Liberalizm Üzerine - Koniks.com

Koniks.com
Kullanıcı adı:
Şifre:
Şifremi hatırla


    Ana Sayfa          Forumlar          Arama          Yardım           Kayıt Ol

Liberalizm Üzerine


Levent
Üye

Toplam 488 yazı
05/01/2005 :  23:22:44 Bu yazıdan alıntı yaparak yorum yaz Alıntı


Uzun süredir liberalizm lafını duyar olduk. Özellikle 12 Eylülden sonra bu söz Türkiye'de çok sık duyulur oldu.

Bugün üniversitelerin büyük bölümü liberalizmi savunur hale gelmiştir.Halbuki liberalizm demokrasiye ve halkın görüşüne önem vermeyebilir. Ünlü bir iş adamı Türkiye için yarı diktatörlük sistemi önerdi. Liberal sistem böylece daha iyi işleyecek, istikrar gelecekmiş.

İSTİKRAR, İSTİKRAR, SÖZÜ EKSİK OLMUYOR. KİMİN İÇİN İSTİKRAR GLOBAL PATRONLAR İÇİN.Şimdi isterseniz Singapur'un başına neler gelmiş ona bakalım, sonra diğer ülkelere geçebiliriz:

" ŞİLİ SERBEST PİYASANIN HERKESİN YARARINA OLACAĞINI İSPATLAMAZ MI?

C.11.1 Ancak Pinochet'in Şili'si, "Ekonomik Özgürlüğün Siyasi Özgürlüğe Ulaşmanın Ayrılmaz Bir Parçası Olduğunu" İspatlamamış mıdır? Çevirenin Notu: Çevirenin metine yaptığı eklemeler, açıklamalar vb, [...] ile gösterilmiştir.

Bu, "serbest piyasa" kapitalizminin birçok destekçisi tarafından desteklenen, yaygın bir sağ-kanat "Liberter" argümandır. Örneğin Milton Friedman şöyle diyordu; Pinochet, "serbest-piyasa ekonomisini bir ilke meselesi olarak desteklemiştir. Şili bir ekonomik mucizedir." (Newsweek, Ocak 1982). Bu bakış açısı ana-akım sağda da oldukça basmakalıplaşmış bir görüştür --1990 yılında bu ülkeyi ziyaret ettiğinde, ABD Başkanı George Bush da Şili'nin ekonomik başarısını övmüştü.

General Pinochet, Başkan Allende'nin önderliğindeki demokratik bir şekilde seçilmiş sol-kanat hükümete karşı 1973'te gerçekleştirilen askeri darbenin söz sahibi kişisiydi --bu, CİA'nın tezgahladığı bir darbeydi. Darbe sırasında "yasa ve düzen" kuvvetleri tarafından binlerce insan katledildi, Pinochet güçlerinin "muhafazakar bir tahminle iktidarının ilk yılında 11.000'den fazla insanı öldürdüğü tahmin edilmekte" idi (P. Gunson, A. Thompson, G. Chamberlein, The Dictionary of Contemporary Politics of South America, Routledge, 1989, s. 228)

Tesis edilen polis devletinin insan hakları sabıkası tüm dünya genelinde barbarca olarak suçlanmıştı. Ancak, niz, bu ekonomik mucizedeki bariz çelişkileri (yani, neden "ekonomik hürriyeti" daima otoriter/faşist devletlerin başlattığını) göz ardı edecek, ve Şili halkına dayatılan serbest-piyasa kapitalizminin ekonomik gerçekleri üzerine yoğunlaşacağız.

Serbest piyasanın etkinliğine ve adilliğine olan incancıyla işe başlayan Pinochet, arz ve talep yasalarını yeniden işler hale getirmeyi, devletin gücünü azaltmayı ve enflasyonu düşürmeyi arzuluyordu. O ve "Şikago Oğlanları" [Chicago Boys] --bir grup serbest piyasa ekonomisti-- Şilii'nin ekonomik büyümesini sınırlayan şeyin hükümetin ekonomiye müdahaleleri olduğunu düşünüyorlardı --bu rekabeti azaltıyor, ücretleri suni bir şekilde yükseltiyor, ve enflasyona yol açıyordu. Nihai hedef, Pinochet'in bir keresinde söylediği gibi, Şili'yi "bir girişimciler ekonomisi" yapmaktı.

Şikago Oğlanlarının rolü azımsanamaz. 1972'den itibaren orduyla yakın ilişkileri olmuştu, ve bir uzmana göre darbede anahtar niteliğinde bir rolleri vardı:

"1972 Ağustos'unda, on iktisatçıdan oluşan bir grup, de Castro liderliğinde {Allende'nin ekonomik programının} yerine geçecek bir ekonomik program hazırlanması için çalışmaya başladı. ... Aslında, Şili silahlı kuvvetlerinin herhangi bir ekonomik programı olmadığı için bu planın varlığı silahlı kuvvetlerin Allende'yi devirmesi girişiminde hayati nitelikteydi." (Silvia Bortzutzky, "The Chicago Boys, social security and welfare in Chile", The Radical Right and the Welfare State, Howard Glennerster ve James Midgley (editörler), s. 88)
Yine, "Şili'deki gizli operasyonlar hakkındaki Birleşik Devletler Senatosu raporuna göre, bu ekonomistlerin faaliyetlerinin Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CİA) tarafından finanse edilmesi" de ilginçtir (Bortzutzky, Op. Cit., s. 89)
Bazı devlet müdahalelerinin diğerlerinden daha kabul edilir olduğu açıktır.

Diktatörlüğün yürürlüğe geçirdiği serbest piyasa politikalarının gerçek sonuçları, Friedman ve öteki "Liberterler"in iddia ettiği "mucize"nin oldukça gerisindedir. 1975'de serbest piyasa politikalarının uygulanmaya başlanmasının ilk etkileri, ulusal hasılanın % 15 düşmesine, ücretlerin 1970 seviyesinin üçte birine gerilemesine ve işsizliğin % 20'ye yükselmesine yol açan, şokla-uyarılmış [induced, harekete geçirilmiş] bir depresyon oldu (Elton Rayack, Not so Free to Choose, s. 57). Bunun anlamı, kişi başına Şili GSYİH'sının 1974-80 arasında yıllık olarak yalnızca % 1.5 büyüdüğüdür. Bu 1960'larda başarılan % 2.3'ün oldukça altındadır. 1974 ile 1982 arasında, GSYİH'daki ortalama büyüme % 1.5 idi --1960'larda, Latin Amerika'nın ortalama % 4.3'lük ve Şili'nin % 4.5'luk büyümesinin oldukça altında. 1970 ile 1980 arasında, bir bütün olarak Latin Amerika'nın kişi başına GSYİH'sı % 40 artarken, [Şili'ninki] yalnızca % 8 büyüdü. Latin Amerika'nın tamamının depresyon koşullarından negatif olarak etkilendiği 1980 ile 1982 arasındaki yıllarda, kişi başına GSYİH % 12.9 düştü --bir bütün olarak Latin Amerika'nın düşüşü ise % 4.3 idi (Op. Cit., s. 64)

1982 yılında, 7 yıllık serbest piyasa kapitalizminden sonra, işsizlik ve GSYİH düşüşü anlamında 1975'in feci şok tedavisinde yaşanandan çok daha kötü olan yeni bir ekonomik krizle karşı karşıya kalındı. Reel ücretler hızla düştü; 1983'de, 1970'de olduğunun % 14 altına düşmüştü. İflasların yanısıra dış borçlar ve işsizlik hızla artmıştı (Op. Cit., s. 69). 1983'e gelindiğinde, Şili ekonomisi harap olmuştu, ve ancak 1986 sonunda kişi başına Gayri Safi Yurt İçi Hasıla 1970'i yakalayabildi (Thomas Skidmore ve Peter Smith, "The Pinochet Regime", s. 137-138, Modern Latin America).

"Serbest piyasanın ilkeli inananları tarafından tasarlanmış serbest piyasa rejimi"nin (Milton Friedman'ın Kaliforniya eyaletindeki muhafazakar bir think-tank olan "Smith Centre"de yaptığı, "Economic Freedom, Human Freedom, Political Freedom" başlıklı sunuşundan alınan sözleriyle) toptan çöküşü karşısında, rejim geniş bir kurtarma operasyonu başlattı. Şikago Oğlanları, durum kritik bir hale gelinceye kadar bu önleme karşı direnç gösterdi. IMF ekonomi politikasındaki karışıklıktan kurtulması için Şili'ye kredi açtı, ancak sıkı denetim koşuluyla. Kurtarmaların toplam maliyeti üç yıllık Şili GSMH'sının yüzde 3 karardı; bu maliyet vergi yükümlülerine düştü. Bu, "serbest piyasa" kapitalizminin genel modelini takip etmektedir --işçi sınıfı için piyasa disiplini, seçkinler için devlet yardımı. "Mucize" sırasında ekonomik kazançlar özelleştirildi; çöküş sırasında ise geri ödeme yükleri toplumsallaştırıldı.

Pinochet rejimi, enflasyonu CİA destekli darbe zamanındaki yaklaşık % 500 seviyesinden (ABD'nin Şili ekonomisinin altını kazıdığı veriliyken --"ekonomiyi feryat ettirin", Richard Helmes, CİA başkanı)-- yüksek enflasyon beklebilecek bir şeydi), 1982'de % 10'a düşürdü. [Enflasyon], 1983 ile 1987 arasında % 20 ile 31 arasında dalgalanma gösterdi. "Serbest piyasa" kapitalizmi gelişi, "kota ve ithalat vergilerinin etkin olmayan endüstrilere yol açması ve fiyatları suni bir şekilde yüksek tutması gerekçeleriyle" ithalat önündeki engellerin azaltılmasına yol açtı. "Bunun sonucu pek çok yerel firmanın çokuluslu şirketler karşısında kaybetmesi oldu. 1973'de darbeyi güçlü bir şekilde destekleyen Şili işalemi bundan olumsuz etkilendi." (Skidmore ve Smith, Op. Cit.)

Yerli sanayinin gerilemesi, binlerce iyi-ücretli işin kaybedilmesine yol açtı. Hazırdaki polis baskısı grevleri ve diğer protesto biçimlerini uygulanamaz ve tehlikeli hale getirdi. Katolik Kilisesi'nin hazırladığı bir rapora göre, Mayıs 1983'den 1984'ün ortasına kadar olan süre içerisinde binlerce kişi siyasi faaliyetler ve protestolar nedeniyle tutuklanırken, 1980'lerin başlarındaki ekonomik krize karşı toplumsal protestolar sırasında 113 protestocu öldürüldü. Binlerce grevci işten atıldı ve sendika liderleri hapse atıldı (Rayack, Op. Cit., s. 70). Yasalar, mülk sahiplerinin ücretli köleleri üzerindeki gücünü gösterecek şekilde değiştirildi, ve "1979 ile 1981 arasında gerçekleşen çalışma yasası sisteminin baştan aşağı elden geçirilmesi ... mükemmel bir emek piyasasının yaratılmasını, toplu sözleşmenin ortadan kaldırılmasını, işçilerin toplu olarak işten çıkarılmasına imkan tanınmasını, iş gününün oniki saate kadar çıkarılmasını ve iş mahkemelerinin kaldırılmasını amaçlıyordu." (Silvia Borzutzky, Op. Cit., s. 91). İş aleminin çalışması için böylesine uygun bir iklimin yaratılmasının uluslararası finansal kurumlardan cömertçe borçlanmaya yol açmasında şaşılacak bir şey olmamalı.

En büyük darbeyi alan grup işçi sınıfıydı, özellikle de kentli işçi sınıfıydı. 1976 itibariyle, Cunta yönetiminin üçüncü yılında, reel ücretler 1970 seviyesinin % 35 altına gerilemişti. 1980'de 1970 seviyesinin % 97.3'üne yükselebildi, ancak 1983 itibariyle tekrar % 86.7'sine düştü. İşsizlik (devletin yap-işlet programlarında çalışanlar hariç) 1976'da % 14.8 idi, 1980'e gelindiğinde % 11.8'e düştü (bu 1960'ların ortalamasının hala iki katıydı) ve 1982'ye gelindiğinde % 20.3'e yükseldi (Rayack, Op. Cit., s. 65). İşsizlik (hükümetin yap-işlet programlarındakiler dahil) 1983'ün ortalarına gelindiğinde iş gücünün üçte birine ulaşmıştı. 1986 itibariyle, kişi başına tüketim 1970 seviyesinin % 11 altındaydı (Skidmore ve Smith, Op. Cit.). 1980 ile 1988 arasında, asgari ücretin reel değeri yüzde 28.5 düşerken, ücretlerin reel değeri ancak % 1.2 yükseldi. Bu süre zarfında kentsel işsizlik yıllık olarak ortalama % 15.3 oldu (Silvia Bortzutzky, Op. Cit., s. 96). 1989 itibariyle bile, işsizlik hala % 10 seviyesindeydi (1970'de bu oran % 5.7 idi) ve reel ücretler hala 1970'dekinden % 8 düşüktü. 1975 ile 1989 arasında, işsizlik ortalama % 16.7 oldu. Diğer bir deyişle, neredeyse 15 yılı bulan bir serbest piyasa kapitalizminin ardından, reel ücretler hala 1970 seviyesini yakalayamamış ve işsizlik hala yüksekti. Bu gibi durumlarda bekleneceği üzere, ücretlerin ulusal gelirdeki payı 1970'deki % 42.7'lik seviyesinden 1993'te % 33.9'a düşmüştü. Sağ tarafından, yüksek işsizliğin genellikle güçlü sendikalar ve diğer emek piyasası "eksiklikleri"ne bağlandığı veriliyken, yukarıda değinildiği üzere Şili rejimi "rekabetçiliği"ni arttırmak amacıyla emek piyasasını reforme ettiği için bu sayılar iki misli önemlidir.

Pinochet'in neo-klasik parasalcı politikalarının bir başka sonucu ise "talebin daralmasıydı, çünkü işçiler ve aileleri daha az mal alabiliyorlardı. Piyasadaki daralma, daha fazla ihracata yönelik ve daha az yerel tüketime yönelik üretim yapmaya başlayan işalemi topluluğunu da tehdit etmekteydi. Bu, ekonomik büyüme önünde bir başka engel yarattı, ve gelirle refahın küçük bir seçkin grubunun elinde giderek yoğunlaşmasına yol açtı." (Skidmore ve Smith, Op. Cit.)

Şili'nin gerçek "mucize"si seçkinlerin artan refahıdır. Latin Amerika'nın neo-liberal devrimleri konusunda uzman olan birisine göre, seçkinler "Pinochet [rejimi] altında muazzam zenginleşmişti"; 1989'da Hristiyan Demokrat Parti lideri sürgünden geri döndüğünde, nüfusun en zengin yüzde 10'luk dilimini zenginleştiren bir ekonomik büyüme başarıldığını söylüyordu (Duncan Green, The Silent Revolution, s. 216; Noam Chomsky, Deterring Democracy, s. 231). 1980'de, nüfusun en zengin % 10'u ulusal gelirin %36.5'ini almaktaydı. 1989'a gelindiğinde, bu % 46.8'e yükselmişti. Bunun aksine, gelir sahiplerinin en aşağıdaki % 50'si aynı süre zarfında paylarının % 20.4'ten % 16.8'e düştüğüne tanıklık ettiler. Hanehalkı tüketimi de aynı eğilimi gösteriyordu. 1970'de, hanehalklarının en üstteki % 20'si tüketimin % 44.5'ini yapıyordu. Bu, 1980'de % 51'e, 1989'da ise % 54.6'ya yükseldi. 1970 ile 1989 arasında, geriye kalan % 80'e düşen pay azaldı. Hanehalklarının en yoksul % 20'si, paylarının 1970'deki % 7.6 seviyesinden 1989'da % 4.4'e düştüğünü gördüler. Br sonraki % 20'nin payı ise % 11.8'den % 8.2'ye, ortadaki % 20'nin payı % 15.6'dan % 12.7'ye düştü. Bir sonraki % 20'nin tüketimdeki payı % 20.5'ten % 20.1'e düştü.

Yani, Pinochet'li yıllar boyunca Şili ekonomisinin yarattığı refah, ("serbest piyasa" kapitalizmi dogmasının iddia ettiği gibi) işçilere, "aşağıya doğru damlama"dı; aksine, zenginlerin ellerinde birikti. Birleşik Krallık'ta ve ABD'de olduğu gibi, "aşağıya doğru damlama" ekonomisinin uygulandığı yerlerde, gelir dağılımında halihazırda zengin olanlara doğru bir sapma söz konusuydu. Yani, bir "yukarıya doğru damlama" (daha doğrusu yukarıya doğru bir akış) yaşandı. Güçlü ile zayıf arasındaki değişim ilkinin lehine olacağı için, bu pek de şaşırtıcı değildir (anarşistlerin, bizi kapitalistlerden daha güçlü yapacak işçi sınıfı örgütlenmesini ve kolektif eylemi desteklemelerini sebebi de budur).

Pinochet diktatörlüğünün son yıllarında, 1987 ile 1990 arasında, kırsal nüfusun en zengin % 10'unun geliri % 90 arttı. En yoksul % 25'in payı ise % 11'den % 7'ye düştü (Duncan Green, Op. Cit., s. 108). 1000 doğum başına düşen bebek ölümü oranının nüfusun en zengin yüzde 20'si için 7, en yoksul yüzde 20'si içinse yüzde 40 olduğu, iki-kademeli sağlık sisteminde, Pinochet rejiminin mirası hala görülmektedir (a.y., s. 101).

Kişi başına tüketim 1972-87 arasında % 23 azaldı. Yoksulluk seviyesinin (temel beslenme ve barınma ihtiyaçları için gereken asgari gelir) altındaki nüfusun oranı 1970 ile 1987 arasında % 20'den % 44.4'e yükseldi. 1973 ile 1985 arasında kişi başına sağlık harcaması yarı yarıyadan fazla düştü; tifo, şeker hastalığı ve virüssel hepatit gibi yoksullukla ilişkili hastalıklarda büyük bir artış ortaya çıktı. Öte yandan, Santiago'nun en yoksul % 20'sinin tüketimi % 30 azalırken, en zengin % 20'sininki ise % 15 arttı (Noam Chomsky, Year 501, s. 190-191). Hükümetin evsizliği piyasa dostu politikalarla çözeceği iddialarına rağmen, 1972 ile 1988 arasında uygun barınma imkanlarına sahip olmayan Şilililerin oranı % 27'den % 40'a yükseldi.

Bu gerçeklerin karşısında, Şili "Mucizesi"nin tek bir olası savunma hattı kalmaktadır --ekonomik büyüme düzeyi. Çoğu Şilili için ekonomi pastasından düşen dilim küçülmüş olsa da, sağ hızlı ekonomik büyümenin onların daha büyük bir pastadan daha küçük bir dilim aldıkları anlamına geldiğini öne sürüyor. Mutlak yaşam standartlarından ziyade eşitsizlik düzeyinin nüfusun sağlığı üzerinde etkili olduğu, kötü sağlığın gelirle ters orantılı olduğu (yani yoksulların sağlıklarının zenginlerden daha kötü olduğu) gerçeklerini görmezlikten geleceğiz. Yine, toplumda refahın, ve dolayısıyla gücün bölüşümüyle ilgili olan (herhangi bir değişimin koşullarının daha güçlü olan taraf lehine sapmalı olması nedeniyle, güçlü ve zayıf taraflar arasındaki "serbest değişim" yoluyla serbest piyasanın eşitsizlikleri kuvvetlendirmesi ve arttırması gibi --"rekabetçi" ve "esnek" emek piyasalarıyla Şili deneyimi oldukça fazla kanıt sunmaktadır bu konuda) diğer konuları da dikkate almayacağız. Diğer bir deyişle, eşitliğin olmadığı bir büyüme, büyüme rakamlarında işaret edilmeyen ve edilemeyen yıkıcı etkilere sahip olabilir.

Yani, Pinochet rejiminin büyüme konusundaki sicilinin bir "mucize" olduğu iddiasını ele alacağız (başka bir şeyi olmadığına göre). Ancak, rejimin büyüme siciline baktığımızda, bunun hiç de bir "mucize" olmadığını görürüz --1980'lerin ünlü ekonomik büyümesi Şili'nin 1975 ve 1982'de yaşadığı iki felaketvari durgunluğun ışığında ele alınmalıdır. Edward Herman'ın işaret ettiği üzere, bu büyüme "uygun olmayan temellerde ölçülerek sürekli abartılmıştı." (The Economics of the Rich)

Bu nokta, Şili'nin "mucize" büyümesinin gerçek doğasını anlamak için hayatidir. Örneğin, "mucize" taraftarları (ekonominin yıllık olarak yüzde 6.6 büyüdüğü) 1978'den 1981'e kadar olan döneme veya 1982-84 durgunluğu sonrasının yukarıya salınımına dikkat çekerler. Ancak, bu bir "yalanlar, kahrolası yalanlar ve istatistikler" vakasıdır, çünkü durgunluktan çıkmış bir ekonominin arayı kapamasını dikkate almaz. Düzelme sırasında, işten çıkırılmış işçiler tekrar işlerine dönerler ve bundan ötürü ekonominin büyümesinde bir artış yaşanır. Bunun anlamı durgunluk ne kadar derin olursa, yukarıya yöneliş sırasındaki büyüme de o kadar yüksek olacaktır. Bu nedenle, eğer Şili'nin ekonomik büyümesi bir mucize olup olmadığını, ve bunun bedelinin de çoğunluğun gelirinde azalma olup olmadığını görmek istiyorsak, yukarıya yöneliş evresine bakmaktan ziyade iş çevriminin tamamına bakmamız gerekir. Buna bakacak olursak, Şili, 1975 ile 1980 arasında Latin Amerika'daki ikinci kötü büyüme oranına sahiptir. 1974 ile 1982 arasında GSYİH'nın ortalama büyüme oranı % 1.5 idi; bu oran, Latin Amerika'nın % 4.3'lük ve Şili'nin 1960'lardaki % 4.5'luk ortalama büyüme oranından düşüktü.

Pinochet döneminin tümüne bakacak olursak, yalnızca 1989'da --serbest piyasa politikalarının 14. yılında-- kişi başına hasılanın 1970'ler düzeyine geri çıktığını görüyoruz. 1970 ile 1990 arasında, Şili'nin toplam GSYİH'sı kararlı bir şekilde yıllık olarak % 2 büyüdü. Bu yılların Allende dönemini ve darbe sonrasını içermektedir; ve belki de bu sayı, rejimin kaydına ilişkin yanlış bir resim sunmaktadır. 1981-90 dönemine bakacak olursak (Şili "Mucize"sinin başlangıcından 6 yıl sonra başlamak üzere, Pinochet yönetimin zirvedesindeyken), GSYİH'daki yıllık % 1.84 büyüme oranı daha kötüdür. Bu, 1950'lerin (% 4) ve 1960'ların (% 4.5) Şili'sinden yavaştır. Aslında, eğer nüfus artışını dikkate alırsak, Şili 1981 ile 1990 arasında yıllık % 0.3'lük bir GSYİH büyüme görmüştür (karşılaştırırsak, aynı dönem zarfında kişi başına GSYİH, Birleşik Krallık'da % 2.4 ve ABD'de % 1.9 büyüdü).

Yani "mucizeler" depresyon benzeri çöküntülere, büyük ölçüde Şili'ye dayatılan serbest-piyasa politikalarına atfedilebilecek olan çöküntülere gönderme yapmaktadır! Bütün itibariyle, Pinochet rejimi altındaki büyüme "mucize"sinin varolmayan bir şey olduğu ortaya çıkar. Zaman diliminin tümü göstermektedir ki, 1975 ile 1989 arasında Şili ekonomisi önemli bir ekonomik ve toplumsal ilerlemeden yoksun kalmıştır. Aslında, ekonomi gerçek bir büyümeden çok istikrarsızlıkla nitelendirilebilir. (Sağ tarafından "mucize"nin kanıtı olarak sunulan) canlanma [boom] dönemleri sırasındaki yüksek büyüme düzeyleri, batış [bust] dönemleri sırasındaki kayıpları ucu ucuna telafi etmektedir.

Benzeri yorumlar, çoğu kimse tarafından bir başarı ve diğer ülkeler için bir model olarak gösterilen emeklilik sisteminin özelleştirmesi bağlamında da yapılabilir. Ancak, bu sistemin daha yakından incelenmesi onun zayıflıklarını ortaya çıkarır --aslında, sistemin yalnızca bundan aşırı karlar elde eden şirketler açısından bir başarı olduğundan bahsedilebilir (Şili sisteminin idari maliyetleri, ABD Sosyal Güvenlik sisteminin % 1'i karşılaştırıldığında, neredeyse getirilerin % 30'udur (Doug Henwood, Wall Street, s. 305). Çalışan insanlar açısından bir felakettir. Sistemi düzenleyen hükümet birimi SAFP'ye göre, Şubat 1995'de bilinen iş gücünün % 96'sı [sisteme] kaydolmuştu, ancak bunlardan % 43.4'ü fonlarına herhangi bir ekleme yapmamaktaydı. Yaklaşık % 60'ı ise düzenli olarak ödeme yapmamaktaydı (emek piyasasının doğası veriliyken, bu şaşırtıcı değildir). Ne yazık ki, tam anlamıyla fayda edinmek için düzenli ödemeler yapılması gerekmektedir. Eleştiriler katkıda bulunanların yalnızca % 20'sinin iyi bir emekli ödeneğine sahip olacağını belirtiyor.

Bu program başlatıldığında, silahlı kuvvetlerin ve polisin kendi cömert kamusal planlarını sürdürmelerine izin verilmesi dikkate değerdir. Eğer planlar destekçilerinin iddia ettiğ kadar iyi olsa idi, bunu başlatanların da dahil olmaları beklenirdi. Açıktır ki kitleler için yeterince iyi olan yöneticiler için uygun değildir.

Bu bireylerin etkisi tamamen finansal olan değerlendirmelerin ötesine geçmiştir; "bir zamanlar {Pinochet öncesinde} güvenceli, sendikalı işlere alışmış olan [Şili iş gücü}, ... giderek endişeli bireylerden oluşan bir ulus [haline dönüşüyor] ... --Şili'nin kamu sağlık sistemindeki ziyaretlerin yarısı psikolojik rahatsızlık, özellikle de depresyondan oluşuyor. Conception'da bir balık fabrikasında çalışan Maria Pena, 'baskı artık fiziksel değil, ekonomik --ailenizi beslemek, çocuklarınızı eğitmek' diyor. 'Gelecek hakkında gerçek bir endişe duyuyorum' diye de ekliyor. 'Bizi her an kapı dışarı edebilirler. Beş yıl ilerisi hakkında düşünemiyorsunuz. Paranız varsa, eğitim ve tıbbi bakım elde edebilirsiniz. Para artık burada her şey demek.'" (Duncan Green, s. 96)

"Uyum [politikaları], artan stres ve bireycilik, geleneksel olarak güçlü ve koruyucu olan topluluk yaşamını tahrip eden, atomikleşmiş bir toplum yarattı ... 1970 ile 1991 arasında intharlar üç kar arttı, alkoliklerin sayısı dörde katlandı ... {ve} kamuoyu yoklamaları yeni Şili'deki yaşamın en çok suçlanan yanının bugünkü suç dalgası olduğunu gösterirken, ailelerin parçalanması giderek artmakta. 26 yaşındaki eski bir sendika lideri Betty Bizamar 'ilişkiler değişiyor' diyor. 'İnsanlar birbirlerini kullanıyorlar, aileleri ile daha az zaman geçiriyorlar. Konuştukları tek şey para. Gerçek dostluk artık güç.'" (Ibid., s. 166) Bunlara şaşmamak gerek.

Serbest piyasa kapitalizminin Şili'nin çevresi üzerinde de keza olumsuz etkileri oldu. Başkent Santiago piyasa kuvvetlerinin serbestçe saltanat sürmesi nedeniyle "dünyanın en kirli şehirleri"nden birisi haline geldi (Nathanial Nash, Noam Chomsky'nin alıntısı, Year 501, s. 190). Hiçbir çevresel düzenleme olmadığı için, genel bir çevresel yıkım yaşanmaktadır ve su kaynaklarında ciddi bir kirlilik sorunu söz konusudur (Noam Chomsky, a.y.) Ülkenin ihracatının büyük bir kısmının maden çıkarımına ve doğal kaynakların işlenmesine dayanması nedeniyle eko-sistemler ve çevre, kar ve mülkiyet adına yağlanmaktadır. Doğal kaynakların, özellikle de ormanların ve balıkçılığın tükenmesi kısa vadeli karlar arayan az sayıdaki firmanın bencil çıkarları nedeniyle hızlanmıştır.

Her şeyi hesaba katınca, Pinochet rejimi altındaki Şili ve onun "ekonomik mucize"si, serbest piyasa kapitalizmi yaratmanın maliyetinin çok ağır olduğunu göstermektedir --en azından çoğunluk açısından. Bu sorunların geçici olmaktan çok yapısal olduğu ve doğaları itibariyle kalıcı olduğu ispatlanmıştır --toplumsal, çevresel, ekonomik ve siyasi maliyetler topluma yüklenmektedir. Şili "mucize"sinin karanlık yüzü, "serbest piyasa" kapitalizmini pazarlamak amacıyla kullanılan etkileyici makroekonomik göstergelere yansıtılmamaktadır, gördüğümüz üzere bu göstegeler manipülasyona açıktır.

Şili'nin bir demokrasi haline gelmesinden beridir (silahlı kuvvetlerin hala dikkate değer bir etkisi vardır), ekonomik reformlar yapılmasına yönelik bazı hareketlere başlanmış ve oldukça başarılı olunmuştur. Diktatörlüğün sona ermesinden sonra sağlık, eğitim ve yoksulluğun önlenmesine yönelik sosyal harcamalar arttırılmış, 1987 ile 1992 arasında bir milyondan fazla Şilili yoksulluktan kurtarılmıştır (yoksulluk oranı hala 1970'den yüksek olmakla beraber, 1987'deki % 44.6'lık değerinden 1992'de % 23.2'ye düşürülmüştür). Ancak, Pinochet rejiminin miraslarından --emek piyasasının doğası, gelir güvencesinden yoksunluk, aile ayrılıkları, alkolizm, vb.-- birisi olarak eşitsizlik halen en temel sorun olmayı sürdürmektedir.

Şili, Pinochet'in "serbest-piyasa" modelinden başka şekillerde de ayrılmıştır. 1991'de, Şili'ye özkaynak olarak girmeyen sermayenin % 30'unun faizsiz olarak bir yıllığına merkez bankasına yatırılması şartı dahil olmak üzere sermaye üzerine bir dizi denetim getirilmiştir. --Yerel olarak encaje olarak bilinenn-- bu rezerv gereksinimi, borcun vadesi kısaldıkça yükselen bir verginin sermaye üzerine konulmasına eşdeğerdir.

William Greider'in belirttiği üzere, Şili "son on yıl içerisinde Amerikan ekonomistleri tarafından öğretilen saf serbest-piyasa kuramını terk ederek, zorunlu tasarruflar ve maksatlı sermaye kontrolleri dahil olmak üzere Asya stratejisinin ana unsurlarını kopyala**** hızlı bir ekonomik büyüme sağlamıştır. Şili hükümeti yabancı yatırımcılara nereye yatırım yapabileceklerini söylemekte, onları belli tipteki finansal varlıklardan uzak tutmakta ve sermayelerini hızlı bir şekilde geri çekmelerini engellemektedir." (One World, Ready or Not, s. 280)

Yani Pinochet sonrası Şili devleti "serbest piyasa" referans mektubunu çeşitli şekillerde ihlal etmiş, ancak çok da başarılı olmuştur. Serbest piyasa savunucularının, Şili'nin 1990'lardaki hızlı büyümesinin kendi modellerinin bir ispatı olduğuna yönelik iddiaları yanlıştır (aynen Güney-Doğu Asya'ya ilişkin iddialarının da yanlış olduğunun ispatlanması gibi, bu iddialar söz konusu ekonomiler krize girdiğinde rahatça unutuluvermiştir). Söylemek gereksiz olsa da, Şili izlediği yolu değiştirmeye ve küresel finansın emirlerine itaat etmeye yönelik olarak baskı altındadır. 1998'de, milli parası olan pesoya yönelik ağır spekülatif baskının ardından Şili kontrolleri gevşetmiştir.

Böylece neo-liberal bir jaguar bile toplumsal konularda saf serbest piyasa yaklaşımından uzaklaşmak zorunda kalmıştır, ve Şili hükümeti piyasa güçleri ile otoriter hükümet tarafından parçalanan toplumu yeniden birleştirmeye başlamak amacıyla ekonomiye müdahale etmek zorunda kalmıştır.

Yani, en yukarıdaki çok küçük bir azınlık haricinde, Pinochet'in "ekonomik hürriyet" rejimi bir kabus olmuştur. Ekonomik "hürriyet" yalnızca toplum içerisindeki bir grubun faydasına gözükmektedir, [onlar açısından] bu bir "mucize"dir. Çok büyük bir çoğunluk içinse, ekonomik "hürriyet" "mucize"si, genelde olduğu üzere artan yoksulluk, kirlilik, suç ve toplumsal yabancılaşma ile sonuçlanmıştır. Buradaki ironi, birçok sağ-kanat "liberter"in bunun serbest piyasanın faydalarına yönelik bir model olduğunu belirtmesidir.

C.11.1 ANCAK PİNOCHET'İN ŞİLİ'Sİ, "EKONOMİK ÖZGÜRLÜĞÜN SİYASİ ÖZGÜRLÜĞE ULAŞMANIN AYRILMAZ BİR PARÇASI OLDUĞUNU" İSPATLAMAMIŞ MIDIR?

Pinochet serbest-piyasa kapiyalizmini başlatmıştır, ancak bu yalnızca zenginler açısından gerçek bir hürriyet anlamına gelmektedir. İşçi sınıfı açısından, "ekonomik özgürlük" mevcut değildi, çünkü onlar ne kendi işlerini idare etmekteydiler ne de iş yerlerini denetlemekteydiler; ve faşist bir devlette yaşıyorlardı.

Sendikalar oluşturmak, greve gitmek, iş yavaşlatmaları örgütlemek vb. ekonomik (siyasiyi bir kenara bırakın) eylemler yapma hürriyeti, bizzat baskı tehditiyle ciddi şekilde engellenmişti. Tabii ki, Şili "Mucizesi"nin destekçileri ve onun "ekonomik hürriyet"i siyasi özgürlüğün bastırılmasının ekonomiyi veya onun içerisinde hareket eden insanları nasıl etkilediğini sormak zahmetine katlanmamıştı. Onlar ekonomiye bakarken, emeğin bastırılmasının, ölüm mangalarının, isyan eden işçiler üzerinde oluşturulan korkunun göz ardı edilebileceğini savundular. Ancak gerçek dünyada, insanlar namlunun karşısında olduklarında birçok şeyden vazgeçeceklerdir.

Şili'de "ekonomik hürriyet"in varolduğu iddiası, ancak tek bir sınıf için gerçek hürriyetin olduğunu dikkate alırsak anlamlı olabilir. Patronlar "kendi başlarına" bırakılabilirlerdi, ancak işçiler (kapitalist veya devlet [kaynaklı]) otoriteye itaat etmeyi kabulleninceye kadar bırakılamazlardı. Çoğu insan bunu pek de "hürriyet" olarak görmeyecektir.

Siyasi hürriyete gelince, ancak bunun sıradan insanlar tarafından kullanılmayacağından emin olunduğunda yeniden yürürlüğe konulmuştur. Cathy Scheider'in belirttiği gibi, "ekonomik hürriyet" çoğu Şililinin

"diğer işçilerle veya komşularıyla çok az ilişkinin olmasına, ve aileleriyle oldukça sınırlı zaman geçirmesine {neden oldu}. Siyasi veya emek örgütlenmelerine açıklıkları minimaldi. ... devlete karşı duracak ne siyasi kaynaklara ne de eğilime sahiptiler. Muhalefet toplulukların bölünmesi, vahşi askeri baskının başaramadığını gerçekleştirmiştir. Bu Şili'yi, hem kültürel hem de politik olarak, aktif katılımcı otkökü topluluklarının olduğu bir ülkeden, [bağlantıları] kopuk, apolitik bireylerden oluşan bir toprağa dönüştürmüştür. Bu değişikliğin birikmeli etkisi, yakın gelecekte mevcut ideolojiye karşı herhangi bir birleşik meydan okumanın olasılık dışı hale gelmesi olmuştur." (Report on the Americas, (NACLA) XXVI, 4 Nisan 1993)
Böylesi koşullar altında, hiç kimsenin onu etkin bir şekilde kullanma konumunda olmaması nedeniyle siyasi hürriyet yeniden uygulamaya geçirilebilirdi. Ayrıca, Şilililer binlerce insanın katledilmesiyle, cunta tarafından insan haklarının tekrar tekrar ve ısrarla ihlal edilmesiyle --"anti-Marksist" ölüm mangalarından bahsetmeye bile gerek yok (örneğin 1986'da, "Amnesty International Şili hükümetini ölüm mangaları kullanmakla suçlamıştı, (P. Gunson, A. Thompson, G. Chamberlein, Op. Cit., s. 86)-- sonuçlanan devlete meydan okumanın canlı hatıralarıyla yaşamaktadırlar. Bir İnsan Hakları grubuna göre, Pinochet rejimi yalnızca 1984 ile 1986 arasında 11,536 insan hakları ihlalinden sorumludur (Comite de Nacional de Defensa do los Derecehos del Pueblo'nun hesaplaması, Fortin'de haber yapıldı, 23 Eylül 1988).
Bu gerçeklerin, askeri ve ekonomik seçkinlerin onaylamadıkları bir şekilde statükoyı fiilen değiştirmek amacıyla insanların siyasi hürriyetlerini kullanmaktan alıkonulmasında güçlü caydırıcı etkileri vardır. Ayrıca, bu serbest ifade, grev ve diğer toplumsal eylem biçimlerini neredeyse imkansız kılmakta, böylece de işverenin ücretli köleler karşısındaki gücünü, refahını ve otoriterisini arttırmaktadır. Böyle bir rejimin "ekonomik hürriyet" temeline dayandığının iddia edilmesi, bu iddia sahiplerinin hürriyetin gerçekte ne demek olduğu hakkında hiçbir fikirleri olmadığını akla getirmektedir.

Kropotkin yıllarca önce dikkat çektiği üzere, "basın özgürlüğü ... ve diğer geriye kalan [özgürlükler], ancak eğer insanlar bunları ayrıcalıklı sınıflara karşı kullanılmıyorlarsa saygı görürler. Ancak insanların ayrıcalıklıları zayıflatmak için bunların avantajlarından faydalanmaya başladıkları gün, o zaman sözde hürriyetler güverteden denize fırlatılıvelir." (Words of a Rebel, s. 42). Şili bunun klasik bir örneğidir.

Üstelik, Pinochet sonrası Şili bildiğimiz tipik "demokrasi" değildir. Örneğin Pinochet yaşam boyunca senatördür, ve (ordunun hoşuna gitmeyecek değişiklikler yapılmasına yönelik çabaları durduracak bir veto gücüne sahip --ve bunu yapma arzusunda olan-- senatonun üçte birini o atamıştır). Ayrıca, askeri müdahale tehditi siyasi tartışmalarda ön cephede yer almaktadır. Bu 1998'de, bir İspanyol Yargıcının, rejimi sırasında katledilen İspanyol yurttaşları nedeniyle hakkında tutuklanma kararı çıkarması üzerine Pinochet Britanya'da tutuklandığında ortaya çıktı. Yorumcular, özellikle de sağda yer alanlar, Pinochet'in tutuklanmasının orduyu provoke ederek Şili'nin "kırılgan demokrasi"sini zayıflatabileceğini vurguladılar. Diğer bir deyişle, Şili, ordunun müsade ettiği ölçüde demokrasiydi. Tabii ki, az sayıdaki yorumcu bunun aslında Şili'nin demokratik olmadığı anlamına geldiği gerçeğini teslim etti. Söylemek gereksiz olsa da, Milton Friedman Şili'nin bugün "siyasi özgürlüğe" sahip olduğunu düşünmektedir.

Şili (Milton Friedman'ın sözleriyle) "ekonomik mucize"si konusundaki en önde gelen uzmanın siyasi hürriyetin "ekonomik hürriyet"e (yani serbest piyasa kapitalizmine) yol açmayabileceğini düşünmemesi ilginçtir. Pinochet'in uyguladığı programın mimarı olan Sergio de Castro'ya göre, "ekonomik hürriyet"in uygulanabilmesi için faşizm gerekliydi, çünkü:

"bu kalıcı bir rejim sağladı; yetkililere, demokratik bir rejimde mümkün olmayacak bir etkinlik derecesi kazandırdı; ve uzmanlarca geliştirilen ve uygulanması yaratacağı toplumsal tepkilere bağlı olmayan bir modelin uygulanmasını mümkün kıldı." (Silvia Bortzutzky'nin alıntısı, "The Chicago Boys, social security and welfare in Chile", The Radical Right and the Welfare State, Howard Glennster ve James Midgley (editörler), s. 90)
Diğer bir deyişle, faşizm "ekonomik hürriyet"in uygulamaya geçirilmesi açısından en ideal rejimdi, çünkü siyasi hürriyeti yıkıyordu. Belki de siyasi hürriyetin reddedilmesinin "serbest piyasa" kapitalizminin yaratılması (ve korunması) için gerekli ve yeter koşul olduğu sonucuna varmalıyız? Ve belki de sanayi anlaşmazlıklarını, toplumsal protestoları, sendikaları, siyasi birlikleri vb. denetim altına almak amacıyla bir polis devleti yaratılmasının, kapitalist piyasanın gözlemlenen işleyişi için gerek duyduğu temel kuralları güvence altına almak için gerekli bir asgari kuvvet kullanımından başka bir şey olmadığı sonucuna varmalıyız?
Brian Barry'nin, Milton Friedman ve Frederick von Hayek gibi "serbest piyasa" kapitalistlerinin fikirlerinden fazlasıyla etkilenmiş Britanya'daki Thatcher rejimiyle ilgili olarak söylediği gibi; bu belki de:

"Bazı gözlemciler Thatcher rejiminin liberal bireyci retorik ile otoriter eylemi birleştirmesi gerçeğinde çelişkili görünen bir şeyler bulduklarını iddia ediyorlar. Ancak burada hiçbir çelişki yoktur. En baskıcı koşullar altında dahi .. insanlar kendi [durumlarını] iyileştirmek için birlikte hareket etmeye uğraşırlar, ve örgütlenen bu çabaların parçalanması ve bireylerin kendi çıkarlarını bireysel olarak takip etmeye zorlanması için devasa bir kaba kuvvet kullanımı gereklidir. ... kendi başlarına bırakıldıklarında, insanlar kaçınılmaz olarak çıkarlarını kolektif eylem yoluyla elde etmeye eğilimli olacaklardır --sendikalarda, kiracı birliklerinde, topluuluk örgütlenmelerinde ve yerel hükümetlerde. Ancak merkezi gücün oldukça acımasız bir şekilde kullanımı bu eğilimleri mağlup edebilir: bu nedenle, serbest-piyasacılar tarafından modeller olarak el üstünde tutulan ülkelerin istisnasız olarak otoriter rejimler olması gerçeğiyle gayet iyi örneklendiği üzere, bireycilik ile otoriterlik arasında ortak bir birliktelik [mevcuttur]" ("The Continuing Relevance of Socialism", Thatcherism içerisinde, Robert Skidelsky (editör), s. 146).
Pinochet rejiminin otoriterlik, terör ve alimler yönetiminin damgasını taşımasında şaşılacak bir şey yoktur. Aslında, "Şikago-eğitimli ekonomistler, programlarının bilimsel doğasını, siyasetin yerini ekonominin ve siyasetçilerin yerini ekonomistlerin almasının gerekliliğini vurguladılar. Böylece, alınacak kararlar otoritenin iradesi olmayacak, onların bilimsel bilgisi tarafından belirlenecekti. Bilimsel bilginin kullanımı bu sayede hükümetin gücünü azaltacaktı, çünkü kararlar teknotratlar ve özel sektördeki bireyler tarafından alınacaktı." (Silvia Borzutzky, Op. Cit., s. 90)
Tabii ki otoriteyi teknotratlara ve özel [kesim] güçlerine devretmek onun doğasını değiştirmez --sadece sahibini değiştirir. Pinochet rejimi, hükümetsel gücün --bu gücün toptan dağıtılması yerine-- bireysel hakların korunmasından sermaye ile mülkiyetin korunmasına doğru göze batan bir şekilde kaymasına tanıklık etti. Bekleneceği üzere, yanlızca refah sahipleri bundan yararlandı. İşçi sınıfı, "tam [rekabetçi] emek piyasası"nın yaratılmasına yönelik girişimlere tabi oldu --ve insanları piyasanın gerektirdiği atomize bireylere ancak terör dönüştürebilir.

Pinochet rejiminin kabusuna bakınca, belki de, Bakunin'in, toplumun bilim kitapları ve "uzmanlar" tarafından yönetilmesinin olumsuz etkilerine işaret ettiği şu sözlerini tekrar tekrar düşünmeliyiz:

"beşeri bilim daima ve kaçınılmaz olarak mükemmel değildir ... eğer insanların --bireysel olduğu kadar kolektif-- pratik yaşantısını, sıkı ve seçkinci bir şekilde bilimin en yeni verilerine uygun olmaya zorlamış olsaydık, yaşamın her zaman bilimden sonsuz daha büyük olması sebebiyle, bireyi olduğu gibi toplumu da kısa zaman içerisinde altüst edecek ve nefessiz bırakacak bir Procrustes [boylarını yatağa uydurmak için misafirlerinin kol ve bacaklarını çekip uzatan veya kırıp kısaltan mitolojik dev] yatağında acılar içinde ölmeye mahkum etmiş olurduk." (The Philosophy of Bakunin, s. 79)
Serbest piyasa ideologlarının yönetimindeki Şili deneyimi Bakunin'in söylediklerini şüpheye yer bırakmayacak şekilde doğrulamaktadır. Şili toplumu terörün kullanılmasıyla Procrustes yatağına yatmaya zorlandı ve yaşam ekonomi ders kitaplarındaki varsayımlara uygun olmaya zorlandı. Son kısımda ispatladığımız üzere, yalnızca güç veya refah sahipleri bu deneyden başarıyla çıktılar." Kaynak: http://uk.geocities.com/anarsistbakis/makaleler/sss-kisimc11.html


Her türlü mandacılığa karşıyım. Egemenlik milletindir. Egemenlik, A.B'ye, orduya ve IMF'ye devredilemez. Demokrasi mandacılığa karşı olmaktır.

Yerleşim : Türkiye / Ankara  |  Meslek : Danışmanlık
 

Mesaj gönderebilmek için öncelikle giriş yapmış olmanız gerekmektedir.

Henüz kayıt yaptırmadıysanız buradan üye olabilirsiniz.

Üye olarak:

  • Yeni yazılar gönderebilir,
  • Varolan yazılara yorum yapabilir,
  • Arkadaşlarım, favorilerim, kişisel mesajlaşma, haber merkezi, dosya merkezi, online üyeler gibi pek çok yardımcı araçlardan yararlanabilirsiniz.

» Hemen üye olmak için tıklayınız.


 

1.28 saniye.
09:28:53, 29 Mart 2024, Cuma

Buradaki yazılar, yazarlarının ve Koniks.com®'un izni olmaksızın hiçbir yazılı, görsel yada sesli yayın organında yayınlanamaz. Eğitim amacı dışında, herhangi bir şekilde çoğaltılması yasaktır. Eğitim amaçlı çoğaltıldığı durumlarda, yazarla ilgili bilgilerin ve URL'nin belirtilmesi zorunludur.

Bu web sitesi bilgilendirme amacıyla iyi niyetle, amatör bir ruhla hazırlanmıştır ve yer alan her türlü bilgi genel nitelikte olup, doğruluğu, eksiksiz olması, güvenilirliği, yeterliliği ve güncelliği hiçbir surette sitemiz tarafından garanti ve taahhüt edilmemektedir. Yer alan görüş ve yorumlar tamamen Koniks.com üyelerinin kişisel görüşlerini yansıtmaktadır. Sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak iş kurma/yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir ve söz konusu bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan Koniks.com sorumlu tutulamaz.

© 2000-2024 Koniks.com İletişim   ||   Kullanım Şartları   |   Kurallar   |   Sitenin Kullanımı   |   Gizlilik   |   Yardım