Üye Toplam 2981 yazı |
|
akinselcuk Editör Toplam 5590 yazı | Hatta Angus, Holştayn, Saanen, Ankara keçisi gibi hayvan ırkları da doğal değildir. Bu konuda nasıl bir tehlike sözkonusudur acaba ? Bu Almanların ilaçlı boğaları var. Dev gibi, etlik geliştirmişler. Bazı tavuklar var hindiden beter. Bunların ithalatına izin falan mı çıkacak acaba ? Ama genetik sıkıntıdan çok karaciğere girecek kimyasallardan bahsedebiliriz. Ya da zamanla ortaya çıkacak olan adı bilinmez fizyolojik hastalıklar. Bu haberi biraz açmanız mümkün olursa çok seviniriz. tamnland.com Yerleşim : Türkiye / Türkiye | Meslek : Diğer |
huyhuyhuy Üye Toplam 2981 yazı | Bioteknoloji, tabii ki ,insanlık faydasına, kullanıldığında ,müthiş bir bilim dalı, benim tartışılmasını istediğim, bu teknoloji, şirketlerin elinde kar amaçlı , ve daha çok kazanma hırsı ile, ne hale gelebilir. Şu aralar, organik tarım, ile konvansiyonel tarım karşılaştırması yapıldığı bir süreç yaşıyoruz. ABD başkanının , eşinin bahçede organik tarım denemesi , örnek olur, düşüncesi ile üreticiler, veya bu işin ticaret erbabı telaş içinde , davranışın, örnek olup, kendi aleyhlerinde sonuçlar doğuracağını belirttiler. Bizimde , bu genetiği değiştirilmiş, ürünlerin, ithalatının ve kullanımının, kontrolsuz serbest bırakılmasının, sizin belirttiğiniz karaciğer konusu gibi, halk sağlığı açısından, üretici açısından, neler getirip neler ***üreceğini düşünüp tartışmalıyız diye düşünüyorum . Bu konuda benim, şahsi bilgilerim, hüküm vermeye yetmediği aşikardır. Ve sizin gibi konu hakkında eğitim almış, mühendis düşünce yapısı ile tahlil edildiğinde neler çıkar ortaya, ve aydınlanır. İstifade ederiz. ismail karagülle Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : İmalat |
huyhuyhuy Üye Toplam 2981 yazı | Vekiller, bu konuda çıkarılacak kanun için ikna edilmesi gerekli, Tübitak mensupları diye acaba kimler getiriliyor? Ve işte burada aklıma , çıkarılması düşünülen kanunun tartışılmasının, önünü kesmek amaçlımıdır , tübitakçıların orada bulunması, bizler bilime inanan insanlarız ve bilim temsilcileri orada ise tartışacak bir şey yoktur. Onlardan daha iyimi bileceğiz , diyerek tartışmadan uzak durmamalıyız ve doğruyu araştırmaya, devam etmeliyiz. Tabii bunun bir şartı var. Bunu yaparken, yansız, daha doğrusu bilimden , halk sağlığından, ve doğrudan yana objektif yorumlara ihtiyaç var. Bunu yapabilecek ziraat mühendislerine, ve fikir adamlarına sahibiz. diye düşünüyorum ismail karagülle Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : İmalat |
huyhuyhuy Üye Toplam 2981 yazı | ismail karagülle Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : İmalat |
huyhuyhuy Üye Toplam 2981 yazı | Tohum konusunda, beni endişelendiren bir yazı daha aşağıda, bu konuda, siz ne dersiniz; Bugün dünyanın önde gelen on firması dünya ticari tohum satışlarının yarısından çoğunu gerçekleştirmektedir. Aynı şekilde önde gelen on firma (çoğu aynı olmak üzere) tarım kimyasalları satışının %84’ünü gerçekleştirmektedir. Tohumun kontrolü ve araştırmanın az sayıda elde toplanması ile dünya gıda arzı giderek tehditlerle karşılaşmaktadır. Bu eğilimin bir sonucu olarak, binlerce çeşit yok olmuş, tarımsal üretim giderek suya, makinelere, tarım kimyasallarına bağımlı hale gelmiş, çiftçiler dünyada yok olmaya başlamış, açlık büyümeye devam etmiş, yediğimiz besinler lezzetini ve çeşitliliğini kaybetmeye başlamıştır. Bitki ıslahı giderek özel firmalar tarafından finanse edilmekte ve giderek az sayıda firmanın çıkar ve amaçlarına hizmet etmektedir. 2006 yılında Türkiye tam olarak uygulandığında çiftçilerin tarımsal uygulamalarını yok edecek yeni bir tohumculuk kanununu TBMM’den geçirmiştir. Bu yasa ile çiftçiler tohumlarını kayıt altına alınmaksızın, kendi kullanımları için koruyabilecek ve diğer çiftçilerle değiştirebileceklerdir. Ancak bunların her hangi bir şekilde satışı cezalarla karşılaşacaktır. Bu gelişmeler biyoçeşitliliği yok etmekte, tarım kimyasallarının kullanımı arttırarak endüstriyel tarım sistemini güçlendirmekte, ürünlerin besleyici ve koruyucu özelliklerini yitirmesine yol açmaktadır. ismail karagülle Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : İmalat |
huyhuyhuy Üye Toplam 2981 yazı | Anadolu orijinli mercimek, buğday, nohut yurtdışında geliştirilip Türkiye’ye satılıyor. Tohumlarına ‘ıslahçı hakkı’ adı altında milyonlarca dolar ödeniyor Anadoluda, endemik (Kendine has bitki türü) üç binden fazla tarımsal bitki türünün , yok olmasına sebep olacak bu kanun korkarım. (Yukarıda ki yazıda bahs ettiğim tohumla ilgili kanun) Ve Amerika ile yapılması planlanan , genetiği ile oynanmış, organizmaların (GDO lu tohum ve diğer) kontrolsuz, ithali ve kullanımını , bu bilgiler ışığında inceleyince , sormadan kendimi alamıyorum TÜRK TARIMI NEREYE GİDİYOR. Selam ve saygıyla ismail karagülle Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : İmalat |
gms Yeni Üye Toplam 16 yazı | 14/08/2009 : 04:04:45 ![]() Slm arkadaslar, bu konular tahminimiden cok daha onemli. Sadece tohumun tek elde (MONSANTO) olmasi ve tohumun bir defaya mahsus ekilebilir olmasi(Terminator tohumu) bu guclerin insanligi rehin almasi demektir. Hindistan pamuk...Kanada misir bugday vs. Bu konularin arastirilmasi ve kamoyunda bilinmesi ve tartisilmasi gerekmektedir. Ayrica turkiyeye on yildan beri satilmaktadir. Yerleşim : Fransa / Auray | Meslek : Esnaf |
huyhuyhuy Üye Toplam 2981 yazı | Önce trakyada ki arıların toplu ölümü , şimdilerde marmaris dolaylarındaki çam balı üreten arıcıların , karşılaştıkları toplu ölümlerin nedeninin . Genetiği değiştirilmiş ürün kullanımı , ve bunları kullanan üreticinin kullandığı ilaçlar olduğu söylenmektedir. ( Söyleyen ben değilim . Çanakkalede bir yüksek okul veya üniversite , Yani konu hakkında yetkin bilim adamları söylüyor.) Arı ölümlerinin , çok önemli olduğu hakkında ciddi hipotezler var ki hepside çok ürkütücü . ismail karagülle Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : İmalat |
akinselcuk Editör Toplam 5590 yazı | Dünya da çaktırmadan biyolojik silah denemeleri yapıldığı hissine kapılıyorum sık sık. Grip büyük bir sektör. Yeni bir mikrop çıkıyor bir kaç insan ölüyor ki bunlar belkide şehit oluyor ! Ardından serum üretilip aşılar satılıyor. Silah ticareti gibi . Bilemiyorum ama akla geliyorsa olması da imkan dahilindedir gibime geliyor. Fakat tohum olayında ciddi bir bilgisizlik suistimali var. Bütün insanlar elit çeşit, ıslah çeşidi, genetik ıslah gibi konuları bilmek zorunda değil. Televizyonlara gazetelere çıkan bir takım insanlar bu konuları çok saptırıyor. Ortaya şehir söylentileri çıkarıyor. Hiç bir yabani çeşit yani doğal çeşit dünyadaki insanları besleyecek kadar meyveler üretemez. Bu bitkiler hastalıklara dayanıklılık geni, yüksek verimli meyve geni, soğuğa dayanıklılık geni gibi birtakım konularda genetikciler tarafından geliştirilir. Yediğimiz hiç bir ürün zaten doğal halinde değildir. bitkilerin hiçbiri kendi kendini tozla**** yani dölleyerek verimini sabit tutamaz. Üretiminizden aldığınız tohumları kulanırsanız her yıl verim ciddi oranlarda düşer ve en sonunda hiç meyve bağlamaz hale gelir. Akraba evliliği ile çoğalmaya çalışan bir kabile gibi. Bu yüzden her yıl yeni tohumluk kullanılarak bu sorun çözülür. Tohumculuk bir sektördür ki büyüyen dünyada bunun başka türlü bir şekli de olmaz. Tohumculuk firmalarıda bitkinin verimini en üst seviyeye çıkarmak için neslinin devamından feragat edip bütün faydalı özellikleri en üst seviyede olan tohumlar ıslah ederler. Çünkü nasılsa bitkiden tohum alma yönteminin olur bir yanı yok. Buradaki asıl sorun ülkemizde tohumculuğun eksik gelişmiş olmasıdır. Yani bu sektörün lokomatifi biz olsaydık aynı şeyi biz yapacaktık aklın yolu olarak. Bunun siyasi bir yanı yok biyoloji bunu gerektiriyor. Heleki bu tohum işini dini faktörlere bağla**** sonuçlar ve senaryolar üretmek tam olarak akıllara zarar bir iş. Ülkemizde bu konuda şehir şehir dolaşıp özel firmalar için konferanslar veren ve televizyon kanallarında programlara yapıp her gece aynı konuşmaları tekrerlayan insanlarada bir kaç kişiden ibaret. Ziraat odalarının veya farklı bölgelerden mühendislerin bu teorileri dillendirdiklerine hiç sahit olmuyoruz. Para karşılığı yapılan ve kişisel reklama hizmet eden halkı ve bilimi hiçe sayan bir iş ile karşıkarşıyasınız. Çocuk kalsiyum ihtiyacını karşılamak için günde 400 litre süt içmek zorundadır oysa her gün 20 gr danone yemesi yeterli olur diyebilen bir kişinin etikten çok reklamdan kazanacağı parayı umursadığı da gayet açık. Bir çok çocuk haftada 1 litre bile süt içmeden büyüyor ve mühendis olabiliyor. Danoneden zaten hiç haberi olmuyor. Gerek tohumculukda ve gerekse biyolojik denemelerde aklımızın ermediği aşağılık işler yapılıyorsada bu tohum konusunda söylenenler doğru değil. Zaten alternatifi de yok. Sezon başladımı çiftci bildiğini okur. Elit çeşit tohumu ekerse para kazanır bu televizyonda okunan gazellere uymaya kalkarsa aç kalır. Tabiri caizse yediğimiz ekmeğin buğdayı aslından milyon kere farklılaştırılmış bir tohumdan yetiştirilir. Sokaklarda , kırlarda gördüğümüz bici bici diye tabir ettiğimiz buğday başağının küçüğüne benzer bitkiler vardır. Buğdayın gen orjini Anadolu olduğu için bu bitki her yerde mevcuttur. Budayın doğal hali odur. Ekmek yaptığımız buğdayın atası o bitkidir. genleri değiştirile değiştirile şimdiki buğday çeşitleri üretilmiştir. Bu durumda yüzyıllardır hilkat garibesi bir tohumdan yapılan ekmekleri yiyoruz demektir. Ki gerçek tam olarak böyledir. Bitkilerin doğal halleri insanların dünyaya yayılmaya başladığı çok eski tarihlerden itibaren değiştirilmeye de başlanmıştır. Orjinal haliyle tükettiğimiz bir bitki kaldığını hiç sanmıyorum. Yani bu tohumların genetik yapıları yenice dış mihraklar tarafından değiştirilmedi. Binlerce yıldır genetiği oynanmış tohumdan yetişen bitkisel ürünleri tüketiyoruz. tamnland.com Yerleşim : Türkiye / Türkiye | Meslek : Diğer |
akinselcuk Editör Toplam 5590 yazı | Tarımın çok kolay gelişeceği ülkelerden biriyiz. Belkide bu konuda tekiz. Anadoluda ne kadar dengesizlikler olsada zengin su yatakları da mevcut. Yeterki oturduğumuz yerden kalkıp bir iş yapalım. Bunun farkında olan büyük ve uyanık ülkeler bizi uyandırmadan üzerimizde tarımsal baskılar kurmaya çalışırlar. Eğer onları tehdit edecek bir şey kalmamışsa seslerini çıkarmaz hatta destek olurlar. Son yıllarda Türkiyede bitkisel üretim çok arttı. Avrupanın gıda üretimi kendine yetmiyor. O zaman Türkiyenin daha çok üretim yapmasında bir sakınca yok. Hatta bedelsiz hibeler bile verilebilir. Üzerinde durulacak konular bunlardır. Eskiden halkı tek bir noktadan yöneten devlet sistemleri ortadan kalkıyor. Artık bireyler üretim yapıp kendi kendine pazar bulabiliyor. Bu durmda bir başka ülkenin gelişmiş üretim kabiliyeti olan başka bir ülke halkının önüne engel çıkartması zorlaşıyor. Kamuoyu denen güç budur. Bir lider ne kadar zeki de olsa kamuoyu önünde engelleme yapamaz. Heleki başka bir ülkeden. mesela bizim fındıkcılar birleşip profesyonel oluşumlarla dünya fındık piyasasını etkileyebilirler. Fındık borsası fındık üretimi olmayan Almanyanın elindedir. Bunu geçersiz kılacak sistemler ortaya çıkarabilirler. Ne kadar dirensede bir süre sonra sistem değişir. Çünkü ortaya çıkan bir komuoyunu ülkesi çıkarını hiçe sa**** Almanya ya satacak bir yönetici bulmak da mümkün değildir. Tabiata aykırıdır. Zaten bu olsa bile ileriki bir dönemde bu oluşum şartları zorlamaya devam edecek ve borsayı buraya getirecektir. Genetiği oynanmış tohum yiyoruz diyerek garip teoriler ortaya çıkarmak bana biraz abesle iştigal gibi geliyor. tamnland.com Yerleşim : Türkiye / Türkiye | Meslek : Diğer |
huyhuyhuy Üye Toplam 2981 yazı | Bir de buna bak hocam . Sen çilek yiyebildin mi? ![]() ismail karagülle Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : İmalat |
akinselcuk Editör Toplam 5590 yazı | Bir kaç kilo alabildim sonra bakamadığım için sistemi susturdum. Ama balkondaki chery bilya gibi hala domates veriyor. Yukardaki dizaynın serası işte. Bunların başlangıç budamasını çok iyi yapıyorlar bitkiler asker gibi oluyor. Bütün verim meyvaya gidiyor. Alttanda yavaş ve ince bir su akıyor. Mikrop yok aşırı hijyenik. İçeri herkes girip çıkmıyor. Oksijen karbondioksit ve nem kontrolü 24 saat yapılıyor. Aynı daldan bu şartlarda istenirse 3 - 4 sene ürün alınır ama her yıl yenileniyor. 10 dekar sera tam bir tır ediyor. Her hafta 80 ton. 11 ay üretim. Kiloda 50 kuruş kar yakalandımı ilk yıl neredeyse bu büyük maliyeti amorti ediyor. Büyük sermayeler mucizevi işler yapabiliyor. işin enteresanı Japonlar ve Amerikalılar bunu neredeyse 70 yıldır yapıyor. Bize yenilik gibi gelen bu işi Avrupa da 50 yıldır yapmakta . . . . Buna rağmen dizaynın bu yaptığı bize mucize gibi geliyor. Ne kadar komik . . . tamnland.com Yerleşim : Türkiye / Türkiye | Meslek : Diğer |
huyhuyhuy Üye Toplam 2981 yazı | traji komik. hocam . Bizim Bolu Mengen de , yada bir mülk satıp başka bir yerde bu işi mutlaka yapacağım . ismail karagülle Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : İmalat |
gms Yeni Üye Toplam 16 yazı | 03/09/2009 : 02:47:43 ![]() Monsanto firmasini incelerseniz bu adamlarin bir gun bizim tarimi da ellerine gecirdikten sonra butun milleti tohum embargosu ko**** ac birakabileceklerini anlarsiniz. urkutucu olan bir kullanimlik tohum satmalaridir tohum kisir,hertarafa yayiliyor ve bunlarin patenti altinda. 'Bunun adı biyolojik korsanlık' GDO'ya Hayır Platformu'nun temsilcisi Levent Gürsel Alev: Biz biyoteknolojiye değil, bu yöntemin canlılar üzerinde kullanılmasına ve yeni bir canlı organizma yaratmaya karşıyız. Fındığın bir genini alıp domatese aşılıyorsunuz. Domatesin genleri üzerinde nasıl mülkiyet hakkına sahip olabilirsiniz? Bu bir biyolojik korsanlık. Türkiye'de faaliyet göstermek isteyen Amerikan Monsanto şirketi kendi ülkesindeki çiftçilerle davalı. Nedeni ise gen kaçışları. GDO'lu bitkideki gen, tozlaşma yoluyla bir başka ekimin üzerine gidiyor, o bitkinin genetik şifresini bozuyor. O zaman ekolojik tarım yapamayacağız. Çünkü 5-10 km ötemde transgenik etki olursa, tüketicime sağlıklı ürün veremem. GDO'lu teknik, totaliter bir teknik. Biyoçeşitlilik için büyük bir tehdit. Deli otlar, çılgın otlar gibi tanımlanamayan otlar çıkıyor ortaya. Gen kaçışlarını önlemek için GDO'lu ekimin yanında klasik ekim yapılırsa gen kaçışı engellenir diyorlar. Ne yaparlarsa yapsınlar Frankeştayn bir canlı çıkacak ortaya. İnsanlığa ne kadar bedel ödeteceği belirsiz GDO'lu ürünler Türkiye'ye sokulmamalı, GDO'lu tarım yapılmamalı diyoruz. GDO'lu ürün kullandığı bilinen ithal ürünler, Cargill, Novartis, Zeneca, Du-Pont, Syngenta, Monsanto ve Dow Chemical gibi GDO üreticisi şirketlerin Türkiye'ye getirdiği ürünler mercek altına alınmalı diyoruz. 'Asıl sorun kontrolsüz ithalat' Prof. Dr. Şeminur Topal (Yıldız Teknik Üniversitesi Biyomühendislik Anabilim Dalı): Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı kontrollü alan denemeleri yapıldığını ifade etmektedir. Oysa bu denemeler açık alan denemeleri ve doğal gen kaçışlarına karşı ciddi önlemler alınmamış. Bazı şirketler çiftçiye kontrolsüz ve ücretsiz tohumluk dağıtımı yapıyorlar. Bu konuda ciddi bir denetim yok. GDO'lu hammadde ve tohumluk ithalatının boyutları çok büyük. Bu ürünler; özellikle mısır, soya, kolza, patates ve pamuk ile türevleri. Genellikle yemlik, yağlık ve mısır vb. nişasta bazlı şekerlerin imalatında kullanılıyorlar. Hiçbir nitelik sınırlaması yapılmadan, gümrüklerde hiçbir kontrol ve analiz yapılmadan yurdumuza giriyorlar. Üstelik bu konuda tüketici yanıltılarak ithalat yapıldığı reddediliyor. En buyuk hissedarlardan Rockefellerin sozleri ne kadar dusundurucu: "PETROLU kontrol eden MILLETLERI, TARIMI kontrol eden butun insanlari kontrolu altinda tutar" veya "Dunyada aclikla basedebilmek icin dunya nufusunu 1 milyara indirmek lazim" Benim sorum :aceba 6.5 milyari ne yapacaklar?????? Yerleşim : Fransa / Auray | Meslek : Esnaf |
gms Yeni Üye Toplam 16 yazı | 03/09/2009 : 02:51:22 ![]() Yıl: 5 Sayı: 45 01 Ağustos 2009 15 Günlük Siyasi Gazete İletişim | Bağlantılar | Arşiv Ana Sayfa Güncel Başyazı Haberler Makaleler E-Posta ABD Emperyalizmi İnsanlığı Toprak Köleliğine Sürüklüyor ABD Emperyalizmi İnsanlığı Toprak Köleliğine Sürüklüyor resmi ABD Emperyalizmi, insanlığı Toprak Köleliğine sürüklüyor! Okuyucularımız haklı olarak başlığı ilk bakışta saçma bulabilir. Çünkü emperyalizm kapitalizmin ileri aşamasıdır; yirminci yüzyıl ile birlikte başlamıştır. Serflik (toprakbentlik, toprak köleliği) ise kapitalizm öncesi üretim ilişkilerine dayanır ve toplumsal devrimler öncesi çağın, Antika çağın ürünüdür. Dolayısıyla burada en azından anakronizm (zaman çelişkisi, zaman uyumsuzluğu) vardır, denebilir. Ayrıca, hadi bizim gibi burjuvazisi cılız ve toplumsal devrimini yapamamış geri ülkelerde hem emperyalizm, hem de derebeylik bir arada bulunsun da, emperyalist metropollerde kapitalizm öncesi üretim ilişkileri kazınmıştır; o halde ABD Emperyalizmi insanlığı toprak köleliğine nasıl ***ürebilir, gibi bir soru da akla gelebilir. ABD haydutu bunu modern bilimi kullanarak yapmaya çalışıyor. Günümüzde modern bilimin atılım yaptığı başlıca üç alan var: Bilgiişlem teknolojisi, Telekominikasyon ve Biyoteknoloji. Emperyalizm, sömürüsünü, doğası gereği, tüm bu alanlara yayıyor. “Teknoloji transferi” yalanıyla dünyanın dört bir yanına sermaye ihracı yapıyor. Sermaye ihracı emperyalist ekonominin başlıca özelliğidir. Teknolojiyi sözde “transfer” ederken, hedef ülkeyi kendisine bağımlı kılıyor. Biyoteknoloji özellikle son 15-20 yılda büyük atılım yapan bir bilim alanı. Kısaca canlıların genleriyle oynama bilimi diyebiliriz. İnsanlık bugün biyoteknoloji sayesinde her türlü canlının genetik materyalini (DNA’sını veya RNA’sını) ayrıştırabiliyor, yapısını ayrıntılı olarak belirleyebiliyor. Hatta canlıların genetik özelliklerini dışarıdan eklemeler yaparak değiştirebiliyor, canlıları kopyalayabiliyor. Dolayısıyla, biyoteknoloji, insanlığın elinde iyi kullanıldığı taktirde çok büyük bir güç demek. Ne var ki, emperyalizm, biyoteknolojiyi de kirli, insanlık dışı amaçları için, sinsice ve çok yönlü olarak kullanıyor. Biyoteknolojinin, emperyalizm tarafından en haince kullanıldığı alan; tarım. İşte emperyalizm insanlığı tarımda biyoteknoloji uygulamaları ile köleleştirmeye çalışıyor. Böylece sömürüsünü artırmaya ve sürekli kılmaya çabalıyor. Emperyalizm demek; tekel demektir. Tekeller kapitalist ülkelerde sermayenin birikimi ve merkezileşmesi sonucu doğdu. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından başla****, ekonominin her alanına uzandı tekeller. Bu süreç, yirminci yüzyılla birlikte, kapitalizmin nispeten ilerici dönemi olan rekabetçi biçiminin kendi zıttı olan tekelci ekonomiye sıçramasıyla sonuçlandı. Tekel; gerek ekonomide, gerek siyasette, gerek kültürde, hayatın her alanında gericilik, yozlaşma, vahşet, canavarlık demekti. İnsanlık bunu iki büyük emperyalist paylaşım savaşı ile milyonlarca kayıp vererek yaşadı. Yetmedi, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında dünyanın dört bir yanında olagelen emperyalist canavarlıklarla yaşıyor. İnsanlığa karşı böylesine acımasız olan, kâr için her türlü insanlık dışı, adaletsiz uygulamayı yapan emperyalizm canavarı, doğası gereği biyoteknolojiyi de kirli amaçları için kullanıyor. Türlü yalanlarla bu konuda insanlığı kandırmaya çabalıyor. Emperyalist Politika ve Bilim Bugün yeryüzünde emperyalizmin kâbesi ABD’dir. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşından diri çıkan ABD, “üzerinde güneş batmayan” İngiliz Emperyalizminin yerini aldı. Ekonomide, siyasette, kültürde hegemonya kuran ABD Emperyalizmi, bilimi de büyük ölçüde eline geçirmiş durumda. Emperyalist tekeller, büyük paralar dökerek bilim insanlarını, araştırma kuruluşlarını satın alıyor, bunlara gizli araştırmalar yaptırtıyor, yeni keşiflerin patentini ele geçiriyor ve gizliyor. Tek amacı: sömürü. Kârını azami düzeyde tutabilmek. Böyle olunca, bilimin de gerektiği gibi insanlığın refahı için akıp gitmesi engelleniyor. Bilimin önünü tıkıyor emperyalizm. Emperyalizm bunu yapabiliyor, çünkü kapitalist ekonominin itici gücü rekabet, yok olmuş durumda. Öte yandan, emperyalizm döneminde sermayenin organik bileşimi değişir. Tekellerin sabit sermaye yatırımları (makineler, hammaddeler vb.) çok büyük artış gösterir. Buna karşılık değişken sermaye, sabit sermayedeki bu büyük artışa göre geri kalır. Bu durum tekellerin kâr oranının düşmesini getirir. Çünkü kârın kaynağı İşçi Sınıfının sırtından çıkarılan artıdeğer sömürüsüdür. Sabit sermaye yatırımları böylesine artan, dolayısıyla kâr oranı düşen tekeller, yeni teknik buluşları uygulamaya koymazlar; çünkü yeni teknik buluşların üretimde yer alması demek, sıfırdan yeni yatırım demektir, kârın daha da düşmesi ve risk demektir. Bu nedenle emperyalist tekeller teknik gelişmeyi durdurmaya çalışırlar. Bilimi, tekellerine alışlarının nedeni de budur. İnsanlığa hizmet değil, sömürülerini garanti altına almak. Ancak, emperyalizmin gücü teknik gelişmeyi durdurmaya yetmez. Çünkü bilim ve teknik çok yönlü ve birbiriyle bağıntılı ilerler. Bir bilim dalındaki yeni buluş, kaçınılmaz olarak, başka bilim dallarında veya üretim alanlarında sıçramaya yol açar. Bu gelişmenin önünü alamayacağını anlayınca, tekeller, hem yeni buluşları tekelinde tutmak, hem de kâr elde edebilmek amacıyla davranır; bilimi insanlık dışı hedefleri için kullanır. Örneğin nükleer enerjiyi silah olarak kullanarak, yüzbinlerce masum insanı katletti emperyalizm. Yasak olmasına rağmen; dün Vietnam’da yaptığı gibi, bugün Afganistan ve Irak’ta kimyasal silahlarla sivilleri öldürüyor. Gizlice biyolojik silahlar geliştiriyor ve bunları sinsice uyguluyor. Biyoteknoloji, bu açıdan emperyalizmin elinde büyük bir güç. Sadece silah olarak değil, artık üretim anlamında da emperyalizm için büyük bir kâr aracı biyoteknoloji. Tarımda Biyoteknolojik Amerikan Yardımı: Emperyalizmin Yeni Stratejik Silahı Emperyalizm, biyoteknoloji sayesinde yeni tarımsal ürünler üretiyor. Bu ürünler daha çok genetiği ile oynanmış bitkiler ve bitki tohumları. ABD Emperyalizmi bu bitkileri ve tohumlarını tüm dünyaya yayma çabasında. Genetiği ile oynanmış bitkiler ilk kez 1996 yılında piyasaya sürüldü. Bir anda ortalığı genetiği ile oynanmış mısır, pamuk, soya fasulyesi, patates gibi ürünler kapladı. Örneğin 2001 verilerine göre; ABD’de genetiği ile oynanmış mısır % 20, soya % 63, pamuk % 13, kanola % 5 oranında üretilir oldu. Bunların yanı sıra genetiği değiştirilmiş tahıllar, sebzeler, meyveler de var kuşkusuz... Bu ürünlere pek çok olumlu özellik kazandırıldığı öne sürülüyor. Örneğin, mısır ve soya fasulyesinde olduğu gibi, ürünün taşıdığı protein miktarı ve kalitesi artırılıyor, yeni proteinler ekleniyor, yağ miktarı değiştiriliyor; pamukta olduğu gibi liflerinin dayanıklılığı artırılıyor; domates ve patateste olduğu gibi besleyici özelliği geliştiriliyor; pirinçte olduğu gibi taşıdığı A vitamini miktarı artırılıyor vb. Bu ürünlerden elde edilen katkı maddeleri diğer yiyeceklere ekleniyor. Ayrıca, bitkilere bazı bakteri ve virüs genleri eklenerek bitkinin haşereye (zararlılara) ve virüslere karşı dayanıklılığı artırılıyor. Veya bitkinin zararlılara ve yabani bitkilere karşı kullanılan ilaçlara karşı dayanıklılığı artırılıyor. İyi ya, denecek, genetiği ile oynanmış bitkiler madem bunca yararlı, emperyalist sömürü bunun neresinde? Genetiği ile oynanmış bitkilerin gerçekten de yararlı özellikleri olabilir. İnsanlık için çok büyük bir potansiyele sahip. Ne var ki bu ürünlerin güvenliği henüz tam anlamıyla ortaya konulmuş değil. Daha 1992’de, o zamanki ABD Başkanı George W. H. Bush, “Genetiğiyle oynanmış bitkiler diğer bitkilerden farklı değildir, dolayısıyla güvenlik kontrolüne gerek yoktur” diyordu. (Bu nedenle Avrupa 2004 yılına kadar genetiğiyle oynanmış ürünlere karşı durdu. Şimdi Avrupa’da da, ABD’nin baskısı sonucu, sınırlı da olsa, kapılar bu ürünlere açıldı, hatta bu bitkilerin ziraatına başlandı. Başka bir emperyalist güç daha bitkilerin genetiği ile oynayacak! Gene başlangıçta bu ürünlere karşı soğuk duran Vatikan da, Kasım 2003’ten beri onayını verdi. Fetva işi de böylece tamamlandı! ) Bu işin bir yanı... Daha önemlisi, emperyalizmin, genetiğiyle oynanan ürünleri sömürü aracı olarak kullanıyor oluşu. ABD Emperyalizminin tüm dünyada genetiğiyle oynanmış ürünlerin kullanımını özendirmesi, hatta baskı yapması bundan. ABD Emperyalizmi, genetiği ile oynanmış bitkileri yaymak için çeşitli yollar kullanıyor. Bunlardan birisi, halkımızın da dilinde olan ve ne anlama geldiği iyi bilinen “Amerikan Yardımı”. Bugün halkımız, gerçekte hiçbir işe yaramayan, hiçbir sorunu çözmeyen ama yardım olarak gösterilen tutumlara “Amerikan Yardımı gibi!” der, geçer. Gerçekten de böyledir. Üstelik, hiçbir işe yaramayan, tersine “yardımı” alan için çeşitli zararları olan bu sözde yardımları boşuna vermez emperyalizm. Halkımız bu “yardımları” iyi bilir. Küçüklüğümüzde ilkokullarda (1960’lı yılların başları) “beslenme desteği” olarak kokuşmuş Amerikan süt tozlarından hazırlanmış sütleri (karışımları desek daha doğru, çünkü ne idüğü belli değildi) biz çocuklara içirmeye çalışırlardı. Buna karşılık ABD Emperyalizmi içimize girmişti, sözde “barış gönüllüleri” özde CIA ajanları, tüm Anadolu’da, deyim yerindeyse, fink atıyordu. Böylece etnik köken, mezhep ve ekonomi haritamız, yeraltı ve yerüstü zenginliklerimiz çıkarıldı, gelenek göreneklerimiz saptandı. Bir yandan da IMF, Dünya Bankası, NATO, CENTO, USAID vb. uluslararası örgütlerle elimiz kolumuz bağlandı. Ve sonuçta ABD Emperyalizmi kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaya başladı bizimle. Günümüzde, geri ülkelere Amerikan gıda yardımının içyüzü, Amerikan “yardım” örgütünün (USAID: United States Agency for International Development: Birleşik Devletler Uluslararası Kalkınma Ajansı) resmi sitesinde açıktan ortaya konuluyor: Amaç, “gelişmekte olan” ya da yoksul ülkelerde genetiğiyle oynanmış tahılların kullanımını teşvik etmek. Bundan da birincil yarar görenin ABD olduğu vurgulanıyor (http://www.usaid.org): “Amerika’nın dış yardım programlarından birincil yarar gören hep Birleşik Devletler olmuştur. USAID sözleşmelerinin ve bağışlarının yaklaşık % 80’i doğrudan Amerikan firmalarına gitmektedir. Dış yardım programları tarımsal ürünler için büyük pazarların oluşmasına yardım etmiştir.” ABD Emperyalizmi, genetiği ile oynanmış ürünleri dünya üzerinde olabildiğince yaymaya çalışıyor. Özellikle de geri ülkeler başlıca hedef. Meral Tamer, 17 Mart 2005 tarihli Milliyet’te, ABD’nin yapmak istediğini, bir biyoteknoloji hocasının ağzından şöyle açıklıyor: “Tüketiciyi Koruma Derneği TÜKODER’'in toplantısında konuşan Yıldız Teknik Üniversitesi biomühendislik ana bilim dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Şeminur Topal’ın şu sözleri tüyler ürperticiydi: ‘Amerika, seçimler sonrasında Irak’ta genetik modifikasyon dışında tarım yapmama kararı getirdi!’ Yani Iraklı tarım üreticileri artık sadece genetik değişime uğramış tarım ürünleri üretebilecek. İnanılır gibi değil. Prof. Topal’a göre ‘ABD, özellikle de geri kalmış ülkelerin tarımını ele geçirmeye çalışıyor ve bu politikasını, ABD senato üyelerinin çoğunun yönetim kurulu üyesi oldukları çokuluslu şirketler eliyle yürütüyor.’” Demek ki, tarımda biyoteknoloji, emperyalist tekellerin dünya tarımını ele geçirmede stratejik bir silahı durumunda. ABD Başkanları Nixon ve Ford zamanında, Amerikan Tarım Bakanlığı yapmış olan Earl Butz, 1974’te bunu açıkça belirtiyordu: “Gıda, bizim uluslararası anlaşmalarda kullandığımız başlıca silahtır”, diyordu bu bakan. Genetiğiyle Oynanmış Ürünler Açlığa Çözüm mü? İşte ABD Emperyalizmi, genetiğiyle oynanmış bitkileri ve tohumları geri ülkelere “yardım” olarak verip, onları tamamen kendisine bağımlı kılmaya çalışıyor. “Açlığa çare” olarak gösteriyor, böylece gerçek niyetini saklıyor. ABD, AB’yi dize getirirken de aynı yalanı kullanıyordu. Haziran 2003’te, Bush, AB’nin genetiği değiştirilmiş ürünlerle ilgili yasağını Afrika’daki açlığın nedeni olarak koyuyor ve konuyu Dünya Ticaret Örgütü’ne ***üreceğini bildiriyordu. Bush “Bir kıtadaki (Afrika) açlık tehlikesi için Avrupa ülkelerini biyoteknoloji karşıtlığına son vermeye çağırıyorum” diyordu. Aynı ay içinde, Bush politikasının AB’deki baş destekçisi İngiliz Blair Hükümetinin Çevre Bakanı Michael Meacher, genetiğiyle oynanmış bitki ve tohumlara karşı oluşu nedeniyle görevden alındı. Çünkü “çatlak ses” istenmiyordu. Bakanın dediği, genetiğiyle oynanmış ürünlerin güvenilirliği hakkında henüz elde yeterince bilimsel veri olmadığıydı. Buna bile tahammül edemediler. Aslında, açlık ile karşı karşıya olan başta Afrika ülkeleri olmak üzere tüm geri ülkeler, bu emperyalist oyunu için biçilmiş kaftandı. Çünkü biyoteknoloji ürünlerinin bolluk getireceği, açlığın ortadan kaldırılacağı belirtiliyordu. Üstelik, geri ülke yöneticilerini satın almak da emperyalizm için kolaydı. Yoksullukla savaş görüntüsü satılık geri ülke yöneticileri için de cazipti. Bunların ceplerine üç beş dolar da konuverirdi... AB gibi metropollerde ise tekellerin baskısı etkin olacaktı. Amerikan tekeli Monsanto ile İsviçre tekeli Syngenta’nın baskısı altında AB, yukarıda da belirttiğimiz gibi, 2004 yılında yasağı kaldırarak genetiği değiştirilmiş ürün yetiştirmeye başladı. Bugün dünyada 1.5 milyar insan açlıkla boğuşuyor, her yıl 1 milyonu aşkın insan açlıktan ölüyor. Her gün ortalama 35 bin çocuk yetersiz beslenme nedeniyle ölüyor. Her altı çocuktan biri, anne iyi beslenememiş olduğundan, yeterince gelişmemiş olarak doğuyor. Beş yaşın altında her üç çocuktan biri, beslenememe nedeniyle gelişemiyor. Durum böylesine içler acısı. Sözde bu ülkelere “yardım” yapıyor ABD Emperyalizmi. Böylece, aynı zamanda henüz güvenlik kontrolü yapılmamış ürünlerini milyonlarca insan üzerinde deneme fırsatı buluyor. Emperyalist canavarın niyetini sezip bu ürünleri ülkelerine sokmak istemeyen yöneticilere USAID yetkililerinin cevabı şu: “Dilencilerin seçme hakkı yoktur. Ya bu ürünleri alırsınız, ya da aç kalırsınız!” Yani kırk katır mı, kırk satır mı, gibi iki seçenek tanıyor açlık içindeki insanlara. Kaldı ki, bugün Afrika’daki (hatta tüm dünyadaki) açlığın birincil nedeni gene emperyalist sömürüdür, talandır. Aynı zamanda, özellikle ABD Emperyalizminin çevre kirliliğine, su kaynaklarının hoyratça harcanmasına, ozon tabakasının delinmesine, atmosferde karbondioksit artışına, dolayısıyla sıcaklık artışına, iklim değişikliklerine, kuraklığa yol açtığı iyi biliniyor. Öte yandan, emperyalistlerin açlık gibi bir derdi yoktur. Açlıktan ölen milyonlar onların umurunda değildir. Çünkü emperyalistler maltusçudur. Thomas Robert Malthus, 1766-1834 yıllarında yaşamış bir İngiliz ekonomistidir. Kapitalist toplumun dengesizliklerini aklamaya çalışırken nüfus artışını kullanır. Bu nedenle de kendisi Papaz Malthus olarak bilinir. İngilizcede nüfuz sözcüğünün karşılığı “population”dur. Population’un pop’u alınarak Malthus’a takılır. Böylece Thomas Malthus, olur Papaz Malthus (pop, papaz demektir). Papaz Malthus’a göre nüfus, geometrik dizi ile artış gösterir. Yani her seferinde iki kat artış olur; 1® 2 - 4 - 8 16 #8594; 32 #8594; 64 #8594;128... gibi artış gösterir. Buna karşılık yiyecek üretimi veya toprağın üretkenliği aritmetik diziyle artar. Yani 1 #8594; 2 #8594; 3 #8594; 4 #8594; 5 #8594; 6 #8594; 7 #8594; 8... gibi bir gidiş gösterir. Böyle olunca da yiyecek üretimi, nüfus artışını karşılamaya yetmez. Bunda kapitalist ekonominin hiçbir suçu yoktur. Aşırı nüfus vardır. Burjuvazi, kapitalizmi masum gösteren bu saçma teoriye “mal bulmuş Mağribi gibi” sarılır. Çünkü, kapitalist ekonominin her 8-10 yılda bir olan ağır bunalımlarını, bolluk içinde açlığı Malthus böylesine suya sabuna dokunmadan açıklayıveriyordu. Açlıktan ölenler mi? Onlar zaten “aşırı nüfus” idi, ölmeleri normaldi. Hatta ölmemeleri için yardımda bulunmak hataydı. Ne var ki, Malthus’tan hemen sonra gelen Marks-Engels, Malthus’un martavallarını insanlığa gösterdiler. Engels, 1844’te basitçe, Marksizmin dupduru bakışıyla şöyle yazıyordu: “(...) Rekabette dalgalanmalar küçükse, talep ve arz, tüketim ve üretim birbirine azçok eşit iseler, üretimin gelişimi içinde zorunlu olarak öyle bir aşamaya erişilir ki, üretici güçler belirli bir fazlalık göstermeye başlar, öyle ki, ulusun büyük bir kitlesinin geçimini sağlama olanağı kalmaz ve insanlar tam bolluk içinde açlıktan ölürler. İngiltere uzunca süredir bu çılgın durumu, bu süregelen saçmalığı yaşıyor. Böyle bir durumun zorunlu sonucu olarak üretim daha büyük dalgalanmalar gösterdiğinde, o zaman refahla bunalımın, aşırı üretimle durgunluğun birbirlerinin yerini alması başlar. İktisatçılar bu çılgın durumu hiçbir zaman açıklayamamışlardır. Bunu açıklamak için yanyana varolan zenginliğin ve yoksulluğun çelişkisinden daha da anlamsız –gerçekten de çok anlamsız– olan nüfus teorisini icat ettiler. Bu gerçeği görmek, iktisatçıların işlerine gelmedi... çünkü bunu yaptıkları zaman bütün sistemleri paramparça olacaktı. “Bizim için sorunu açıklamak kolay. İnsanlığın elinde bulunan üretici güç ölçüsüzdür. Toprağın üretkenliği sermaye, emek ve bilimin uygulanmasıyla ad infinitum (sonsuz) artırılabilir.” (F. Engels, Bir Ekonomi Politik Eleştirisi Denemesi. K. Marks-F. Engels, Nüfus Sorunu ve Malthus, Sol Yayınları, 1976) Engels Usta, aynı yazısında devamla şöyle diyordu: “(...) Toprak üretkenliğinin aritmetik diziyle arttığı nerede tanıtlanmış? Toprak alanı sınırlıdır. Bu çok doğru! Bu toprak yüzeyinde istihdam edilecek işgücü, nüfusla birlikte artar. Hatta tutalım ki, emekteki artışın neden olduğu verim artışı her zaman emek artışıyla orantılı olarak artmıyor olsun: gene de üçüncü bir öge vardır ki, bu kuşkusuz iktisatçıların asla önem vermedikleri ve ilerlemesi en az nüfus kadar hızlı ve onun gibi kesintisiz olan bilimdir... Ve bilimin üstesinden gelemeyeceği ne vardır ki? Ama ‘sadece Mississipi vadisinde işlenmeyen toprakların bütün Avrupa nüfusunu doyurmaya yeter’ olduğu söyleniyorken, yeryüzü topraklarının ancak üçte biri ekilmekteyken ve bu üçte birin verimi daha şimdiden bilinen iyileştirme yöntemleriyle altı katına çıkarılabilecekken, aşırı nüfustan söz etmek saçmadır.” (age) Kapitalizmde tarım, sanayiye göre geri kalır. Bunun başlıca nedeni toprak rantıdır. Dünya nüfusu da gerçekten Papaz Malthus’un belirttiği gibi hızla artıyor. Ama buna rağmen yaşam Marx-Engels’i doğruladı. Tarımsal üretim, kapitalist sistemin bütün olumsuzluklarına rağmen çok daha fazla arttı. Ancak gene de, insanlar kapitalist ekonominin dengesizlikleri nedeniyle bolluk içinde açlıktan öldüler, ölüyorlar. Ölümlerin nedeni nüfus artışı değil, dünya nimetlerinin eşitsiz üleşimidir. Sömürüdür. Günümüzde emperyalizm hâlâ maltusçuluğu savunuyor. Dünyadaki nüfus artışı, yoksulluğun nedeni olarak konuluyor. Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in 1974’te hazırladığı NSSM 200 kodlu “Güvenlik Politikası”nın başlığı şöyleydi: “Birleşik Devletler’in Güvenliği ve Denizaşırı Çıkarları için Dünya Nüfus Artışının Etkileri”. Kissinger’in bu politikası, 1975 yılında Başkan Ford döneminde resmi politika olarak açıklandığında şöyle deniyordu: “Hükümet dünya nüfus artışını acil önlemler alınması gereken hali hazırdaki en büyük tehlike olarak görmektedir.” Vatikan’ın sert tepkisi sonucu Kissinger’in politikası resmen geri çekildiyse de, bugün bu hain Amerikan politikası IMF, Dünya Bankası, USAID gibi kuruluşlar tarafından geri ülkelere dayatılan reçetelerde yer alıyor. Örneğin, Zimbabve Başkanı yurtsever Robert Mugabe, genetiğiyle oynanmış ürünleri ülkesine sokmak istemeyince, IMF, ülke stoklarında bulunan tahılın satılarak borçların ödenmesi gerektiğini bildirdi. Bu halkınız açlıktan ölsün anlamına geliyordu. Dilencilerin seçme hakkı yoktu. Gene Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre, yaklaşık 4.5 milyon insanın açlık içinde olduğu Güneydoğu Afrika ülkesi Malavi’de, USAID, genetiğiyle oynanmış gıdaların kullanılmasını dayattı. Görüldüğü gibi, ABD’nin amacı gıda yardımlarıyla açları kurtarmak değil. Açlıkla savaşıyor görünüp genetiği değiştirilmiş ürünlerin yaygınlaşmasını sağlamak. Zaten savaşlarla, geliştirdiği silahlarla, yarattığı çevre kirliliğiyle doğrudan maltusçuluğun uygulayıcısı durumunda ABD Emperyalizmi. Genetiğiyle oynanmış yiyecekler de açlığa çözüm değildir, aslında. Çünkü açlığın nedeni; doğrudan doğruya emperyalist sömürüdür. Kapitalist aşırı kâr hırsı içinde yapılan, aşırı ve plansız-programsız üretimdir, üretim anarşisidir. Nitekim dünyada milyonlarca insan açlıktan ölürken, ABD’nin aşırı miktarda üretilen tahılı boya**** kullanılamaz hale getirdiği biliniyor. Pekiyi neden? Çünkü emperyalist tekeller böyle istiyor. Tekeller ve Tekelci Tarım Politikaları Emperyalistlerin bugün yapmak istedikleri, vaktiyle sözde “Yeşil Devrim” ile yaptıklarını daha ileri boyutlara taşımak. “Yeşil Devrim”, ABD Emperyalizminin 1940’lı yıllarda başlattığı bir sömürü harekatı. Harekatı başlatanlar, Rockefeller ve Ford gibi uluslararası tekellerdi. Tarımda verimli tohumlar ürettik diyerek, dünyaya kendi tohumlarını satma girişimiydi. Bu tohumlar verimli miydi? Eğer ABD Emperyalizminin yapay gübreleri bol miktarda kullanılırsa, gene emperyalistlerin zirai ilaçlarıyla bol ilaçlama yapılırsa ve bir de bol sulanırsa iyi ürün alınıyordu. Doğal, insanlığın binyıllardan beri üretegeldiği bitki tohumları, bu ağır kimyasal ve yapay gübre ortamına dayanamıyordu. Dolayısıyla sanki bu ürünler gerçekten çok verimliymiş gibi gösterildi dünya halklarına. Böylece dünya üretmenleri tohumu da, yapay gübreyi de, ilaçları da, hatta sulama aletlerini de tekellerden alır hale getirildi. Bu arada dışa bağımlı makinalaşmak da cabası... Bu arada, aşırı yapay gübre ve kimyasal kullanımının çevre kirliliğine yol açtığını da belirtelim. Bu sömürüden biz de kaçınılmaz olarak “nasibimizi” aldık. Demokrat Parti döneminde Türkiye’ye binlerce traktörün girdiği bilinir. Atmışlı yıllarda, ABD kaynaklı “Meksika Buğdayı” pek büyük tantana ile ülkemize girmişti. Bu; patates, şeker pancarı, mısır gibi diğer ürünler için de süregeldi. Çiftçiler kendi kendine yeter durumdayken, bağımlı hale geldiler. Üretim pahalandı. Ülke ekonomileri tarımda emperyalistlere bağımlı hale geldi. Aynı zamanda, yerli tohum türleri yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladı. Dolayısıyla tüm dünyada biyolojik çeşitlilik azaldı. “Yeşil Devrim” sayesinde dünyada yüzbinlerce tahıl türünün silinip gittiği belirtiliyor. Aşırı yapay gübre ve zirai ilaç kullanımının özellikle az sulanan bölgelerde kuraklığa ve aşırı kirliliğe yol açtığını da ekleyelim. Bütün bunlara karşılık ne elde edildi? Yoksulluğun daha da artması, dışa bağımlılık, geri ülke ekonomilerinin daha çok açık vermesi, çevre kirliliği vb. vb... Türkiye bunun iyi bir örneği. Eskiden tarımda kendi kendine yeten, pek çok tarım ürünü ihraç eden Türkiye, bugün bunların çoğunu dışarıdan alıyor. Tarımsal üretim gittikçe de pahalanıyor. Yerli üretim, yabancı tarım ürünleri karşısında pahalı kalıyor. Çünkü, bağımlı hale gelen çiftçilere tekel fiyatları dayatılıyor. Sonuçta, emperyalist tekellerin ürünleri piyasaları tutuyor. Emperyalizm döneminde tekeller devlet ile bütünleşir ve acımasız bir oligarşik devlet kapitalizmi uygulanır. Dolayısıyla ABD’nin tarım politikası, tekelci dayatmadan başka bir şey değildir. Dünya halklarının başına bu çorabı geçirmeye çalışan tekeller, sayıları iki elin parmaklarını geçmeyen üç beş şirket. Başlıcaları: Monsanto, Syngenta, DuPont, Bayer, Zeneca, Cargill, Novartis, Ciba-Geigy gibi tekeller. Başka üretim alanlarından, özellikle kimya ve ilaç sanayiinden, belki tarım ilaçları üretiminden, bize tanıdık gelen isimler bunlar. Dünya tohum piyasasının dörtte biri, genetiğiyle oynanmış tohum piyasasının yüzde yüzü, tarım kimyasalları piyasasının üçte ikisi bu tekellerin elinde. Bunların biyoteknoloji alanında en büyüğü ve en tehlikelisi Amerikan tekeli Monsanto. USAID ile ortak çalışıyor, geri ülkelerde ortak bağlantılar kuruyorlar. Eski Monsanto yöneticileri USAID’de çalışıyor. Örneğin, 2004 Kasımına kadar Tarım Bakanlığı yapan Ann Veneman, Monsanto’nun bir yavru kuruluşundan gönderilme. Aynı zamanda Uluslararası Tarım Politikası Konseyi adlı, Monsanto, Syngenta, Cargill, Nestle gibi tekellerin kurduğu bir ticaret kuruluşunun da yönetiminde, bu kadın. Savunma Bakanı Donald Rumsfeld de Monsanto’nun yuttuğu bir ilaç şirketinden gelme. Böylesine içiçe geçmişler tekeller ve devlet. “Amerikan yardımı”nı kullanan başlıca şirket konumunda Monsanto. Amerikan Tarım Bakanlığı’nın, USAID’in ve bu tekellerden bazılarının (Monsanto, Syngenta, Cargill, Bayer) kurduğu bir de “hayır” kurumu var: International Service for the Acquisition of Agri-biotech Applications (ISAAA: Tarım-biyoteknoloji Uygulamalarının Kazanılması İçin Uluslararası Servis). Görevi Latin Amerika, Afrika ve Asya’nın geri ülkelerinde genetiğiyle oynanmış bitkilerin tarımını yaygınlaştırmak. Emperyalizmde, sermaye belli bir üretim kolunda kalmaz. Küçük şirketleri yutarak başka alanlara da yayılır. Sermaye gittikçe yoğunlaşır ve merkezileşir. Monsanto için de böyle. Son beş yıl içinde birçok tohum üreticisi firmayı yuttuğu belirtiliyor. Aslında bir kimya şirketi Monsanto. Vietnam Savaşında, dioksin adlı kimyasalı içeren ve ormanları yok etmekte kullanılan, aynı zamanda kanser yapıcı etkisi olan “Turuncu Ajan” adıyla bilinen vahşi silahın üreticisiydi. Buradan tarım ilaçları üretimine, oradan da genetiği değiştirilmiş tohum üretmeye işi vardırıyor. Cargill gibi bir tekelin bile tohum üretme birimini Monsanto’ya satması, gücünü gösteriyor. Genetiğiyle oynanmış tohum piyasasının % 91’ini elinde tutuyor Monsanto. Syngenta ise pirinç tohumu üretimini tekeline almış durumda. Tekellerine aldıkları sadece tohum üretimi değil. Yukarıda gördüğümüz gibi, tarım kimyasalları (haşere ilaçları ve yabani otlara karşı ilaçlar, yapay gübreler) konusunda da tekel konumundalar. Böyle olunca, biyoteknolojinin “nimetlerinden” yararlanıyorlar. Ürettikleri sert kimyasallara dirençli tohumlar üretiyorlar. Böylece diğer türler kimyasaldan zarar görürken, kendi ürettikleri zarar görmüyor. Sonuçta bakıldığında, tohum da bunlardan, gübre de, tarım ilaçları da... Çiftçiyi bir kez kendi ürünlerini kullanmaya kandırdıktan sonra gerisi kolay. Monsanto bunu yapanların başında geliyor. Örneğin, kendi geliştirdiği Roundup adlı yabani ot ilacına dayanıklı biyoteknoloji ürünü tohumlar üretiyor Monsanto. Adı da Roundup Ready bu tohumların. Dolayısıyla çiftçi hazır olarak pazarlanan Roundup Ready tohumlarla, Roundaup ilacını almak durumunda kalıyor. Daha sonra da gelsin tekel fiyatları! Deniz Sipahi’nin 25 Nisan 2004 tarihli Milliyet’te yazdığına göre, 1 kilo külçe altın ile 1 kilo genetiğiyle oynanmış, örneğin domates tohumu ancak alınabiliyor. Ve taneyle satılıyor bu tohumlar. Üstelik çok da ucuza üretiliyor genetiğiyle oynanmış tohumlar. Tarımda emperyalist oyununun bundan sonraki aşaması çok daha vahşi, çok daha insanlık dışı. Monsanto’nun geliştirdiği bir teknik, tüm dünyadaki üretmenleri tekellere bağımlı kılacak nitelikte. Monsanto, ürettiği tohumlara “Terminatör Gen” adlı bir gen sokuyor. Terminatör gen, tohumun soy vermesini önleyen bir gen. Dolayısıyla ikinci bir kez tohum olarak kullanılamıyor bu geni taşıyan tohumlar. Normalde, tarım üretmeni her yıl ürettiği tohumların bir bölümünü, bir sonraki dönemde ekmek üzere ayırır. Köylümüz, dünyanın diğer kesimlerinde olduğu gibi, bu yıl ektiği ekinden aldığı ürünün bir bölümünü seneye ekmek için tohum olarak ayırır. Bir sonraki sene bu süreç tekrarlanır. Bu böyle devam eder. Ancak, eğer terminatör gen taşıyan tohumları kullanırsa, her yıl yeniden ekmek için tohum satın almak zorunda. Çünkü kendi ürettiği tohumlar soy vermeyecek. Emperyalizm, adı Holivut filmlerini çağrıştıran bu teknolojiyle köylülüğün işini bitiriyor. (İngilizce “terminator” sözcüğü, bitirici, sonlandırıcı anlamına geliyor). ABD, terminatör tohumları üretiyor, ancak kendi topraklarında ekilmesine izin vermiyor, dışarıya satışı ise serbest. Bir kez terminatör tohumlar kullanılmaya görsün. Dünya üretmenleri, tefeci eline düşmüş köylüden beter duruma düşecek. Emperyalizm, tohum fiyatlarıyla istediği gibi oynayacak. Köylü, her yıl emperyalist tekellere gittikçe artan miktarda ödemeler yapmak zorunda kalacak. Verim alabilmek için tekellerin dayattığı kimyasallları, gübreleri de kullanmak zorunda kalacak. Çünkü başka seçeneği kalmıyor köylünün. Bu durumda köylünün düşeceği durumu “Modern Serflik” olarak tanımlasak, yeridir. Emperyalist tekeller, bütün bu geliştirdikleri tohumların patentlerini hemen alıyorlar. Böylece, onlardan habersiz bu tohumların kullanılışı yasak. Aslında insanlığın binlerce yıldan beri, yaklaşık yedi bin yıldan beri uyguladığı geliştirme (çaprazlama, melezleştirme) çabalarıyla bugüne kadar gelen tohumlar binlerce gen taşıyor. Tekeller, bu binlerce gen içinde çok küçük eklemeler, çıkarmalar yaparak ürünün niteliğini değiştiriyor. Patentini de alarak insanlığın binlerce yıllık ortak mirasının üzerine oturuveriyor. Bilim böyle insanlık dışı kullanılamaz. Emperyalizm, bu kadarla da kalmıyor. Geleceğe yönelik yasal düzenlemeler için geri ülkeler, özellikle açlık tehlikesi içindeki Afrika ülkeleri üzerinde, baskı ile yasal değişiklikler yaptırtıyor. Bu yasal değişiklikler, tekellerin ürünleri kullanıldığı takdirde “Entelektüel Mülk Hakkı” (Intellectual Property Right) adıyla tekellere ödeme yapılmasını getiriyor. Görüldüğü gibi soygun planı çok yönlü yürütülüyor. Geri ülkelerin köylülüğü, yasal olarak da emperyalist derebeylere (tekellere), modern serflik gereği havadan ödeme yapacak. Ne yazık ki, tarımda bu emperyalist oyununun böylesine açık oynanmasına rağmen genetiğiyle oynanmış tohumlar ve bitkiler dünya üzerinde hızla yayılıyor. ISAAA verilerine göre, genetiğiyle oynanmış bitkilerle tarım yapılan alanın 2004’ten 2005’te % 11 artış göstererek 90 milyon hektara ulaştığı belirtiliyor. Bu miktar, 1996’da 1.7 milyon hektardı. Dünya tohum piyasası yılda 100 milyar dolara ulaşmış durumda. Tekeller, dünya üzerinde geride kalan 1.4 milyar üretmenin peşinde. Dünya köylülüğünü kendine tümüyle bağımlı hale getirmeyi amaçlıyor. Bizim halkımız da, farkında olmadan genetiğiyle oynanmış ürünleri hem tohum olarak hem de yiyecek olarak kullanıyor. Milliyet’te Meral Tamer, 17 Mart 2005’te; “(...) geçen yıl genetiği değiştirilmiş ürün faslından 1 milyon tona yakın mısır, 400 bin ton da soya almışız” diyor. Bu bir yana Monsanto, içimize girmiş, Türkiye’de üretim yapıyor. Güngör Uras, 17 Aralık 2003 tarihli Milliyet’te: “Monsanto Türkiye’ye de doğal yapısı değiştirilmiş tohum satıyor, Mustafakemalpaşa’da da üretim yapıyor... Türkiye Tohumculuk Endüstrisi Derneği’nin açıkladığı istatistiklere göre, bizler mısır, ayçiçeği ve şekerpancarında yüzde yüz, diğer tarım ürünlerinde farklı oranlarda doğal yapısı değiştirilmiş tohum kullanıyoruz. Halkımızın doğal yapısı değiştirilmiş tohum hakkında bilgisi yok. Veya halkımız buna aldırış etmiyor”, diye yazıyor. Örgütsüz oluşu nedeniyle halkımızdan bilgi saklandığını, halkımızın kolayca kandırıldığını da biz ekleyelim. Sonuç Genetiğiyle oynanmış ürünler, dünya halklarını emperyalizme daha bağımlı hale getirecektir. Tarımda “yeşil devrim”in yaptığını tamamlayacaktır. Bu, dünya halklarının gittikçe daha da yoksullaşması anlamına gelir. Dünyada tarımsal nüfusun büyük kesimini küçük üretmenler oluşturmaktadır. Tekellere bağımlılık; küçük üretmenlerin yoksullaşmasını, ellerindeki toprakları yitirmelerini getirecektir. Çünkü küçük üretmenlerin pahalı tohumla, gübreyle, tarım ilaçlarıyla başetmesi mümkün değildir. Küçük üretmenlerin toprakları ya boş kalacak, ya da büyüklere yem olacaktır. Bu durum, tarımda kıt kanaat da olsa kendi kendine yetebilen geri ülkelerin dışarıya (tekellere) muhtaç olmasını, tümüyle emperyalizmin kucağına düşmesini getirecektir. Genetiğiyle oynanmış ürünlerin güvenlik kontrolü, bugün için yeterince yapılmış değildir. İnsan sağlığına zararlı etkilerinin olup olmadığı uzun vadeli araştırılmalıdır. Amerikan Emperyalizmi, tekeller, kâr uğruna insan sağlığını tehlikeye atmaktadır. ABD’de ise 3 yaşına kadar çocuklara genetiğiyle oynanmış yiyecek vermek yasak. Ayrıca bu ürünlerin çapraz geçişlerle doğal bitki örtüsünü de etkileyebileceği belirtilmektedir. Böylece kimyasallara dirençli yabani otlar veya ucube başka bitkiler doğabilir. Amerikan “Yeşil Devrimi” tarım kimyasalları, gübrelerle zaten yeterince çevre kirliliği yaratmıştır. Kullanılan kimyasalların arıları, kelebekleri bile yok ettiği belirtiliyor. Ayrıca, bugün dünyamızda çevre kirliliğinin başlıca sorumlusu ABD Emperyalizmidir. Sadece kendi topraklarındaki kurulu sanayisi, toplam sera etkisi doğuran gazların % 25’ini üretiyor. Ve ABD ısrarla, bu gazları sınırlandırmayı amaçlayan Kyoto Protokolu’nu imzalamıyor. Genetiğiyle oynanmış tohumların yaygın şekilde kullanımıyla, varolan bitki türlerinin azalacağı endişesi de var. Şu anda yeryüzünde sözde “Yeşil Devrim”in yaptığı tahribat çok büyük. Ekilebilir toprakların; yapay gübre ve kimyasallarla % 40 oranında tahrip edildiği belirtiliyor. Genetiğiyle oynanmış bitkiler bu süreci hızlandıracaktır. Yaygınlaştığı ölçüde farklı türler azalacaktır. Türlerin fazlalığı biyolojik zenginliktir. Sahip çıkılması gerekir. Salgın bitki hastalıklarına karşı da çok türün bulunması yararlıdır. Gördüğümüz gibi, emperyalist tekeller bilimi vahşi amaçları için kullanıyor. Çünkü tekellerin tek amacı vardır: Kâr. Başka hiçbir şeyi gözleri görmez. İnsan hayatıymış, çevre kirliliğiymiş, doğal türlerin yok oluşuymuş, onların umurunda değildir. Bilim onların elindeyken kötü sonuçlar doğurur. Biyoteknoloji de böyle... Gerçekte, biyoteknoloji, insanlığın önünde büyük bir bilimsel devrim. İnsanlık yararına, insan beslenmesi için olsun, sağlığı için olsun veya doğal yaşam için olsun çok büyük olanaklar sağlama gücü olan bir alan. Bu nedenle biyoteknolojiye değil onu uygulayanlara ve nasıl uyguladıklarına bakmak gerekir. Bu anlamda, bugün için emperyalist tekellerin biyoteknoloji uygulamalarına karşı durmak ama biyoteknolojiye sahip çıkmak doğru olur. Çünkü emperyalizm biyoteknoloji ürünlerini bugün bir silah gibi kullanıyor. Dünya halklarını kendine tümüyle bağımlı kılıp sömürüsünü artırmak ve garantiye almak istiyor. İnsanlık, biyoteknoloji sayesinde kuraklığa, zararlılara ve kimyasalllara dayanıklı; amaca göre protein, mineral veya yağ vb. içeriği zengin ürünler yetiştirebilecektir. Biyoteknoloji, sosyalizm ile gerçek değerine kavuşacaktır. Doğru şekilde uygulanacaktır. Açlığı dünya üzerinden silecek çözüm; planlı üretimdir, adil paylaşımdır, dolayısıyla sosyalizmdir. Sosyalizm, emperyalist sömürüye son verecek, insanlığın ortak mirasını, patentleri geri alacaktır. Böylece genetiği ile oynanmış ürünler insanlığa hizmet edecektir. Bilim masumdur. Kurtuluş Yolu Bu siteyi en iyi 1024*768 çözünürlük ve IE 6.0, Netscape 7.x+ bir tarayıcı ile görüntüleyebilirsiniz. © 2005 Kurtuluş Yolu Gazetesi internet Baskısıdır. Yerleşim : Fransa / Auray | Meslek : Esnaf |
gms Yeni Üye Toplam 16 yazı | 03/09/2009 : 03:20:55 ![]() selam, yukarida gonder digim yazim bir gazeteden alintidir sosyalizm karl marx engels boylesi sacma fikirlerden uzak oldugumu size bildirmek istedim Yerleşim : Fransa / Auray | Meslek : Esnaf |
METTİN Üye Toplam 2311 yazı | 03/09/2009 : 03:27:56 ![]() Valla bu işe einstein baya kafa yormuş,demişki arılar yok oldumu 4yıl sonra kıyamet kopar,birde genetikle çok ilgilenmiş sonra bakmış iş sakat bundan uzak durun demiş,demişte yapılanlar hep tersi,zaten dünyanın mahvıda insan elinden olacağına işaret eden bir sürü ayet hadis de bunu doğruluyor,geçen en büyük buzulun erime oranı ile ilgili bir haber okudum dehşet bir şey bir ülke toprağı kadar erimiş,şimdi ülke aklıma gelmiyor mkimseye yanlış bilgi vermim,ama ekolojik denge dünyanın bir çok ülkesinin çehresini değiştireceği şimdiden kesin,sanırım bize bir nuhun gemisi lazım olacak,inşallah gemidekilerden oluruz da bu teknoloji ile vasat uzay çalışmaları ile zor görünüyor,atamızın dediği istikbal göklerdedir tezini bir daha gözden geçirmek lazım bence,eğer gezegenlere kolani kuranlardan olamazsak yandık bence... Yerleşim : Türkiye / Antalya | Meslek : Satış / Pazarlama |
METTİN Üye Toplam 2311 yazı | 03/09/2009 : 03:36:32 ![]() Sayın gms ama o alıntı yazı çok gerçekçi ,güzel paylaşımınız için teşekürler,bunla ilgili bir çok yazı okuduğumdan söylüyorum,artı o genetik kodun içine başka başka şeylerde pek hala ekleyebiliyorlar,ha çok kötü şey ler olursada batılı dostlarımız bizden daha çok üzülecekleri ve özür dileyeceklerine bahse girerim, istemeyerek olmuştur sonuçta olanlar demi ya.. Yerleşim : Türkiye / Antalya | Meslek : Satış / Pazarlama |
METTİN Üye Toplam 2311 yazı | 02/10/2009 : 11:20:43 ![]() Dünyanın En Pahalı Baharat Bitkisi, Bir İlçemize Adını Veren Bitki, Mübarek Bitki, Sahteciliği En Fazla Yapılan Baharat, Kendi Ağırlığının 100.000 Kat Suyu Sarıya Boyayan Bitki, Adına Festival Düzenlenen Bitki, Bir Gramı Altının Gramına Eşdeğer Tutulan Bitki… Çok değil zamanımızdan yüz yıl öncesine kadar Safranbolu’da 40 köyde safran üretiminin yapıldığı bilinmektedir. Hatta Safranbolu isminin safranı bol veya safran şehri anlamına geldiği İlçenin ismi söylenirken ilk akla gelen şeylerden biridir. Zaman içerisinde boya teknolojisi ve ilaç sanayi indeki gelişmeler, fiyatının pahalı olması tüketimin iyiden iyiye azalmasına neden olmuştur. Günümüzde Safran tarımı, Devlet destekli projeler ile yaşatılmaya çalışılmaktadır. Safran çok eskiden beri yetiştirilen önemli bir ilaç, baharat ve boya bitkisidir. Ancak ekim alanı son yıllarda “hiç yok” denecek kadar azalmıştır. Safranın tarihsel ve ekonomik olarak çok önemli iki özelliği bulunmaktadır. Tarihsel özelliği, şirin ilçemize ismini vermiş olmasından ileri gelmektedir. Ekonomik özelliği ise, dünyada çeşitli endüstri dallarında çok geniş kullanım alanı bulunan en pahalı baharat olmasıdır. Dolayısıyla, safranın tarihçesi, morfolojisi, tarımı, hasat edilmesi, hasat sonrası işlemleri ve ekonomik değeri üzerinde durularak, tanıtımının yapılması büyük önem kazanmaktadır. Bugün, dünya piyasalarında, safranın gramı, altının gramına eşdeğer tutulmaktadır. Safran yetiştiren ve ürününü ihraç eden ülkeler, önemli oranda döviz girdisine sahip olmaktadır. Safranın, özellikle ilaç ve gıda endüstrisinde çok geniş kullanım alanı bulunmaktadır. Kanser araştırmalarında, bazı kanser türlerine karşı ümit var bulunduğu için, safran geniş çapta denemelerde kullanılan bir madde durumundadır. Kullanım alanları göz önüne alındığında, dünyada safrana talebin yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, safran ekim alanlarının sınırlı olması nedeniyle, elde edilen ürün, talebi karşılayamamaktadır. Safranın ekonomik değerinin çok yüksek olması ve dünyadaki talebin fazla oluşu, safran tarımını önemli duruma getirmektedir. Geçmişte geniş alanlarda safran yetiştirilmiş bulunan ülkemizde, unutulan tarımın tekrar canlandırılması ve çiftçilerin desteklenmesi, ülkemiz ekonomisi için büyük kazanç olacaktır. Toplam Safran Üretim Alanı: 3310 m2 2001 Yılı Safran Üretimi: 4500 gr SAFRAN Safran Ülkemizde çok eskiden beri yetiştirilen önemli ilaç, baharat ve boya bitkisidir. Osmanlılar zamanında safran üretimini 8-10 tona çıktığı kayd edilmektedir. Safranbolu, İstanbul, Tokat, İzmir, Adana ve Şanlıurfa civarlarında yetiştirilen safran bu gün sadece Safranbolu Davut obası köyünde çok dar bir alanda (3-4 dak) yetiştiriciliği yapılmaktadır. Safran (Crocus Sativus) soğanlı bir bitkidir. Soğan çapları 2-4 cm kadardır. Soğanlar küremsi ve hafif basık olup ağ şeklinde kabuklarla sarılmıştır. Yaprakları dar buğdaygil yaprağına benzer, yapraklar çiçeklenme zamanında veya çiçeklenmeden sonra görülür. Eylül, Ekim aylarında açan çiçekler, açık viole rengindedir. Çiçeğin içindeki erkek organları sapları beyaz tepesi sarı renklidir. Dişi organ üç parçalı olarak uzayan portakal sarısı renginde olup, bitkinin faydalanılan kısmı bu kısımdır. Safran baharat, boya maddesi, ilaç ve kozmetik sanayi ile halk hekimliğinde kullanıldığı söylenmektedir. Safranbolu da tüketim daha çok aşure ve zerde yapımında ve lokum imalatın da kullanılmaktadır. Safran yetiştiriciliğinde oldukça fazla insan gücüne ihtiyaç vardır. Soğan dikilmeden önce çok iyi bir toprak hazırlığı ister. Derin sürümden sonra 3-4 kez ikileme ister. Soğanlar 30-40 cm sıra arası çizilere, 20 cm derinliğe dikilir. En iyi gübreleme yanlış ahır gübresiyle(soğanları örtecek kadar) örtülür ve yiye toprakla kapatılır. Dikim Ağustos 20 – Eylül 10 arasında yapılır. Dikildiği yılın 15 Ekim – 15 Kasım tarihleri arası çiçeklenmeye başlar. İlk yıl çiçek verimi önemsizdir. 2.yıl dekardan 0.75 – 1 kg kadar ürün alınır. 3. Yıl verim 1 – 1.5 kg kadardır.4 yıl dekardan 1 kg kadar daha ürün alabilmektedir. 4. Yıl sonunda Haziran – Temmuz aylarında soğanlar sökülerek başka bir alana 4 yıl için tekrar dikilir. Soğan üretimi için dikilen soğan miktarının 2 katı kadar soğan elde edilir. Safranbolu da, safran üretimi 3- 4 dekarlık bir alanda yapılmaktadır ve giderek azalmaktadır. Azalmayı etkileyen en önemli faktör yetiştirilmesindeki zorluk, yetiştiriciliği yapacak genç çiftçilerin olmaması ve diğer köylü çiftçilerin bu konuya karşı ilgi duymamalarıdır. Safranın önemi ve yayımı anlatıldığında ise üretim materyali olan soğanın temin edilememesidir. Soğan dikimi 3 –4 yılda bir yapıldığında her yıl ekim şansı yoktur. Üretilen safran soğanı yine aynı miktarda alana dikilmekte ve alan genişlemesi sağlanamamaktadır. Safran soğanlarının yer altı zararları da soğan üretimini azaltan unsurlardandır. Bu zararlı ile şu an itibarıyla mücadele yöntemi bilinmemektedir. Dünya piyasalarında gramı, altının gramına eşdeğer tutulan safran için talep çok, yeterli üretim yok. Safran üreticileri soğan istiyor Bir gramı 6 dolar, bir dönümde kazandırdığı 5 milyar TL olan safranın cenneti Safranbolu. Fakat sadece 8 üretici safran üretimi yapabiliyor. Çünkü, Tarım Bakanlığı soğan ithalini yasakladığı için üretici soğan bulamıyor. Soğansızlık yüzünden 1920#8242;lerde 600 kilo olan yıllık üretim şimdilerde 10 kiloya düşmüş. ‘Dünyanın en pahalı baharatı’, ‘Sahteciliği en fazla yapılan baharat’, ya da ‘Kendi ağırlığının 100 bin katını sarıya boyayan bitki’ başlıklarından herhangi birini kullanabiliriz safran için. Ama söyleyecek daha çok sözümüz var aşağıda. Kapalıçarşı’ya gidip araştırma yapan, bu esnada safranın gramının 10 milyon TL. olduğunu görüp irkilen bir arkadaşımız sebep oldu Safranbolu’nun yolunu tutmamıza aslında. Üreticilerle bizi buluşturan ve teknik bilgileri verense İlçe Tarım Müdürü Çetin Ayvalık. Çok değil 100 yıl öncesine kadar Safranbolu’nun 40 köyünde birden safran üretiminin yapıldığı biliniyor. Tahmin edileceği üzere Safranbolu ismi de “safran şehri” anlamına geliyor. Safranın en çok kullanıldığı sektörler boya ve ilaç sanayi. Ama fiyatının pahalı olması nedeniyle zaman içinde kullanım oranları hayli düşmüş bu sektörlerde. Günümüzde safran tarımı devlet destekli projeler ile yaşatılmaya çalışılıyor ve üretilen az miktarda safranın esas alıcısı da yabancılar. Safran üretimini artırabilmek için ilçede “Altın Safran Film Festivali” düzenleniyor. Kaymakamlık Evi’nde özel paketlerde safran satılıyor ve iyi lokantaların tümünde konuklara safranlı yemekler sunuluyor. Ama safranın yararlarını bilen yabancılar gösteriyor yine en çok ilgiyi bu özel bitkiye. Bugün, dünya piyasalarında, safranın gramı, altının gramına eşdeğer tutuluyor. Safran yetiştiren ve ürününü ihraç eden ülkeler, önemli oranda döviz girdisine sahip. Kanser araştırmalarında, bazı kanser türlerine karşı ümit vaat ettiği için geniş çapta denemelerde kullanılan bir madde durumunda tıp dünyasında da. Kullanım alanları göz önüne alındığında, dünyada safrana talebin yüksek olduğu Safranbolu’ya akın akın gelen turistleri görmeseniz bile anlaşılabiliyor. Ancak, safran ekim alanlarının sınırlı olması nedeniyle, elde edilen ürün, talebi karşılamıyor. (tempo web sitesinden alınmıştır.) Bir bakışta safran… * Kozmetik sanayiinde, parfüm üretiminde kullanılıyor. * Türkiye dışında, gıda sanayiinde kullanım alanı çok geniş. * Tekstil için boya hammaddesi olarak kullanıldığında kendi ağırlığının 100 bin katı büyüklüğünde bir alanı boyayabiliyor. * Safranla boyanan kilim veya kumaşın rengi hiç solmuyor. * İlaç sanayisinde; kalp çarpıntısı, nefes zorluğu, gut ağrıları, iştahsızlık, uykusuzluk, bronşit, sindirim bozukluğu ve iktidarsızlık gibi rahatsızlıkların tedavisinde kullanılıyor. * Safran, soğan ile üreyen bir bitki. Toprağın üstüne çıkardığı çiçekleri ekildikten bir ay sonra toplanabiliyor. * En çok İran, Azerbaycan, Hindistan, Pakistan, Çin, Yunanistan, İtalya, Fransa, İspanya, Fas, Mısır ve İsrail’de yetiştiriliyor. * Akdeniz’in nemli bölgeleri hariç, Türkiye’nin her yerinde uygun toprak yapısında yetişebiliyor. * Bir dönümlük üretim alanında, gübre ve soğan için yaklaşık 5-6 milyarlık maliyet gerekiyor. Safran eken altın biçer Kilosu 10 milyara satılan safran, Türk çiftçisinin yeni umut kapısı oldu. Bitkinin ekimi yayılıyor!. Tema’nın dev projesi ilgi görüyor Beyaz altın olarak adlandırılan pamuk çiftçiliği, yerini yavaş yavaş safrana bırakıyor. Dünya piyasalarında gramı, altının gramına eşdeğer tutulan safran bitkisi, Türkiye’de de adım adım yayılıyor. Bir gramı 7 dolar, kilosu ise 10 milyar lira olan safran bitkisinin üretimi için Harran Ovası’nda geniş bir proje yürütülüyor. TEMA Vakfı’nın sürdürdüğü projede başarı sağlanırsa, safran Türk çiftçisinin yeni ekmek kapısı olacak. Üreticilik yapmak isteyenler dikkat! Safran, soğanını ithal etmek yasak olduğu için, Safranbolu’da ve Harran’da küçük bir alanda üretiliyor. Türkiye’de yılda üretilen 40 kilo kadar safranın neredeyse tamamı yurt dışına satılıyor. Çünkü safranın fiyatı yurt dışına çıkışta 3#8242;e katlanıyor. Ancak, dünyanın en pahalı baharatı olan safranın üretimi biraz zahmet istiyor. Yuvarlak bir hesapla, bir dönüme ekilen safran, üreticisine 5 milyar lira kazandırıyor. Milyarlık baharat Bir gramı 7 dolara satılan safran bitkisi, pamuğun alternatifi olarak görülüyor. Safranbolu’da 8 köydeki üretim tüm ülkeye yayılıyor. Düşük maliyetle yüksek kazanç elde etmek isteyenler, son dönemde safran adlı, baharat olarak da kullanılan bir bitkinin heyecanına kapıldı. Gramı 7 dolara satılan safran, adeta altınla yarışıyor. Safranın kilosu iç pazarda 10 milyar liraya kadar alıcı buluyor. Yurt dışında ise bu fiyat rahatlıkla 2-3 katına kadar çıkabiliyor. Son yıllarda Tarım Bakanlığı’nın soğan ithalini yasaklamasıyla üretim sıkıntısı yaşanan safranda, 1920#8242;lerde 600 kilo olan üretim, şimdilerde 10 kiloya kadar düştü. Çiftçinin yeni geçim kapısı TEMA Vakfı’nın Harran Ovası’nda sürdürdüğü projeyle safran üretimi yeniden yöre çiftçisinin geçim kapısı olacak. TEMA’nın uyguladığı Safran Projesi’nin ilk adımı, geçen yıl ekim ayında atıldı. İlk safran soğanları Harran Ovası’nda Kuruyer Köyü’nün, Çütlük mezrasında 800 metrekare alana dikildi. İlk çiçekler Aralık 2003#8242;te toplandı. İkinci yılına giren projede bu ay dikilen soğanların aralık ayında çiçek vermesi bekleniyor. Sekiz ailenin sürdürdüğü ve 3 yılda tamamlanacak projenin sonunda ekim alanının 16 dekara ulaşması hedefleniyor. Tıpta da kullanılıyor Bugün, dünya piyasalarında safranın gramı, altının gramına eşdeğer tutuluyor. Safran, kanser araştırmalarında bazı kanser türlerine karşı ümit vaat ettiği için, tıp dünyasında geniş çapta denemelerde kullanılan bir madde durumunda. Bu kadar değerli bir bitkiyi önemli kılan özelliklerin başında, geniş bir kullanım alanı olmasına rağmen, üretimin azlığı geliyor. (takvim gazetesi web sitesinden alınmıştır.) Yerleşim : Türkiye / Antalya | Meslek : Satış / Pazarlama |
gao Yeni Üye Toplam 2 yazı | 20/06/2012 : 15:57:29 ![]() Değerli arkadaşlar 1960'lı yıllarda ABD.TÜRKİYE'ye (okunuş şekli ile)MARŞAL yardımı adı altında tonlarca gıda maddesi gönderdi ve bizlerde afiyetle yedik.genetiği değiştirilmiş organizmalar GDO.ülkemizde kırk yıldır uygulanmaktadır. Türkiyedeki tarım alanında kullanılan genetiği değiştirilmiş tohumlar konusunda toplum olarak maalesef bilgilenemedik ,bilgilendirilmedik diye düşünüyorum sizler ne düşünüyorsunuz.? Ülkemizdeki Tarıma yönelik tüm çalışmalardan yorum yazılarınızı yazmanız dilelerimle. Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : Serbest meslek |
izimani Üye Toplam 238 yazı | 20/06/2012 : 18:37:43 ![]() Türk tarımı ağlama duvarı olma yolunda hızla ilerliyor. Sıfıra yakın arge ile yabancı tohuma muhtaç hale geliyor. "Devlet bize bakmiyiiii" yakarışları ile arabesk bir filme dönüyor. Üretimde sıkıntı olunca hemen ithalat silahı şakağına dayanıyor. Elin çiftçisi her sene aynı şeyi ekip nasıl %20 verimi arttırırımı düşünürken biz hala bu sene ne eksemin derdine düşüyoruz. Gübreden sulamadan kaliteli tohumdan kısıyoruz sonra sonuca takdiri ilahi diyoruz. Liste uzar gider ya. Cumhuriyet döneminden sonra Türkiye'de çiftçiliği ve hayvancılığı uzun süren bir çalışma sonucu öldürdüler. Buğday ve kırmızı et ithal ediyoruz daha ötesi var mı? Yerleşim : Türkiye / Adana | Meslek : Mühendis |
havvanagila Yeni Üye Toplam 38 yazı | Peki tum bunlar hemen hemn herkes tarafindan bilinmesine ragmen, modern uretimler ne zaman agirlik kazanacak? Devlet ve AB yeterince hibe yardim tesvik musluklarini acmasina ragmen hala neden turkiye de tarim uretimi modern tesislerde ve modern sekillerde olmuyor? Dunyanin en verimli alani anadolu ise hadi onceden bilmiyorduk diyelim, simdi ve sonrasinda neden bu verimlilik dunya capinda kullanilmiyor? Konya buyuklugunde bir Hollanda cicekcilikde dunyayi eline baktiriyor, Almanya findigi elinde tutuyor, ABD nin yaptiklarini yazmiyorum bile, tembelmiyiz? Cahilmiyiz? Acizmiyiz? Problem ne ? Tum bunlar bilinirken hala problem ne? Yerleşim : Hollanda / Arnhem | Meslek : İthalat / İhracat |
adildoy Yeni Üye Toplam 36 yazı | 03/07/2012 : 23:08:09 ![]() Ülkemizdeki tarım hakkında kısaca en büyük sorun ve istenilen ,arzu edilen hedeflerin başarısızlığı DENETİM eksikliği . Ülkemizin bütün kurumlarındaki bu sorunun tarım sektöründe büyük ölçüde yaşanmaktadır. Üretimden ,desteklemelerden,ekim,dikim,satış,sertifika,ilaçlama,paketleme,üretim hepsinin denetimi yapılmalıdır, Bu denetimler gelişi güzel olmamalıdır. Yeni yöntemler geliştirilmelidir. iş ve tarım konusunda görev bekleyen ziraat mühendislerine bu yönde imkanlar verilmelidir.Devlet mühendislerimize yapacağı bu fedakarlığın karşılığını kısa zamanda geri döndüğünü görecektir. orijinal bir Denetim yapılırsa Bunun sonucunda GÜVEN ortamı oluşarak ülke tarımının gelişmesinin yolu açılacaktır. "sormaz ki bilsin, sorsa bilirdi. bilmez ki sorsun, bilse sorardi." Yerleşim : Türkiye / Bilecik | Meslek : Memur |
dikoryan Üye Toplam 192 yazı | 10/07/2012 : 15:23:24 ![]() Milletimiz hazıra ,rahata o kadar alıştı ki , şu an bile bakıyorsun kpss ile devlet kapısına girmek isteyenlerin sayısı 4 milyona ulaşmış... Tarım ve hayvancılık zor işlerdir , uğraş ister , emek ister ama bizdeki tembellik bir yandan bunu öldürüyor. Kazançlı bir iştir Hayvancılık... Şu an sırf besi yaparak ,devletten tesis kurulumu için hibe alabilir , hayvan başına destek alabilirsin. 6- 8 ila aylık dönemler halinde besi yaptığın büyükbaş hayvan , masrafları düştükten sonra 400-500 tl arası net kar bırakabiliyor. bu da 50 baş inetkte 50 * 500 = 25.000 TL kazanç demektir ki aylık en az 2.000 Tl demektir. ve bir de 6 ayda bir sirkülasyon yapabilirseniz ikiye katlar. Ya da üretim çiftliği kurar dana başına kazanç sağlayabilirsiniz v.s. Rakamlar değişebilir tabiki , bölgenin şartları ya da yem tahsisi konuları v.s. ama önce kişiden başlamalı bu iş... Bir örnek ülkemden ; Köyde çiftçi 2 erkek çocuklu bir ailenin araziler ve hayvanları mevcut, gel gelelim çocukların biri ilçedeki markette kasiyerlik yapıyor diğeri avare avare gezip başka işler yapmak hevesinde!!! Bir örnekte elin gavurundan ; Viyanada 2 milyon euroluk bir çiftliğin sahiplerini öğrendiğimde çok şaşırmıştım. çünkü çiftlik Karı-koca ve 2 çocuklu bir ailenin elinde ve tüm işi kendileri yapıyordu. Türkiyeden ziyarete giden arkadaşım çiftçinin bahçesine yediği elmayı kenara attığını ve onu gören çiftlik sahibinin epeyce bir mesafeden yanına gelip attığı elmanın çöpünü yerden kaldırıp çöpe atmasını rica etmiş. Sizce sorun Devlette mi kişilerde mi ? Uzman, dar bir alanda yapılabiliecek tüm hataları yapmış olan insandır... Yerleşim : Türkiye / Samsun | Meslek : Diğer |
omero72 Üye Toplam 234 yazı | 25/08/2012 : 19:50:41 ![]() Konu aslında en önemli konu! Konuyu açan arkadaşa ve yorum gönderenlere teşekkürler. Ekleyebileceğim bir link ve düşünce var. 1- Tam olarak bu konuda yani sunni ve insana aslında hiç uymayan bitki, hayvancılık üretimi konusu bu işin çıktığı yer olan Amerika'da ***çok az sayıda*** doktor tarafından ciddi eleştiri bombardımanına tutuluyor. Link: mercola.com Doktor Mercola'nın makalelerini takip edin Monsanto denilen tehlikeli firma adını ilk Mercola'dan duymuştum. Türkiye'de bu konuda en bilimsel ve gerçekçi yorumları alabildiğim kişi ise Dr. Yavuz Dizdar ve Prof. Dr. Erkan Topuzoğlu. En bilimsel bilgileri sunanlar doktor olabildiği gibi, Monsanto ve birçok ilaç firmasının neredeyse avukatlığını yapanların da doktor olabildiğine dikkat yani unvanlar yanıltıcı olabiliyor. 2- Sağlıksız gıdada, sadece Monstanto gibi art niyetli hokkabaz firmalar ve rahat para için mesleğini suistimal eden doktorlar ve sağlık sektörü, sağlıkla ilgili bakanlık ve kurumlar da sorumlu değil. Biz de sorumluyuz. Cunku örneğin senede sadece 1-2 ay doğal halde çıkan ***domates*** gibi birçok sebze meyveyi 12 ay market rafında görmek ve almak isteyen milyonlarca insan var. Yani sebebi sorulmayan yanlış tüketim alışkanlıkların sahibi olan bir yığın insan... Onlar en büyük sorumlu. Yerleşim : Türkiye / Bursa | Meslek : Ticaret |
erkan12 Yeni Üye Toplam 19 yazı | 22/12/2012 : 13:21:01 ![]() erbilde satılık ayran yoğurt fabrikası tüm izinler alınmış pazarı hazır devretmek istiyoruz. erkan 0532 680 85 12 / erkan12uzun@hotmail.com Yerleşim : Türkiye / Adana |
kartay Üye Toplam 180 yazı | 24/12/2012 : 09:04:05 ![]() Turkiyenin Acik hayvan ihtiyacini karsilamak uzere Satin alinacak hayvanlari besleyecek saman olmayan bir ulkeden ne bekliyorsunuz ,tek cumlelik bir aciklamadir ,ulkede saman Yok saman...... Gdo lu misir yaglarini Seker gibi yuttu vatandaslar Hemde Devlet Eliyle tonlarca ,fab.kocaelide Firma USA da Urun menseyi Meksika .uretici firma Imha edmesi gereken misir hammaddesini getirdi yag yapti ,bagira bagira yuttturdular millete ,kanser ilacina cok ihtiyac duyacak bu millet cok ... Yurt Disina yasak Olan Tüm sebze meyvalar iic pazara hepsi kanser yapacak Kadar ilacli ,yikasanda cikacak gibi Degil ,alin gidin Lab . Verin ,cogu Lab .raporlu onun icin geri donuyor Hop Ic pazara ,Afiyed Olsun .! kartay Yerleşim : ALMANYA / Frankfurt Am Main | Meslek : Mühendis |
akinselcuk Editör Toplam 5590 yazı | Türkiye' de işletmeciliği kazançlı olacak şekilde hayvancılık ve bitkisel üretim yapmak diğer bir çok ülkeden daha iyi durumdadır hatta belki dünyanın en iyi en uygun yeridir bile denebilir. Yani ülkemizde her türlü tarımsal faaliyet entansif olarak yapılmaya aşırı derecede uygundur. Sonuç verir kar getirir. Ancak ülkemizde iki farklı tarımsal dünya vardır. Biri ; Köylü dayıların, eski çiftçilerin, tarımla geçindiği iddia edilen halk kitlesinin dünyasıdır. Bu dünyada ekstansif tarım yapılır. Yani saldım çayıra mevlam kayıra usulü ile yapılan tarıma böyle denir. Bu dünya da da gübre, yeşil yem, teknoloji, gelişmiş alet ve ekipmanlar hatta tarımsal danışmanla çalışan çiftçiler bile vardır. Ancak bilim yoktur. İçine ne katılırsa katılsın ekstansiflikten kurtulamaz. Az kazanır, ağlar, mazot parasının peinde koşar, tarımın öldüğünü, hayvancılığın battığını, yabancı tohuma muhtaç olduğumuzu hatta bütün bunların dış mihrakların işi olduğunu söyler durur. Yeterince bilgisi olmayan konunun fazla içinde bulunmayan bir vatandaşi kitlesi de bu serzenişlere hak verir destek çıkar kamuoyu oluşturur. İkincisi ; İşletmeciliği her hangi bir sektörde yapabilecekken tarımı seçmiş olanlardır. Yani magaza açıp beyaz eşya satıcılığı yapacağına bir alanda bitkisel üretim yapıp pazarlamayı seçmiştir. Bu tip işletmeciler nasıl ki bir magaza açacağında müşteri kitlesini, kaça satacağını, malı nereden kaça temin edeceğini, işletme sermayesini oturup ince ince en baştan hesap ettiyse , tarımsal üretime girmeden evvel de bütün bu hesabı ince ince en baştan yapmıştır. En önemlisi bu işe girmeden evvel bir ufuk gördüğü için girmiştir. Yani şu ürün bu piyasada çok para eder öyleyse yapayım satayım kısmını atlamamıştır. Oturur bir işletme kurar. üretim yapar ve malın para ettiği yerde satışını gerçekleştirir. Üretimi bilimsel yapar. Bu yüzden malı kıymetli olur. Burası da entansif tarım dünyasıdır. Mesela düşünün adam bir fabrika kurmuş, makineler almış üretim yapıyor. Pazarlama ekibi kurmuş veya kendi pazarlıyor. Kafasında üretim ve pazarlama iki ayrı konu. malı burada depolarım diye düşünüp bir ambar yapmış. Şimdi bu adam üretim yaptığı makinelerinin arasını depolama alanı olarak kullansaydı, işçiler bu engelleri atla**** makineler arasında doaşsaydı, üretilen mallar bu eşyanın arsından sevk edilmeye çalışılsaydı ne saçma olurdu. Ben bir sürü bahçede bu durumu görüyorum. Geçim kaynağım dediği bahçede ağaçların arasında gezmek çok zor. Hasad etmek çok zor. Makinelere bir bakım gerekir. Çünkü eskirler. Randımanları düşer çalıştıkça. Yağlanırlar, silinir temizlenirler, belki bir iki parçası değiştirilir. Ağaçada aynı bakım gerekir. Bir insanın temiz görünmesi için traş olması gerekir ama siz bakımlı görünmek için sakalınızı traş edersiniz örneğin kulağınızı kesmezsiniz. Kulaksız bir adama kim iş verirki piyasada ? Ama bakım yapıyorum diyerek ağacın neresini kestiğini bilmez bu ekstansif dünyanın çiftçisi. Ağaçların arasında rahat yürümenin gerekliliğini hiç aklına bile getirmemiştir. Ağaçlar genellikle 10 yılda hilkat garibesine dönüşür. O çiftçi için burası bir imalathane değildir. Allahımın ağacıdır. Fidan dikilip sonra toprak yüzeyine atılan bir gübre vardır. Bu gübre zamanla aşağı süzülürken biraz değişime uğrar ve format değiştirir. Köklere ulaşır ve köklerin daha hızlı gelişmesini sağlar. Çiftçi bu gübrenin adını duyar ve 15 yıllık ağacına bu gübreden vermeye çalışır. Boşuna para harcar. Ama eğer kafasına yazdıysa iyi olacak diye bu mekanizmayı anlatanı asla dinlemez. Hep mucize bekler. Malı birinin ondan iyi bir paraya alması lazımdır. Kendisi pazarlama ile ilgili hiç bir faaliyet göstermez. Hatta aklına bile gelmez. Bu ekstansif dünya arpa da, buğday da, kiraz da, kayısı da, üzüm de, inek de, süt de aynı yolun yolcusudur. Aynı bölgede aynı alanda yanyana çiftçiler var. Havadan bakınca çok güzel görünüyor. Biri 40 yıldır orada diğeri yeni gelmiş. Eski çiftçinin bahçesinde yürümek bile mümkün değil. Ağaçlar korkutucu şekillere girmişler. Gene de Allah veriyor bir ürün çıkıyor. Yerel köylü olup malını pazarlamadığı tüccarı beklediği için az alıyor ama gene de tatlı para. Geçiniyor. Ama ağlıyor şikayet ediyor. Bir umut gübre soruyor ilaç soruyor. Kullanacak ertesi sezon ürün ikiye katlanacak şeklinde bir mucize. kalbini kırmadan uzatıyorsun konuşmayı ama sonuç veremiyorsun çünkü böyle bir mucize yok. Üretim şeklindeki dünyasını değiştirmesi lazım bu mucize için. Yeni çiftçinin bahçesine bal dök yala. Ağaçlar asker gibi. Sulama için hatlar döşenmiş. Toprak çamur olmuyor. Yürüyüş yolları var. Hasat neredeyse el seviyesinde, Kocaman deposu var. Bir eleman bilgisayarımn başında yurtdışı ile mailleşiyor. Aşağı park alanında iki de tır var. Eski çiftçi diyor ki onun sermayesi çok du yaptı bizde yok. Baktık araştırdık. 30 yıl maaşlı çalışmış bir eleman. Üstelik devletin özel bir kademesinde de değil sıradan bir memur. önceden işletmeciliği var. Tüccarlığı biliyor. Biraz da para biriktirmiş. 2-3 lüks ev parası kadar. Biraz tutumluluktan birazda esnaflıktan. 4 hektar araziyi devletten kiralamış. Bahçeyi yapmış. Teşvikle depoyu kurmuş. Tırlar da sezonluk kiralık. Anlaştığı 4 uzun yol şoförü, ingilizcesi kuvvetli bir de eleman. Gerisi sezonluk işçiler. Eski çiftçinin bir anda gözleri parladı. Bu kadarsa bende yaparım dedi. Çünkü onunda en az o kadar parası var. Ama yaşam standartı çok düşük. Ufku dar. Bilgisi donanımı eksik. tamnland.com Yerleşim : Türkiye / Türkiye | Meslek : Diğer |
![]() | ![]() | ![]() |
![]() |
| ![]() |
![]() | ![]() | ![]() |
| ||||
Bu web sitesi bilgilendirme amacıyla iyi niyetle, amatör bir ruhla hazırlanmıştır ve yer alan her türlü bilgi genel nitelikte olup, doğruluğu, eksiksiz olması, güvenilirliği, yeterliliği ve güncelliği hiçbir surette sitemiz tarafından garanti ve taahhüt edilmemektedir. Yer alan görüş ve yorumlar tamamen Koniks.com üyelerinin kişisel görüşlerini yansıtmaktadır. Sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak iş kurma/yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir ve söz konusu bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan Koniks.com sorumlu tutulamaz. | ||||
© 2000-2025 Koniks.com İletişim || Kullanım Şartları | Kurallar | Sitenin Kullanımı | Gizlilik | Yardım |