Sen harikasın be adam! - Koniks.com

Koniks.com
Kullanıcı adı:
Şifre:
Şifremi hatırla


    Ana Sayfa          Forumlar          Arama          Yardım           Kayıt Ol

Sen harikasın be adam!


mülayim
Yeni Üye

Toplam 29 yazı
09/11/2005 :  15:45:03   Yazarın websitesini ziyaret et Website  Bu yazıdan alıntı yaparak yorum yaz Alıntı



“Risk Almadan Bir Adım Bile İleri Gidemezsiniz”

Röportaj: İbrahim Mirmahmutoğulları, Dizayn Grup Kurucusu
İbrahim Mirmahmutoğulları, 1986 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. Üniversiteyi bitirdikten sonra 3 ay gibi kısa bir süre Türk Hava Yolları’nda çalıştı. Daha sonra kardeşleriyle birlikte Dizayn Grup’u kurdu. Şu anda Dizayn Grup Yönetim Kurulu Başkanlığı yapan Mirmahmutoğulları’yla iş hayatı üzerine konuştuk.
Kariyerinize nasıl başladığınızı bize kısaca anlatır mısınız?
17 Mayıs 1964 tarihinde Sivas’ın Alacahan ilçesinde dünyaya geldim. 7 çocuklu bir ailede yetiştim. 1986 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldum. Üniversiteyi bitirdiğimde bir yerlerde çalışmaktansa girişimci olmayı düşündüm.Türk Hava Yolları’nın sınavı vardı. Babamın zoruyla girdim çünkü o devlette çalışmamı istiyordu. Kazandım ve 3 ay orada çalıştım ama dayanılacak gibi değildi. Çünkü aklımda özel iş yapmak vardı. Babama altı ay sonra bunu söyledim ama o sırada şirket kurmuş, ufak tefek taahhütler almaya başlamıştık. Daha 22 yaşında Dizayn Grup’u kurdum. Kaliteli iş yapınca o çevrede büyümek kolaylaştı. Dizayn Grup’ta şu anda 170 tanesi beyaz yakalı olmak üzere 450’ye yakın arkadaşım çalışıyor.

Önceki deneyimlerinizin daha sonraki meslek yaşamınızda size nasıl bir getirisi oldu?
Aile bireyleri yaz tatillerinde sürekli çalışırdık. Önceleri çekirdek kavurup satarken yaş belli bir olgunluğa erişince lise birinci sınıfın yazından itibaren tekerlekli arabalarla Sivas’ın taşlı yollarında sebze satmaya başladım. Sivas sokaklarında 6 yıl yazları sebze satarak geçti. Pazarlarda ise ilginç tehlikelerle karşılaşılırdık. Yer kapma kavgası yüzünden her yıl en az üç beş kavga çıkardı. Bir tek pazar günleri tatilimiz vardı. Bu çalışmalarımız sayesinde aile bütçesine katkıda bulunuyorduk. Fiziki güç isteyen bu işi yapmaktan anne babamızın ısrarına rağmen vazgeçmiyorduk. Bu yıllar benim için çok önemliydi.

Küçük bir atölye iken 11 yıl gibi kısa bir süre içinde 60’a yakın ülkeye ihracat yapan, Avrupa’ya know-how satan, sürekli kendini geliştiren bir şirket olmayı başaran Dizayn Grup’un kuruluş ve bu büyüme sürecini anlatır mısınız? Karşılaştığınız zorluklar nelerdi?
Dizayn boru sektörüne 1992 yılında girdi. Kuruluşu bu tarihten daha öncesine rastlıyor. 1986 yılında üniversiteyi bitirdikten sonra daha çok mühendislik hizmetleri (proje ve taahhütlük) yapmak amacıyla kuruldu. 1992’ye kadar da her türlü mühendislik ve taahhüt işleri yaptık. Ama mühendislik tarafı yoğun taahhüt işleriydi bunlar. Firmamız önce limited sonra anonim şirket haline dönüştü. Dizayn Teknik Endüstriyel Tesisler Taahhüt Ticaret Ltd şirketin tam ismiydi. Çünkü endüstriyel üretim yapıyorduk. 1992’de üretime başladığımızda şirketin ismini Dizayn Teknik Plastik Boru ve Elemanları olarak değiştirdik. O güne kadar da yaptığımız endüstriyel tesislerle ilgili proje ve uygulama çalışmalarını da bayilerimiz aracılığıyla yürütmeye başladık. Çünkü biz artık bir üreticiydik. Üretici, üretir ama kendi oluşturduğu dağıtım ağıyla ürettiği ürünü pazarla buluşturur. Dolayısıyla ürettiğimiz ürünler de başlangıçta ısı pazarına hitap eden ürünlerdi. Endüstriyel tesislerde önemli olarak kullanılan ürün grupları içinde ısı ürünleri başta gelmektedir. Böylelikle taahhüt olarak başladığımız sektöre üretimle devam ettik.
1987’de küçücük bir yerde, Demirkapı Gaziosmanpaşa arasındaki Demirbağ’da 500 metrekarelik atölyede kurulduk. İlk yılımızda orası bize küçük geldi, üç bin metrekare bir yere taşındık. Şimdiyse 35 bin metrekare kapalı alanda üretim yapıyoruz. Sadece Türkiye’deki tesisimiz 35 bin metrekare.
Firmamızın mühendislik tarafı ağır basıyor. Üretim yapmaya karar verdiğimizde de üretime ısı kökenli ürünlerle başlıyorduk. Bina içi ısıtmada kullanılan küçük çaplı borular ilk ürünlerimiz. Aslında müteahhitlik te bir çeşit üretimdir ama sanayici anlamındaki üretimi içimize daha çok sindirdik. 1987’den beri yaptığımız taahhüt işlerimizden bir sermaye de oluşturabilmiştik. İlk makinelerimizi aldık ve dışarıdan know-how almadan zor da olsa ilk ürünümüzü üretmeye başladık. Asıl önemli olan o günlerde know-how almamış olmamızdı. Çünkü eğer know-how almış olsaydık bugün bu üretimimize kavuşamazdık. Lisans ya da know-how alanlar Türkiye’deki toplam sanayicilerin çok büyük bir kısmına denk geliyor. Türkiye’de sanayi tesisleri lisans alarak kurulmuştur. Bunu herkes böyle bilir. Biz ise dışarıya bir kuruş know-how ve lisans parası ödemedik. İlk günden itibaren kendi gayretlerimizle zor dönemi aşacağımıza inandık. Üretmenin en zor kısmı ilk üretimdir. AR-GE zihniyetini hemen kendimize şiar edindik ve onu içimize sindirdik. Pazarlama elemanları bulmadan önce, daha çok AR-GE elemanları aradık ve böyle bir ekip oluşturduk. Bugün 23 ayrı sistemde 4 bin çeşit ürün üretiyoruz.
Ben şirketin ilk kurucularındanım. Kuruluş aşamasında benimle birlikte mühendis nosyonu olan pek çok arkadaşım burada çalıştı ama ortaklar içinde yoktu. Adil Bey, endüstri mühendisi. İstanbul dışında ikamet eden Adil bey, üretim başladıktan sonra İstanbul’a yerleşti ve iki kardeş birlikte mücadele vermeye devam ettik. Eğer o gün biz dışarıdan bu ürünü nasıl üretebileceğimizin bilgilerini öğrenseydik herhangi bir boru üreten firmaya “biz sizden lisans alarak teknolojinizi bize aktarmanızı istiyoruz” deseydik, bugün Dizayn onlara mahkum olacaktı. Lisans verenler diyelim ki 10 yıllığına lisans veriyorlar, bu süre içerisinde en ufak bir çizgisine bile dokunamazsınız. Sözleşmelerle sizi bağlarlar. Onların bilgilerinin dışına taşamazsınız. Hiçbir yeni geliştirme yapamaz AR-GE departmanı kuramazsınız. Çünkü onlar bunu her yıl ödediğiniz bedel karşılığı kendi geliştirdiklerini gelip size monte ederler. Ama geliştiren onlardır. Monte edilen sizsiniz. Yani siz hep onların geliştirdiğini monte edensiniz. Bu çok tehlikeli bir şey ve Türkiye bugün sadece bunu yapıyor. Başkaları geliştiriyor, Türkiye parayı basıp alıyor ve bunu yapanlara da akıllı deniliyor. Eğer böyle olursa bu ülke üretkenlikte geride kalır. Yani biri ne kadar çok teknoloji satarsa o kadar çok teknolojiyle donanan üretim gerçekleştirebiliyor. (Eğer teknoloji satmazsa veya kontrollü satarsa her zaman teknoloji satanın iki dudağı arasında olmak zorunda.) Batı da Türkiye’ye ikincil teknolojileri satar. Yani daha eskimiş, yıpranmış biraz daha demode teknolojileri satar. Lisans ya da know how yöntemiyle de en son teknolojiyi satmazlar. Böyle acımasızdır diye düşünüyorum.
Dışarıdan hiç bir şey almamış hiç bir bilgiye de bir kuruş para vermemiştik. Vermemiz gereken paranın belki 5 belki de 15 katı para harcamıştık. İlk bakışta bu yanlış bir şeymiş gibi görünüyordu. Ama uzun vadede böylece akıllı bir şey yapabileceğimizi de o günden planlamıştık. Çünkü biz, bu bilgi üzerine muazzam bir sistem kurabileceğimizi biliyorduk. Temel bilgi, o güven olmasaydı, sadece lisans aldığımız firma bizim gözümüzde her zaman büyüyecek, biz her zaman onların önünde ezik bir görüntü sergileyecektik. Aldığımız her ürünün parasını ödesek bile. Çünkü bilgiyi veren o, alan da biziz. Bilgiye her zaman ihtiyaç var. Bilgiyi üreten değiliz. Paramız varsa bilgi alırız, yoksa yıllar teknolojiyi sık değiştiriyor.
Eski teknolojiler pazarlar için prim yapmıyor. Dolayısıyla eski teknolojinin mahkumu oluyorsunuz. Bu korkunç bir kısırdöngü. Bir yerden sonra da artık isteseniz de geri dönüş yapamıyorsunuz. Çünkü siz birine bağlısınız ve sizin beyninizin gelişmesi için hiç bir gerek yoktur. Beyinse ancak zor şartlarda gelişir. Zor, beyni açar.
Biz 1992 yılında o zoru başlattık. Herkes çok heyecanlı, sabahlara kadar uyumadığımız zamanlarda Demirbağ’daki 500 metrekarelik yerin 15 metrekarelik küçük ofisinde sabahlarken -ben, bir kaç değerli arkadaşım- her gün yeni bir şey öğreniyorduk. İçimizi bazen karamsarlık kaplıyordu ama bugün firmanın AR-GE üstünlüğünde 1992 yılında o 15 metrekarelik ofiste verilen mücadelenin çok büyük bir payı var.

İLK ÜRETİM
İlk önce boru nasıl üretilecek onu yakalamamız gerekiyordu. İlk ürün nasıl çıkacak? Bir şey üzerine koymak için zamana ihtiyaç var. Gözümüzde son derece büyüttük. O dönemde Almanya’da bir fuara katılmıştım, bir boru firmasıyla oturup konuştuğumuzda “Biz bunu üretmek istiyoruz” deyince bize “Bunu sizin üretmeniz imkansız, mutlaka lisans ya da hiç olmazsa bir know-how alın” dediler. Aslına bakarsanız nasıl know-how, lisans alınır o konularda da bilgimiz yoktu. Daha sonraki yıllar bunları öğrendik ama ihtiyaç duymuyorduk artık. İlk ürünü ürettiğiniz zaman hadiseyi mikro ve makro düzeyde algılayabilme kabiliyeti gelişiyor. O arada birikim elde ediyorsunuz.
Plastik, mercimek büyüklüğündeki granül dediğimiz parçalarla temin edilir, daha sonra eriyik hale getirilip boru haline dönüştürülür. Bu safhalar, bilen biri için kolaydır ama bilmeyen için gerçekten zordur. Hiç bilmiyorsunuz, hayatınızda ilk defa bir şey üreteceksiniz. Etrafınızdaki kimse bir şey bilmiyor. Ve çok gençsiniz. Şirketi 22 yaşında kurdum. Seri üretime 27 yaşında başladık.

İKİNCİ SAFHA
Daha sonra ne yaptık? Önce ürettiğimiz şeyin kalitesine güvenebilmemiz için üniversitelerin laboratuarlarını kullandık. Baktık ki üniversite laboratuarları plastik üzerine dizayn edilmemiş. Türkiye’de daha çok metal eksenli bir laboratuar kurgusu var. Üniversiteler plastiği programlarına almamış. Zorlandık, çünkü kalite kriterlerine çok önem veriyorduk ki dört dörtlük olmadan piyasaya sürmedik ürünümüzü. -Halbuki sonraki yıllarda gördük ki bizim piyasaya sürmeyip fire olarak kabul ettiğimiz ürün piyasada nihai ürün olarak dolaşıyor- Ürünümüz piyasaya çıkar çıkmaz çok güzel bir kabul gördü. Şartlar da müsaitti. Sanki piyasa bizi bekliyordu.
1992 yılının sonlarında piyasaya girdik. Piyasa neden boştu? Çünkü metal borular vardı. Boru sektörü büyük bir sektör. Bina içine hitap eden ürünlerde de altyapı ürünlerinde de metalin ağırlığı yüksekti. Fakat biz öyle güzel bir ürünle başladık ki; hem yüksek teknoloji hem de çok sağlıklı ve kolay monte ediliyor. Çok hafif. Yani pek çok üstünlüğü vardı ve sektör bunu çabucak sahiplendi. Biz pazara girdiğimizde bu boruların pazar payı yüzde bir kaçtı ve ithal olarak geliyordu. Şimdi yüzde 90’ın üzerinde bir pazar payımız var. Yerden ısıtma borularını üreten ilk iki firmadan birisiyiz. Ama yıllar içinde 23 sistem geliştirdik ve şu anda bunun 15’inde rakibimiz yok.
Türkiye’de plastik boruları test edecek laboratuar bulamayınca ilk kazandığımız parayla hemen çekirdek bir laboratuar kurmaya karar verdik. Uluslararası camiada en güvenilir laboratuar cihazları üreten firmalarda çekirdek laboratuarımızı 1993 yılı sonlarına doğru kurduk. O ana kadar Türkiye’de plastik üzerine dizayn edilmiş bir laboratuar yoktu. Bir taraftan da ürünümüz hızlı bir kabul gördü, popülaritemiz arttı. Kaliteli bir intibayı hemen verdik, çünkü ürün kendini gösteriyordu. Daha sonra rakipler çıktı ama bizim kalite anlayışımız farklı olarak piyasada kabul gördü. Biz kaliteli ürettik, piyasa bunu kabul etti, derken biz hep kaliteli kaldık. Kaliteye kilitlendik.
1994 yılında dünyanın en itibarlı laboratuarlarında ürünlerimizi test ettirip uluslararası sertifikaları aldık. Bugün olduğu gibi o sıralar da Türkiye bu sertifikalardan haberdar değildi. 1994 yılında ilk ihracatımızı yaptık, çünkü ancak kalite belgeniz varsa ihracat yapabiliyorsunuz. İlk ihracatımızı 65 bin dolar olarak Almanya’ya yaptık.

LİSANS İHRACI
1997’ye kadar altyapısını çok ciddi anlamda tamamlamış bir firmaydık. Güçlü bir AR-GE oluşturmuştuk. İyi bir ürün gamımız vardı, yüzlerce ürün çıkmıştı. Fakat bir yönümüzü hep canlı ve diri tuttuk. İlk geliştirdiğimiz üründen bugüne kadar 4 bin çeşit ürünü üretirken, dışarıdan bu ürünü nasıl üretiriz diye lisans veya know-how almadık. 1997 yılında Beylikdüzü’ndeki yeni üretim tesisimizde faaliyetlerimize devam etmeye başladık.
Bugüne geldiğimizde görülüyor ki Dizayn artık hiçbir şekilde know-how alması gereken değil, lisans satması gereken bir firma ve son iki yıldır hem know-how, hem lisans satışımız var. 1992 yılında da Almanya’da büyük bir proje bizim lisansımızla gerçekleşecek. Amerika’dan bir talep var.
1993 yılında verilen mücadele bize ilginç bir kapı açtı. Artık Dizayn dünyada hem daha iyi tanınıyor teknoloji ürettiği biliniyor, hem de ihraç eden bir firma olarak biliniyor. Lisans satmak teknoloji ihraç etmektir. A’dan Z’ye bizim lisansımızla Almanya’da 40 Euro’luk bir yatırım yapılıyor. Bir Alman firması ile lisans karşılığı yarı yarıya ortak olduk. Çok az bir para ödedik. Firmanın ismi Dizayn Teknoloji Germany GMBH. Yılın sonuna doğru bitecek. Almanya’da yapılan yatırım Dizayn’ın geliştirdiği bir patentin uygulama yatırımı olacak ve o patentimiz dünya patenti. Biz o patentimizi 8 yıl kullanacağız. Patent hakkı bize ait. 8 yıl sonrası için de İsviçre’nin 4’üncü büyük firmasına patent hakkımızı bugünden satma anlaşması yaptık, bunun karşılığında bir bedel aldık. 8 yıl bu teknolojiyle başka bir firmanın çıkmasını istemiyoruz. Bu patentle ürettiğimiz ürün, rakiplerimizden yüzde 15 ile 20 daha ucuza mal oluyor. Bu, pazara daha çok hakim olmak için büyük bir fırsat. Bu patentin geliştirilmesi AR-GE departmanımızda tam iki yılımızı aldı.
Almanya bu yatırıma vergi desteği gibi Türkiye’nin hayal edemeyeceği bir destek verdi. Böyle bir teknolojiyi başka bir ülkeye kaptırmak istemedi. İlk ürün, bu yıl Orta Almanya’da çıkacak. İlk yıl 25 milyon Euro satış hedefi var. Bu, her geçen gün artacak ve daha sonra Amerika’ya lisans satacağız.

8. Dünya Genç Girişimci İş Adamı Ödülünü ikinci kez ülkemize getirdiniz. Bu ödül sizin için ve ülkemiz için sizce ne ifade ediyor?
Aldığımız bu ödülle 10 yıllık bir üretim geçmişi olan firmamızın bu süre içindeki tanınırlığından daha fazla bir tanınırlık elde ettik. Kamuoyunda doğru tanındık. Dizayn Grup kurumsal, akademik eğitim almış, yıllardır küçük bir üniversite gibi çalışan bir firma. Bu kültürü dolu dolu aldığımızı düşünüyorum. Türkiye’nin güzel örneklere ihtiyacı var. Biz de iyi bir örnek olduk. Böyle bir ödülü ülkemize getirdiğimiz için çok mutluyuz.

Sizce sizi başarıya ***üren en önemli kişisel özellikleriniz nelerdir?
Biz yanlış yapılmasına fırsat vererek başarıyı yakaladık. Bile bile riskler aldık, çünkü risk almadan bir adım bile ileri gidemezsiniz. Ama bu risk kontrollü olmalı. Sınırları iyi belirlenmeli. Eğer risk almaz ve yanlış yapılmasına fırsat vermezseniz, hiçbir şey yaratamazsınız.

Kariyerini yönlendirme aşamasında olan gençlerimize neler tavsiye edersiniz?
Başlangıçta nakit anlamda bir değeriniz olmasa da kendi değerlerinizle yükselebilirsiniz. Bunun imkansız olmadığını biz gösterdik. Herkes bir değerdir ama bu bilançoda gösterilemeyebilir. Arkanızda destekçi biri olmadan da yükselebilmeniz mümkün. Önemli olan kararlı olmak, zorluklar karşısında yılmadan mücadele vermek ve her türlü zorluğa göğüs gerebilmeyi öğrenmektir. Ülke insanı olarak yarınlardan endişe etmemeli, yarınlara güven duyabilmeliyiz. Üreten, çalışan ve genç insanlar olarak heyecanımızı kaybetmemeliyiz. Cesaret alıp, risk alıp, düzgün insan olunca çok şeyler başarılabilir. İş yaşamında dürüstlük ve güzel ahlak da çok önemlidir.
Çoğu Türk insanı gibi kapasitenizin %25’ini değil, %95’ini hedefiniz için sarfetmelisiniz. Bu sayede düşlediğiniz yerlere gelebilmeniz mümkün
“Su ve Suyun Yönetimi Ödülü” nü ilk kez bir özel sektör kuruluşu olarak biz aldık.
UNESCO’dan tarafımıza verilen “Su ve Suyun Yönetimi Ödülü” ilk kez özel sektördeki bir şirkete verildi. Sudan’ın başkenti Hartum’a içme suyu taşımak amacı ile açılan ihaleyi kazandık ve bu projenin çalışmalarını sürdürüyoruz. Unesco ödülünün Dizayn Grup’a layık görülmesindeki en önemli etkenlerden biri de bu projedir. Tarafımıza verilen bu ödüle birçok adayı geride bırakarak layık görüldük. Bunu başardığımız için çok mutlu ve gururluyuz.

başarınızın sırrı mesleğnizi tatile çevirmektir

Yerleşim : Türkiye / adana  |  Meslek : Sigortacı
mülayim
Yeni Üye

Toplam 29 yazı
10/11/2005 :  16:11:23 Yazarın websitesine git Website   Alıntı
Herkese Bir Kriz Lazımmış!


Eskiden krizler ülkesi olarak anılan güzel Türkiyeme armapan ediyoruz.

Japonlar taze balığı hep çok sevmişlerdir. Fakat, Japon sahillerinde
bol balık bulmak mümkün olmamaktadır.

Talebi karşılayamayan balıkçılar, Japon nüfusu doyurabilmek için daha
büyük tekneler yaptırıp, daha uzaklara açılmışlar. Balık için uzaklara
gidildikçe, geri dönmesi de daha çok vakit alır olmuştur. Dönüş bir -
iki günden daha uzarsa, tutulan balıkların da tazeliği kaybolmaktadır.
Japonlar tazeliği kaybolmuş balığın lezzetini sevmemişler. Bu problemi
çözebilmek için, balıkçılar teknelerine soğuk hava depoları
kurdurmuşlar. Böylece istedikleri kadar uzağa gidip, tuttukları balıkları da soğuk
hava deposunda dondurulmuş olarak saklayabileceklerdi.
Ancak, Japon halkı taze ile donmuş balık arasındaki lezzet farkını
hissedebiliyor ve donmuş olanlara fazla para ödemek istemiyordu. Balıkçılar
bu defa, teknelerine balık akvaryumları yaptırdılar. Balıklar içeride
biraz fazla sıkışacaklardı, hatta, birbirlerine çarpa çarpa biraz da
***laşacaklardı, ama yine de canlı kalabileceklerdi.
Japon halkı, canlı olmasına rağmen bu balıkların da lezzet farkını
anlayabiliyordu. Hareketsiz, uyuşmuş vaziyette günlerce yol gelen balığın,
canlı, diri, hareketli taze balığa göre lezzeti yine de etkilenmişti.
Balıkçılar nasıl olacak da Japonya'ya taze lezzetli balığı
getirebileceklerdi?
Siz olsaydınız ne yapardınız?
Hedeflerinize ulaşır ulaşmaz, mesela mükemmel bir eş buldunuz veya çok
başarılı bir firmaya girdiniz, borçlarınızı ödediniz vs. Heyecanınız
kaybolmaya başlamaz mı? Yoğun çalışmanız gerekmiyorsa rahatlamaz mısınız?
Lotoda büyük ikramiyeyi kazananlar parayı savurmaya başlamaz mı?
Japonların taze balık probleminde olduğu gibi çözüm aslında basittir.
1950'lerde L.Ron Hubbart'in gözlemlediği üzere "İnsanoğlu ancak hırs
iddiası içinde bulunursa anormal çabalar sarfeder." Ne kadar akıllı,
uzman, inatçı iseniz, iyi bir problemle uğraşmaktan o kadar zevk alırsınız.
Problem sizi ne kadar zorluyorsa ve siz onu adım adım çözebiliyorsanız,
bundan da o derece mutluluk ve heyecan duyarsınız ve enerji dolu,
canlı, ayakta kalırsınız.
Japonlar, balıkları yine teknelerindeki akvaryumlarda tuttular, ancak
içine küçük bir de köpekbalığı attılar. Bir miktar balık köpekbalığı
tarafından yutulmuştu ama geride kalanlar son derece hareketli ve taze
idiler.
Buradan da görüleceği üzere problemlerden uzaklaşmaktansa içine
atlamak, boğuşmak ve onları yenmek gerekir. Probleminiz çok ve çeşitli
olabilir. Ümitsiz olmayın. Onları tanıyın, organize edin, kararlı olun, daha
çok bilgi ve yardım desteği ile onlarla savaşın.
Beyninize bir köpekbalığı atın ve nelere ulaşabileceğinizi görün...

derleme: www.basarıyolu.com
başarınızın sırrı mesleğnizi tatile çevirmektir

Yerleşim : Türkiye / adana  |  Meslek : Sigortacı
mülayim
Yeni Üye

Toplam 29 yazı
10/11/2005 :  17:15:41 Yazarın websitesine git Website   Alıntı
Adamın Birisi Afrikada...


Birazda gülelim. Müthiş bir fırka. Adamın birisinin bakın başına neler gelmiş?

Adamın birisi Afrika'da safariye çıkarken yanına
minik
köpeğini de almış.

Minik köpek bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri
kovalar,
çiçekleri
koklarken kaybolduğunu fark etmiş. Ne yapacağını
düşünürken
bir de bakmış ki
karşıdan bir leopar geliyor ve belli ki günlük
yiyeceğini
arıyor.

"Şimdi başım dertte" diye düşünmüş minik köpek.
Etrafına
bakmış yerde kemik
parçalarını görmüş. Hemen arkasını leoparın geldiği
yere
dönerek kemikleri
kemirmeye başlamış, bu arada da arkadaki hareketi
kestirmeye
çalışıyormuş.Leopar tam saldıracakken minik köpek
kendi
kendine konuşmuş;"Ne
kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan
bir
tane
daha var mı?"

Bunu duyan leopar bir anda donmuş kalmış ve en
yakındaki
ağaca tırmanmış.

"Tam zamanında kurtardım yoksa bu köpeğe yem
olacaktım"diye
düşünmüş. Bütün
bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir
maymun
olanları
izliyormuş. Bildiklerini kullanarak bundan sonra
leopardan
kurtulabileceğini
düşünmüş. Leoparin yanına giderek neler olduğunu
anlatmış..
Leopar çok
sinirlenmiş ve maymuna "Atla sırtıma, gidip şunu
yakalayalım"demiş.

Ancak minik köpek neler olduğunu ve leoparın
sırtında
maymunla birlikte
süratle kendisine yaklaştığını fark etmiş. "Şimdi ne
yapacağım" diye
düşünürken, kaçmaya teşebbüs etmemiş. Bunun yerine
arkasını
leoparın geldiği
yöne dönerek, kemikleri kemirmeye devam etmiş.

Tam leopar saldıracakken yine kendi kendine
konuşmuş;
"Bu *** maymun nerede kaldı? Yarım saat önce bir
leopar
daha getirsin diye
gönderdim hala haber yok!"
başarınızın sırrı mesleğnizi tatile çevirmektir

Yerleşim : Türkiye / adana  |  Meslek : Sigortacı
erdem2929
Yeni Üye

Toplam 4 yazı
17/11/2005 :  13:37:18  Alıntı


muhtesem
ders aldık
erdem akdag
mersin denizcilik ve ticaret meslek yuksek okulu
mersin

Yerleşim : Türkiye / mersin  |  Meslek : Öğretim görevlisi / Asistan
Kenan Kablan
Üye

Toplam 1236 yazı
17/11/2005 :  15:52:22 Yazarın websitesine git Website   Alıntı
karşı istihbarat denir buna. faydalı bir metodtur.
Zann ile yakin zail olmaz. - Mecelle'den

Yerleşim : Türkiye / İstanbul  |  Meslek : Danışmanlık
 

Mesaj gönderebilmek için öncelikle giriş yapmış olmanız gerekmektedir.

Henüz kayıt yaptırmadıysanız buradan üye olabilirsiniz.

Üye olarak:

  • Yeni yazılar gönderebilir,
  • Varolan yazılara yorum yapabilir,
  • Arkadaşlarım, favorilerim, kişisel mesajlaşma, haber merkezi, dosya merkezi, online üyeler gibi pek çok yardımcı araçlardan yararlanabilirsiniz.

» Hemen üye olmak için tıklayınız.


 

3.53 saniye.
13:45:45, 16 Nisan 2024, Salı

Buradaki yazılar, yazarlarının ve Koniks.com®'un izni olmaksızın hiçbir yazılı, görsel yada sesli yayın organında yayınlanamaz. Eğitim amacı dışında, herhangi bir şekilde çoğaltılması yasaktır. Eğitim amaçlı çoğaltıldığı durumlarda, yazarla ilgili bilgilerin ve URL'nin belirtilmesi zorunludur.

Bu web sitesi bilgilendirme amacıyla iyi niyetle, amatör bir ruhla hazırlanmıştır ve yer alan her türlü bilgi genel nitelikte olup, doğruluğu, eksiksiz olması, güvenilirliği, yeterliliği ve güncelliği hiçbir surette sitemiz tarafından garanti ve taahhüt edilmemektedir. Yer alan görüş ve yorumlar tamamen Koniks.com üyelerinin kişisel görüşlerini yansıtmaktadır. Sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak iş kurma/yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir ve söz konusu bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan Koniks.com sorumlu tutulamaz.

© 2000-2024 Koniks.com İletişim   ||   Kullanım Şartları   |   Kurallar   |   Sitenin Kullanımı   |   Gizlilik   |   Yardım