrekler yakalardım burada...
Bu arada benim güneşten kurumuş, macunlaşmış tavuk yemlerine bir iki vuruş oldu. Misine gevşedi. “Tamam dedim sezonu açtık”
Çektim
İspari.
Egede ve Akdeniz de bu balığın ismi isparoz oluyor..
—Balığı atayım mı senin kovaya?
— At at kedilere veriyorum ben onları!
(Bizim balığı küçümsedi)
- Sende hep kefal yakalamışsın be baba.( kısasa kısas)..Biz Trakya da boklu diye yemiyoruz bunları.
— Sizin oranın kefallarından mi sandın sen bunları?
— Heee, ne farkı var?
— Uzun şimdi anlatması, yiyince anlarsın... Tavuktan yem mi yaptın sen?
- .............
- Parmağını sok denize daha çok balık yakalarsın..Mohahahhaaaa....
( Şimdi koca bir çipura yakalasam da şu ihtiyarı bir Mordoğan'da morartsam. Yüce Rabbim gül yüzüme)
Devam edecek....