Koniks.com - İş Fikirleri Düşünce Havuzu

Koniks.com
Kullanıcı adı:
Şifre:
Şifremi hatırla


    Ana Sayfa          Forumlar          Arama          Yardım           Kayıt Ol
 Ana Sayfa
 Forumlar
 İş Hayatı
 İş Tecrübeleri
 Çözüm Önerisi
Not: Yorum gönderebilmek için kayıt olmalısınız.
Kayıt olmak için, buraya tıklayınız. Kayıt ücretsizdir!
 Yorum gönder
Kullanıcı adı:
Şifre:
Biçim:KalınİtalikAltı çiziliÜstü çizili Sola hizalaOrtalaSağa hizala Düz çizgiResim hizalaAlıntı ekleListe ekle
Mesaj İkonları:              
             
 


 
   

YORUM YAZILAN YAZI
GÖKALP 17/07/2004 : 14:19:16
BİZİM ÜLKEMİZDEKİ EN BÜYÜK SIKINTI ŞUDUR:BİZİM ÜLKEMİZDE HERKES BÜTÜN SORUNLARIN ÇÖZÜM YOLUNU BİLİR AMA ,ORTAK HAREKET ETME ,ÖRGÜTLENME GİBİ DEMOKRATİK UNSURLARIN EKSİK OLMASINDAN DOLAYI BİR ÇÖZÜM BULUNAMAZ.ÜLKEMİZDEKİ BÜTÜN BİREYLER,AMELESİNDEN BAŞBAŞKANINA KADAR,EKONOMİMİZİN GELİŞMESİNİN ÖNÜNDEKİ TEK ENGELİN IMF POLİT
İKALARI OLDUĞUNU BİLİR AMA ÇÖZÜM İÇİN BİR ARAYA GELMEK BU YÜZDEN MÜMKÜN OLMAZ.ŞİMDİ SİZE BİR ÇAĞRIM VAR BU DURUMUN ÖNÜNE NASIL GEÇEBİLECEĞİMİZİ DÜŞÜNELİM VE BULDUĞUMUZ ÇÖZÜM YOLLARINI BU PLATFORMDA BİRBİRİMİZLE PAYLAŞALIM.DAHA SONRADA BU ÇÖZÜM YOLLARINI EMAİL YOLUYLA ULAŞTIRABİLECEĞİMİZ HERKESE ULAŞTIRALIM.SAĞCI, SOLCU ,DİNDAR,İNANÇSIZ,ETNİK KÖKEN...VS AYIRT ETMEKSİZİN TEK BİR PAYDA ALTINDA,ÜLKEMİZİN ESKİ ŞANLI GÜNLERİNE DÖNMESİ İÇİN BUNU YAPALIM!
SON 30 YORUM (En yenisi en önce gösteriliyor)
Levent 23/09/2005 : 16:47:26

Elbette demokrasi ile ilgili daha söylecek çok söz var.
Levent 21/11/2004 : 12:39:09
Sayın Mim;

Yaptığın yorumların bir kısmına katılıyorum. Fakat A.B konusunda sanırım tam olarak aynı fikirde değiliz. Liberalizm konusunu da tartışmıştık. Ben serbest piyasa ya karşı olmadığımı da söylemiştim. Bu arada çalışanın hakkı ve demokratik hakların da çok önemli olduğunu söylemiştim. Üstelik benim için insanın hakkı en öncelikli konudur.
A.B'ye karşı olmam demokrasi ile ilintilidir. Ben bağımsız karar veren bir Türkiye'den yanayım.Aynı zamanda A.B'nin bundan böyle Türkiye'ye verecek bir şeyi kalmadığını da söylemiştim.
Fakat öğretim üyeleri dediğin gibi bambaşka nedenlerden bu işe karşıdır. Yani iç-mandacılığın devamı türünden bir şey. Tabii buda savunulacak bir şey değil. Ordudan başka bir şeye güvenmeyen bir zihniyetten ne beklenir? HAlkı adam yerine koymayan bir zihniyetten ne beklenir?
A.B'ye de, orduya da öncelikli olarak güvenmiyorum, bunlar üçüncü, dördüncü veya sonuncu dereceden önemlidir benim için; asıl güvendiğim, inandığım şey milli irade ve demokrasidir. Sanırım ne demek istediğimi anlatabildim.
Levent 20/11/2004 : 17:17:12

Şimdi Mim;

Biz hala kralın sakallarını tartışıyoruz. Tartıştığımız şey kralın sakalı var mı yok mu, varsa kaç tane, ne zaman sakalı çıktı, hangi gün çıktı gibisinden. Çünkü bunlardan başka bir şey bilmiyoruz. Bundan dolayı bazı şeyler bir türlü kolay kolay ilerlemiyor.
Levent 20/11/2004 : 17:09:23
Peki Türkiye'yi nelerin beklediğini biliyor muyuz, yoksa ağzımız açık biçimde seyretmeye devam mı ediyoruz. Sanırım ikincisi. Hala dünya da olup biten şeylerden haberdar değiliz. Hatta Türkiye'deki öğretim üyeleri bile bir çok şeyin bilincinde değil. Çünkü çoğu hala 12 Eylül geldi ne iyi oldu diyor. Şu habere bakın, yorum size kalmış:
"69 üniversitede yapılan araştırmaya göre akademisyenlerin en güvendiği kurum ordu. AB'ye 'az güvenen' bilim adamları için ulusal değerlerin zayıflaması gelecek için en büyük sorun

16/11/2004

AA - ANKARA - Öğretim elemanlarının sosyokültürel profilini çıkarmak için 69 üniversitede yapılan araştırma, akademisyenlerin de en güvendiği kurumun ordu olduğunu ortaya koydu.
Gazi Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Çağatay Özdemir başkanlığındaki bir ekibin 1 Ekim 2003-15 Ekik 2004 tarihleri arasında gerçekleştirdiği araştırmaya 11'i vakıf 69 üniversiteden toplam 3 bin 392 öğretim elemanı katıldı. Öğretim elemanlarının sosyal ve kültürel durumlarına ilişkin bulgular şöyle:
Bir ya da iki çocukları var: Babaları çoğunlukla (yüzde 33) ilkokul mezunu. Bunu sırasıyla, lise ve lisans mezunları (yüzde 17), lisansüstü eğitim alanlar (yüzde 8) izliyor. Annelerinin büyük çoğunluğu (yüzde 34) ilkokul mezunu. Lise mezunlarının oranı yüzde 15, yükseköğrenim görenlerin oranı yüzde 10, lisansüstü eğitime devam edenlerin oranı yüzde 2. Çoğunluğu kendi aile yapılarına benzer olarak iki ve tek çocuklu: Yüzde 52.
Ekonomik sınıf: Sosyolojik açıdan kendilerini büyük oranda orta sınıfa dahil ediyor: Yüzde 72. Yüzde 24'ü üst, yüzde 3'ü ise alt sınıfa ait olarak algılıyor.
Tüketim profili: Gıda (yüzde 39), eğitim (yüzde 20) ve kiraya (yüzde 18) harcama yapıyorlar.
Gözdeleri sinema: En çok sinemaya gitmeyi seviyorlar (yüzde 72, en az opera/bale.
Roman seviyorlar: Yüzde 16'sı (ayda bir) akademik kitapların dışında kitap okumuyor. Ayda ortalama bir-iki kitap okuyanların oranı ise yüzde 72. Okuyanlar genellikle roman (yüzde 31) ve güncel (yüzde 16) kitap seviyor.
Dil sıkıntısı: Yüzde 40'ının yabancı dil sorunu var.
Maaşlar sorunlu: Ücret düşüklüğünü (yüzde 48), çalışma koşullarının olumsuzluğunu (yüzde 20) ve yükselme zorluklarını (yüzde 20) yaşadıkları en önemli sorunlar olarak görüyor.
Meslekten memnunlar: Çoğunluğu mesleğinden memnun: Yüzde 67. Yüzde 4'ü öğretim elemanı olmaktan memnun değil.
Tercihleri özerklik: Yüzde 49'u, en iyi üniversite sisteminin 'tam özerk üniversite' olduğuna inanıyor. Mevcut yapıyı savunanların oranı ise sadece yüzde 5."
Gelecekten korkuyorlar: Yüzde 71'i çocukları varsa ya da olduğunda onun geleceğiyle ilgili ciddi düzeyde endişeye sahip.
Eğitim endişesi: Yüzde 37'si çocuklarının eğitimi konusunda da endişeli. Bu endişeyi işsizlik (yüzde 29), ahlak (yüzde 15), sosyal güvenlik (yüzde 13) ve ayrımcılık (yüzde 4) izliyor.
Hükümete güvenilmiyor: En çok güvendikleri kurum yüzde 45'le ordu. TBMM'ye güven yüzde 17, hukuk sistemine güven yüzde 15, AB'ye güven yüzde
6, hükümete güven ise yüzde 4.


Torpile inanıyorlar
'Türkiye'de bir kişi ekonomik ve sosyal seviyesini artırabilmek için neler yapmalıdır' sorusuna yanıtları: Yüzde 28'i 'siyasi ve bürokratik açıdan güçlü yakınlarının olmasını', yüzde 27'si 'çalışkan ve girişimci olmayı' gerekli görüyor. Yüzde 22'si ise 'menfaat gruplarıyla ilişkiyi' gerekli buluyor. 'İyi bir üniversite eğitimi' diyenlerin oranı yüzde 11.
'Türkiye'nin gelecekte karşılaşabileceği en önemli sorun nedir' sorusuna yanıtları: Ulusal kimliğin zayıflaması (yüzde 34), köktendinci akımların güçlenmesi (yüzde 22), yıkıcı akımların kuvvetlenmesi (yüzde 12), bağımsızlığın kısıtlanması (yüzde 11), yerli yatırımcıların güç kaybetmesi (yüzde 6), tarım kesiminin zayıflaması ve dinsel değerlerin zayıflaması (yüzde 3)" KAynak: http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=134439&tarih=16/11/2004

"
Levent 31/08/2004 : 10:10:34
Anlatacak o kadar çok şey var ki, ben de ne anlatacağımı bilemiyorum. Çok kısa olarak özetlemem gerekirse demokrasi
1.YULARI KİMSEYE TESLİM ETMEMEKTİR
2. Tayfanında bir şeyler bildiğini kabul etmektir.
3. Demokrasi bildiğini sandığımız, uygulmalarıyla gördüğümüz içi boş demokrasi demek değildir.
4. Demokrasi salt seçimden seçime oy kullanmak demek değildir. Bu olsa olsa içi boş bir demokrasi hareketidir.
5. Demokrasi lider merkezli değildir, halk merkezlidir ve aşağıdan yukarıya doğru bir harekettir.
6. Demokrasi gücün tek bir elde toplanması demek değildir. Tam tersine demokrasi gücün halkta toplanması için parçalanmasını gerektirir. bu yüzden demokrasi ademimerkeziyetçidir. Ademimerkeziyetçi olmayan hareketler içi boş demokrasi hareketleridir; bu şekildeki demokrasi anlayışı kabul edilemez.
7. Şirket ile ülke aynı şey değildir. Bir ülke çok daha karışıktır ve ülkenin düşünmek zorunda olduğu insanı meseleler ve o ülkenin insanı diye bir şey vardır. Bir şirket için böyle kavramlar o kadar önemli değildir. Diyeceksiniz ki bugün global bir şirket bir devletten bile çok daha kazanabiliyor, üretebiliyor. Doğrudur ama bunun nedeni kapatilizm ve o şirketin içinde bulunduğu olağnüstü atmosfer ve koşullardır. Bir mercimek tanesi dünyada 2 gram gelirken aynı mercimek bir nötron yıldızında bir dünya kadar ağır olabilir, demek istediğim koşulları hesaba katmak önemli. Eşit koşullar altında kıyaslama yapıldığında bu iki mercimeğin aynı ağırlıkta olduğunu anlayacaksınız.
8. Demokrasi insanın insan gibi yaşaması; yönetime katılması, sosyal haklarını savunması vb dir.
İki yüz yılda düşünülmüş şeyleri yazabilmek kolay değil.
Kenan Kablan 31/08/2004 : 05:47:10
Demo-krasi konusunda ufak tefek bir şeyler bildiğimi düşünüyordum. Belli bir yere kadar yazdıklarını takip edebildim. Fakat bir noktadan sonra karışmaya başladı. Doğrusu anlattıklarını tam olarak anlayabildiğimi söyleyemeyeceğim. Bu, benim konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmamamdan da kaynaklanabilir veya gerçekten pek net aktarmıyor da olabilirsin Levent. Başka katılım olmadığı için hangisi doğru bilemiyorum. İstersen bir sonuç yaz. Böylece hem konuyu özetlemiş olursun hem de kopmalara sebep olan konular varsa onları aktararak daha iyi anlaşılmasını sağlayabilirsin.

Teşekkürler.
Levent 30/08/2004 : 20:13:06
"Fakat layık olmayana iş vermek çok doğru bir davranış değil." layık olanı kim belirleyecek işte asıl soru budur? Belli doktorlar mı, belli eğitimciler, ekonomistler mi, ülkenin milli güvenlik bürokratları mı? Bu sorun uzaktan görüldüğü gibi basit değil.

Gerçek demokrasi lider merkezli değildir; halk merkezlidir. Lider gelip geçici nacak bir süre için taşınacak bir roldür; gerçek demokrasilerde lider sultası olamaz, kabul edilemez. Demokratik olmayan siyasi yapılar ülkenin sorunlarını çözemez. Kendi içinde demokrat olmayan bir yapının demokrasiden söz etmesi tuhaf. Bu yüzden sözünü ettiğiniz bu hastalık ancak bugünkü siyasi yapılar için mevcuttur. Gerçek demokrasilerde bu tür sorunların esamesi bilke okunmaz.
Levent 30/08/2004 : 19:44:54
Şimdi ŞİRKET ve ÜLKE meselesine gelelim. Bu iki şeye aynı biçimde bakılamayacağı konusunda ısrarlıyım; çünkü bu biçimde yanlış benzerlikler yanlış sonuçlar çıkarmamıza neden olabilir.

1. Bir şirket çalışanların ne kadar kazandıklarını, çalışma koşullarını pek dikkate almayabilir. Ama bir ülke için gelir dağılımının bozuk olması, ülkedeki insanların az kazanması, mutsuz olması önemli bir sorundur.
2. Evinizi, arsanızı kiraya verebilirsiniz. Paranızı bankaya yatırır veya bir şirkete ortak olabilirsiniz. Tüm bunları yaparken bazı sözleşmeler yapar, belli güvenceler ararsınız veya zaman zaman bazı risklere girebilirsiniz. Ama herşeyinizi, tüm malınızı, kendinizi vb bir şirkete, her koşulu kabul ederek vermezsiniz. Verirseniz sonunun hiçte iyi olmayacağını söylemek zorundayım. Bu bakımdan şirket ile ülke bir olamaz. Ülke de derken bir çok şey ve nereyse her şey işin içine girer.
3. Tek hücreli canlılar veya bazı organizmalar, bitkiler vb bir beyne sahip duymadan fevkalade başarılı olabilirler. Ama insan türünden kompleks organizmalar düşünmek, icat etmek için beyne sahiptirler. Beyinde ki düşünceler ise tek bir hücre tarafından alınmaz. Yüzlerce milyar hücre tarafından alınır. Demokrasi ile ilkel-bürokratik şirketler bu biçimde dev ile cüce arasındaki kadardır; olağanüstü bir fark vardır. Bugünün Batılı ülkeleri yıllar önceden bunu anladıkları için onlar yüzlerce yıldır demokrasiyi geliştirmek için büyük çabalar içindedir. Biz ise hala bakıyoruz.
Levent 30/08/2004 : 16:50:37
"Bir de şunu belirtmek isterim, Ülke sorunlarının çözüleceği yer Siyaset Platformudur. Kamarada fikir üretmektense güverteye çıkıp fikirleri dile getirmek sonuca yaklaşmanın ilk şartıdır bana göre. %30 oy aldı diye beğenmediğiniz adamın bir partinin gençlik kollarından başlayıp kendi partisini kuruncaya kadar yaşadığı eylem sürecini iyi anlamak gerekir bence. Fikir üretmek güzel bir şey, ama fikirleri hayata geçiremiyorsanız pek bir işe yaramıyorlar. Düşünen değil uygulayan kazanıyor."

Bazen işin teorisyenleri dediğimiz kesmi vardır; bunlar yazar, düşünür, okur. Yani bunlara toplumun aydını da diyelirsiniz. Einsten bir çok teorik çalışma yaptı uygulamayı pek tercih etmedi, fazla ilgi duymadı ama onun teorik çalışmalarının önemi inkar edilemez.
Gücümüzün oranında bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Bildiğiniz bir şey varsa söyleyip dile getirmek yanlış bir şey mi? Birileri dinler veya dinlemez, ama yine söylemek görüşünüzü ortaya koymak gerekmez mi? Demokrasi de herkes parti başkanı veya başbakan olamaz, dediğim gibi tayfa da olabilir. Ama o küçük gördüğünüz tayfanın da bildiği bazı şeyler olabilir. Ben kendimi daha çok bu rolde görüyorum,, tayfa olduğum için eziklik filan duyduğum da yok. Saygılarımla.

Levent 30/08/2004 : 16:41:04
Açıklaması sayfalarca tutacak bu sorulara kısaca cevaplamak mümkün:

1. Demokrasiyi anlamak o kadar kolay değilse uygulamak çok çok zor olacaktır. Kolay anlaşılamayan bir kavram nasıl olacak uygulanacak?
Bir bilgisayarın, bir televizyonun nasıl çalıştığını, bir uçağın nasıl uçtuğunu tam olarak anlamayabilirsiniz. Ama mühendislerin, teknisyenlerin yüzlerce yıl süren çalışmaları ve bilgi biriki bunları yapabilecek düzeydedir. Demokraside yüzlerce yıl üzerinde çalışılan bir konu ve başarılı uygulamaları var.
2. Dürüstlükten yoksun bir yöneticiye liyakatli demek doğru mu?
Liyakat çok geniş bir kavram ve değişken bir şey. Benim burada vurgulamak istediğim şey güven ve denetim ve yuları kaptırmamaktır. Dürüst diye düşündüğünüz bir kişiye her şeyinizi teslim edersiniz yanılabilirsiniz.
3. Acaba liderler bozuk olduğu için mi halk bozuk, yoksa halk dürüst olmadığı için mi bozuk liderler başa geliyor?
Her ikisi de birbirini tetikler görünüyor. Halka bozuk demek hoşuma giden bir kavram olmasa da! ama yukarıdan aşağıya modellerde liderin ve modelin etkisi çok büyüktür.
4. Halkın üstünlüğünü, tek söz sahibi olduğunu ve egemenliğini her alanda kabul ettiğimize göre; halk bir gün çıksa dese ki biz "islam şeriatı ile yönetilmek istiyoruz" demokrasi bunu kabul edecek mi?
Demokrasi çoğunluğun her istediğini yapması değildir. Çünkü azıklıkta birgün gelir çoğunluk olabilir. Dolayısıyla toplumun bir çok farklı kesmi önce geniş bir zemin üzerinde anlaşmalıdır. Yani önce hukuksal normlar belirlenir. Bunun da çoğulcu bir zemine dayanması gerektiğini düşünüyorum. Bu anlaşma zeminin çerçevesi ne kadar geliş olursa o kadar iyi olur; ileri de ki çatışmalar o ölçüde azalır. Bana göre Türkiye için "şeriat" istemek ortak bir anlaşma zemini oluşturmaz. Tam tersine yıkıcı bir durum oluşturur. Ama insanların yüzde yüzü isterse o zaman başka çünkü bu soru zaten ortadan kalkmış olur. Am bu sorunun tüm yanları bugün bile tam olarak çözülmüş değil.

5. "13 ortağı olan bir başka firmada da görev yaptım. Hepsinin payları aşağı yukarı yakın oranlardaydı. Her ortağın becerisine göre firma içinde bir görevi vardı. Model bir anlamda "çalışanların sahip olduğu firma" modeliydi. Fakat orada da çok dürüst bir insan olan biri hariç diğer 12 ortağın toplam kazanca nasıl 'tek başına sahip olmaya' çalıştığını görmeliydiniz.
Gerçi şirketler ile ülkeler farklıdır demişti Levent Bey ama ben insan davranışları yönünden çok farklı olmadıklarını düşünüyorum."

Olabilir. Böyle modeller var. Bürokratik Sovyet modeli, bürokrasinin egemenliğindeki bir çok devlet bunlardan sayılabilir. Fakat bu ülkeler demokratik model karşısınd geri modellerdir.



Kenan Kablan 30/08/2004 : 00:04:41
Ya aslında şöyle bir durum var. Ben Platon savunucusu filan değilim. Gemi örneğini verirken de aslında vurgulamak istediğim fikir adamlarının harekete geçmemesi sonucu meydanın boş kalması idi. Bu yüzden bire bir aynısı değil zaten.
Her işi ehlinin yapması konusunda farklı fikri olan var mı? Bu ehli her zaman iyi olacaktır manasına gelmiyor tabiki. Fakat layık olmayana iş vermek çok doğru bir davranış değil.

Bir de şunu belirtmek isterim, Ülke sorunlarının çözüleceği yer Siyaset Platformudur. Kamarada fikir üretmektense güverteye çıkıp fikirleri dile getirmek sonuca yaklaşmanın ilk şartıdır bana göre. %30 oy aldı diye beğenmediğiniz adamın bir partinin gençlik kollarından başlayıp kendi partisini kuruncaya kadar yaşadığı eylem sürecini iyi anlamak gerekir bence. Fikir üretmek güzel bir şey, ama fikirleri hayata geçiremiyorsanız pek bir işe yaramıyorlar. Düşünen değil uygulayan kazanıyor.
Kenan Kablan 29/08/2004 : 16:56:06
Keşke bu konuya daha fazla katılım olsaydı. Çok daha fazla açı yakalayabilseydik. Kafamda bazı soru işaretleri oluştu. Kısaca sizle paylaşmak istiyorum:
-Demokrasiyi anlamak o kadar kolay değilse uygulamak çok çok zor olacaktır. Kolay anlaşılamayan bir kavram nasıl olacak uygulanacak?
-Dürüstlükten yoksun bir yöneticiye liyakatli demek doğru mu?
-Acaba liderler bozuk olduğu için mi halk bozuk, yoksa halk dürüst olmadığı için mi bozuk liderler başa geliyor?
-Halkın üstünlüğünü, tek söz sahibi olduğunu ve egemenliğini her alanda kabul ettiğimize göre; halk bir gün çıksa dese ki biz "islam şeriatı ile yönetilmek istiyoruz" demokrasi bunu kabul edecek mi?

13 ortağı olan bir başka firmada da görev yaptım. Hepsinin payları aşağı yukarı yakın oranlardaydı. Her ortağın becerisine göre firma içinde bir görevi vardı. Model bir anlamda "çalışanların sahip olduğu firma" modeliydi. Fakat orada da çok dürüst bir insan olan biri hariç diğer 12 ortağın toplam kazanca nasıl 'tek başına sahip olmaya' çalıştığını görmeliydiniz.
Gerçi şirketler ile ülkeler farklıdır demişti Levent Bey ama ben insan davranışları yönünden çok farklı olmadıklarını düşünüyorum.
Levent 29/08/2004 : 13:04:18

Bu bakımdan sahip olmak, egemenlik kavramları ile Liyakatı birbirine karıştırmamak gerek. Bu ikis aynı şey değildir. Halk cahilil bilmiyor vb gerekçelerle onun malına mülküne zorla veya başka biçimde el konulamaz. Böyle bir şey düşünülemez. Bu tür tartışmalar iki yüz yıl boyunca yapıldı ve sonuçlar belli.
Ülkeyi çok iyi yöneteceği iddia edilen liyakat sistemi Sovyet tipi bir modeldir. Bu tür modeller dünyanın geri kalmış totaliter ve zavallı ülkelerinde kullanılır.
Levent 29/08/2004 : 12:35:27
3. İlkeyi anlamak ve uygulamak kolay değil tabii. Bu konuda yüzyıllarca kafa yorulduğunu, bir çok uygulmalar yapıldığını da söylemem gerek. Ülkeyi yönetmek bir gemiyi veya şirketi yönetmeye benzemez çok daha farklı bir şeydir.
DEmokrasiyi anlamak kolay değil demiştim. Nasıl ki beynin çalışmasını, işleyişini anlamak zorsa demokrasi de bir bakıma öyle.
DEV İLE CÜCE KARDEŞİNİN HİKAYESİ

Bir zamanlar dev bir adam yaşarmış. Bu dev adam milyonlarca insan gücünde ve binlerce insan boyundaymış. Çok güçlüymüş, bir yumrukta Zeus'un oğlu Herkül'u bile paramparça edebilirmiş. Aynı zamanda bu dev adam çok çalışkan biriymiş. Yıllarca çalışarak milyonlarca dönüm araziye, bir çok mala ve mülke sahip olmuş. Dünyanın en zengin insanı haline gelmiş. Ne kadar çok mala sahip olduğunu, zenginliğinin sınırını bilen hesap etmek mümkün değilmiş. Günün birinde bu dev adam artık dinlenme zamanını geldi diye düşünmüş. Tüm işlerini bırakıp köşeşine çekilmek istemiş. Bu dev adamın iş bilen bir çok okuldan mezun LİYAKATLİ bir cüce kardeşi varmış. Dev adam kardeşine güvenerek tüm işlerine ona teslim etmiş. İçi rahatmış çünkü sonunda her şeyi kardeşine teslim ettiği gibi kardeşi ÇOK ÇOK LİYAKATLİ biriymiş.
Dev adam işleriyle artık pek ilgilenmiyormuş. Kardeşi ne getirirse imzalıyormuş, okumadan, düşünmeden imzalar atıp duruyormuş. Cüce kardeş uyanık biçimde hareket edip bu devin tüm mallarını satmış, kendi gizli hesabına geçirmiş, bir çok oyunla kardeşini aldatmaya devam etmiş, üstelik cüce kardeş devi olağanüstü derece de borçlandırmış. Cücenin niyeti bozukmuş ve arzuları bitip tükenmek bilmiyormuş. Koca bir ülkenin sahibi olmak, kral olmak gibi büyük arzuları varmış. İŞte bundan dolayı kardeşi devi köle gibi çalıştırmaya onu savaşlarda kullanmaya karar vermiş.
Yine bir çok uyanıklık yaparak önce dev kardeşinin boynuna dev bir demir tasma takmış. Sonra kardeşini korkutmak, ona zorbalık yapmak için binlerce vahşi dev köpeği başına bekçi olarak dikmiş. Sonra kardeşi devi zorbalıkla köle gibi çalıştırmaya başlamış. Onu savaşlarda kullanmış. En sonunda bir ülkeye sahip olmayı başarmış. Ülkeye sahip olduktan sonra kardeşi devi köpeklere yedirmiş.
Tüm bunlardan sonra bizim cüce bekçi kılığında sahneye çıkmış. Sahip olduğu koca bu ülkeyi karış karış dolaşarak iki de bir kardeşi devi ne kadar sevdiğinden söz eder, onun hayatını nasıl kurtardığını anlatırmış. "Ben olmasaydım kardeşim ölecekti, onun hayatını kurtardım dermiş". Bu bekçi kılıklı cüce öte yandan aynı şekilde bu kocayı ülkeyi nasıl kurtardığını ve vatan ve millet sevgisin ne anlama geldiğini de anlatırmış. Timsah göz yaşları dökerek tüm halkı kendine inandırmış. Herkes onun ne kadar haklı olduğunu, ülkeyi ve kardeşi devi nasıl kurtardığını saflıkla inanırmış. Bizim cüce de soytara soytara bu kounuda doruklara çıkmış. Mevki için, para için anasını babasını bile satacak kadar düşkün biri olan bekçi kılıklı LİYAKATLİ cüce kudurdukça KUDURMUŞ. Ülkeyi borça süreklemiş, her şeyi kendine benzetmiş. Ülke de namuslu dürüst bir insan bulmak zor hale gelmiş. Artık herkes EGOİST kesilerek bu bekçi kılıklı cüceyi örnek almış. O ise soytararak bir taraftan vatan millet diyor bir tarafdan da ülkeyi satıyor, keyif içinde zevkten dört köşe oluyormuş. "
Burada dev adam bir ülkenin kendisi olarak düşünülebilir.
Bir şirkete sahip olan kişi liyakatli birine kayıtsız şartsız herşeyini teslim eder mi? Olağanüstü zengin biri kimseye teslim olmaz. Elbette bu kişinin bir çok danışmanı vardır. Ve o kişi danışmanlarını çağırıp bir çok iş yaptırabilir. Ama asla danışmanalarına tam olarak teslim olmaz. En son kararı yine kendisi verir. Hatta çok defa holding sahibi tek bir danışmana bağlı değildir. Onun birçok danışmanı vardır. Beğenmediği danışmanın işine hemen son verir. Üstelik bu danışmanların bir çoğu çok liyakatli kişilerde olabilir. Ama şirketin sahibi danışmanın üstündedir. Danışman ben çok biliyorum diye o şirkete sahip olmaz. Çünkü sahip olmak başka bilmek başka şeydir.
Ülkenin sahibi halktır. Ülkenin sahibi gerçek gücünü kardeşine bile veremez. Çünkü bu güç devredilmeyecek kadar değerlidir. Çünkü ülkenin sahibi boynuna koca bir tasma takılıp IMF ve kimsenin kölesi olmaya razı değildir
.
Kenan Kablan 28/08/2004 : 23:00:51
Üç nolu önerme çok hoş.
Olsa güzel olurdu.
Peki her tayfa ortak çıkarlar için değil de kendi menfaatleri için konuşuyor ve üstelik bunu bir maske ile örtüyorsa?
Her bir bireyin "ego"sundan arınmış ve toplum yararına düşünce üreteceği varsayılırsa üçüncü önermeye katılırım. Fakat böyle bir durum başlangıçta olmasa bile belli bir noktadan sonra bireyi birey olmaktan çıkarıp sürünün bir parçası haline getirmez mi?

Bundan beş yıl kadar önce üretimi ve pazarı oldukça iyi durumda olmasına rağmen yönetimi yüzünden kötü durumda olan bir firmada işe başlamıştım. Daha önce bu büyüklükte bir firmada tecrübem olmadığı ve firmanın durumu cidden çok kötü durumda olduğu için işim çok zordu.
İlk çalışmalardan sonra şube müdürleri ile birlikte tüm idari kadronun her hafta toplanmasına karar verdik. Bu toplantılarda benim ısrarla istediğim "görevinizi daha iyi yapmak için nelere ihtiyaç duyuyorsunuz?" sorusuna öneri getirilmesiydi. Ne de olsa onlar benden çok daha iyi biliyorlardı iş akışını ve sektörün kurallarını. İlk zamanlardaki çekingenlikler bir kaç toplantıdan sonra aşıldı. Tabiri caizse öneriler yağmaya başladı. "Satışı arttırmak için...", "Raporlamanın daha sağlıklı olması için....", "Üretim kalitesini arttırmak için....", "Müşteri memnuniyetini arttırmak için...." diye başlayan bir sürü öneri. Ne yazık ki 2-3 ay özenle sürdürdüğüm bu katılımcı toplantılarda sunulan önerilerin hiç biri evet üzülerek söylüyorum hiç biri firma menfaatine değildi. İlk bakışta güzel görünen önerilerin üstlerini kazıyınca gördüm ki hepsi şahsi çıkar kaygıları ile ortaya konmuş isteklerdi. Katılımcı yönetim ile ilgili yaşadığım ilk hayal kırıklığı bu olmuştu.

Bu bir gerçek. İnanıyorum ki bu acı gerçeği tersine çevirecek bir formül mutlaka vardır. Ben bilmiyorum diye 'yoktur' diyecek değilim. Ne demiştik her tez kendi anti-tezini doğurur.

Ve ne demiştik siyasetten pek anlamam. Yaşadığım üç-beş tecrübeye dayanarak bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Zalimlik konusuna gelelim. Bunları savunduğum için söylemiyorum. Ne yazık ki gerçek bu. Bir iş yerinde yönetici konumunda iseniz, hemen bitirilebileceği halde astlarınız tarafından bir türlü neticelendirilmeyen işler varsa, o gün kendinize bir kurban seçin. İşi bitirmeyen elemanlarınızın görebileceği bir ortamda o kişiyi feci şekilde azarla**** ne kadar sert olabileceğinizi kanıtlayın. Emin olun bitmeyen iş çok güzel bitirilmiş bir biçimde o gün masanızda olacaktır.

Kim bilir belki de ülke sorunlarının kaynağı aile, yetiştirilme şekli, vs. olabilir.

Selam ve sevgi ile,
Levent 28/08/2004 : 13:09:45
Gemi Örneğinden Devam Ve Platon’a Cevap


Gemilerde tayfa olarak çalışan birisiniz. İş bulma, para kazanma ve iyi bir biçimde yaşama, insanı koşullarda çalışma derdindesiniz. Şimdi soru şu: Hangi gemide yaşamak istersiniz?

1. Aşırı disiplinli, diktatör bir kaptanın yönettiği gemi. Kaptan o kadar diktatör ki hataları hiç affetmiyor. Yanlışınızın cezasını kırbaç ile veya çok başka biçimlerde ödüyorsunuz. Dediğim gibi af yok, hasta olmak yok, kaptana soru sormak, ona akıl vermek, ondan bir şey istemek yok. Sadece sorulduğunda konuşacaksınız. Sizden istenen şeyler kaptana tam bir itaat. Kaptan canı istediği gibi gemiyi yönetebilir, birini dövüp, asabilir; kaptan istediği her şeyi yapmada özgür. Yine deneyimlerinizden çok iyi biliyorsunuz ki bu gemilerde çalışan bir çok arkadaşınız bu tür zalim kaptanların davranışları yüzünden yok yere öldü veya çok acı çekti. Üstelik bu tür gemilerde ücretler çok az; sosyal hakkınız, sigortanız filan yok. Şimdi bu tür gemiler özelleştirmeyle patronların elinde bu tür kaptanlara teslim ediliyor. Sırf verimlilik ve rekabet diye işçinin 17. Yüzyılda olduğu gibi köle gibi çalışması isteniyor, ne kadar hoş değil mi?
2. Seçimle bir kaptan seçip o kaptana her türlü yetkiyi vermek. Çünkü sizin istediğiniz başınızın ağrımaması, birisi iktidar olsun da nasıl olursa olsun farketmez. Yüzde otuz ile bile iktidara gelmek mümkün. İktidara gelene her türlü güç verilecek. Tıpkı yukarıda ki disiplinli ve diktatör kaptan gibi. Fakat yine deneyimlerinizden biliyorsunuz ki bu şekilde iktidara gelenler verdikleri her türlü sözü unutup kısa zaman içinde diktatör kaptanlardan farksız hale geliyorlar. İktidara onların eline geçtiği için bir daha da onu ele geçirmek mümkün olmuyor. Hatta bu şekilde seçilmiş kaptanların zalimlik konusunda hiçbir kaptandan aşağı kalmadığını, sosyal hakları vb her şeyi budadığını çok iyi biliyorsunuz, bunlar defalarca yaşadığınız şeyler.
3. Demokratik biçimde yönetilen gemi. Arkadaşlarınızla uyum içinde çalıştığınız bir gemi seçiyorsunuz. Bu gemide kesin olarak belirlenmiş bir lider yok. Bütün kararlar tartışılarak, uzlaşma içinde alınıyor. Herkesin sözü dinleniyor. Yanınızda danışmanlar, denizi iyi bilen kaptanlar var. Zor durumlarda ve bir çok konuda bunlara danışıyorsunuz; görüşlerini dinliyorsunuz; arkadaşlarınız da bu danışmanlara saygılı. Ama bunun dışındaki tüm sorunlar, hastalık durumları, daha başka binlerce sizi ve arkadaşlarınızı ilgilendiren binlerce sorun var. Yıllardır gemide çalıştığınız için sizin de bu konuda belli bir deneyiminiz ve bilginiz var; çünkü çok *** biri değilsiniz. İşte bir kaptanın bile bilmediği sizi ilgilendiren bir çok konuda arkadaşlarınıza fikir verebilirsiniz. Gemide herkesin sözü geçtiği için, herkesin bilgisine, deneyimine saygı gösterildiği, bir çok problem bu temelde çözülebiliyor. Çünkü gemide ki çalışma ve sözleşme temeliniz buda dayanır. Bunun yanında çoğunluğun bir olup birkaç kişiye ezmesine izin yok; çünkü gemideki çalışma sözleşmeniz anlaşma, uzlaşma ve değer verme üzerine kurulu; çoğunluğun bile diktatörce ve zalimce yetkisi yok. Yani ne olursa olsun gemide çalışanların tüm sosyal ve insani hakları güvence de.
İlk tercih Platon’un istediği liyakatli kaptanı, aynı zamanda Cumhuriyet anlayışının dayandığı temelleri ve onun insana olana saygısını gösteriyor. İkincisi yanlış biçimde uygulanan, ilk anlayıştan farkı olmayan fakat bize demokrasi diye yutturulan içi boşaltılmış demokrasi anlayışını, sonuncusu ise gerçek demokrasiyi kaba taslak anlatmaya çalışan bir tercihi gösteriyor.
Bu soruya cevabınız konuya nereden baktığıza göre de değişir. Örneğin her istediği yaptırmak isteyen bir kaptan birici tercihten hoşlanacaktır, ikinci tercih açık göz siyasetçinin hoşuna gidecektir. Üçüncü tercih ise bire tayfanın.
Ama şunu akıldan çıkarmamak gerek: bir ülkede yaşayan insanların yüzde 99 tayfa konumundadır
.
Levent 28/08/2004 : 13:06:34

Sayın Kenan Kablan'ın sorulması gerekli ve akıllara her zaman gelecek güzel sorularını şimdilik bir kenera bırakıyorum; çünkü maalesef gemi meselesinden tam kurtulamadık.
Kenan Kablan 28/08/2004 : 01:15:27
Oldukça güzel bir yere geldi konu.
Her tez mutlaka anti-tezini doğurur.
"Fikirlerin çarpışmasıyla hakikat güneşi doğar" (N.Kemal)
Cumhuriyetin de demokrasinin de mutlak doğrulardan oluşmadığı, sürekli iyileştirme, uyarlama içinde olması gerektiği fikrin ilk ortaya çıkışından bu yana tartışılır. Diyalektik düşünce her bir önermenin, karşı önermeyi doğuracağı fakat zaman içinde çarpıştırılarak bunların "uzlaşma" noktalarının oluşacağını savunur. ve fakat her uzlaşma noktası yeni bir önermedir ve karşı önermesini oluşturması kaçınılmazdır.

Mesela şu fikir çok mu uçuk gelir size?
Yönetici seçilecek adayların merkezi bir sistemle çok yönlü liyakat sınavından geçirilerek belli bir notu aldıktan sonra halkın karşısına çıkmalarına ne dersiniz?

Halkın uzmanlık alanı olmayan bir konuda yanlş karar vermesini engellemiş olmaz mı bu tür bir uygulama?

Hadi siyaset adamı olma yeterliliğinden vaz geçtik en azından ruhsal denge-dengesizlik, genel kültür, kavrama-anlama testlerinden geçseler o bile yetecek..

Araba kullanacak insanlar sürücü belgesi almak için bir çok yönden muayene ediliyor, kursa gidiyor, sınava girip belli bir puan almak durumunda kalıyorlar. Siyasette ise parayı bastıran aday oluyor.

Kopuk kopuk oldu yazdıklarım ama toparlamaya uğraşmadan; reklam yoluyla insanların nasıl kandırıldığını hepimiz biliyoruz. Seçim propogandalarının nasıl reklam-şova dönüştüğünü az çok farkedebiliyoruzdur.

Son olarak söyleyeceğim; Demokraside insanların seçme gibi 'seçmeme' haklarının da bulunması gerekir. Zorla siyasetle ilgileneceksin veya sandık başına gideceksin denmez.

(Bu kadar karışık yazdığım için kusura bakmayın arkadaşlar. bir dahaki sefere daha derli toplu aktaracağım düşüncelerimi)
Levent 27/08/2004 : 18:05:36
Ama kısa bir şekilde de olsa Kenan Kablan bu sorunun cevabını kendisi vermiş:
Platon'un görmezden geldiği şey liyakatli kaptanı kimin belirleyeceğidir? Gemiyi ülke olarak düşünürsek ülke kimsenin malı değildir; müşterektir. İkincisi ülkeyi yönetme konusunda bir çok adayın varlığıdır. Klasik Platon hikayesinde tüm bunlar göz ardı edilerek, sanki liyakatli kişinin apaaçık biçimde bilindiği varsayılır. Ama bir ülke için işler böyle değildir; ülkeyi iyi yönetme konusunda bir çok aday vardır ve bunlardan hangisinin ülke için, insanlar için daha yararlı olduğu konusu Platon'un düşündüğü kadar basit değildir. Tabii konun bir boyutu bu. Demokrasi ise tüm bunlardan çok daha geniş ve derin anlamları olan bir şey. Kısaca okuyun, okuyun.
Levent 27/08/2004 : 17:58:46
Bu bana çok yönlülüğü ve demokrasiyi dolaylı da olsa anlatıyor ve onun önemini dile getiriyor gibi görünüyor.
Şimdi Kenan Kablan'ın sorusunun cevabı nerede kaldı diye soracaksınız. Bu soru gerçekten zor bir soru ve onun cevabı buraya sığacak türden değil; oldukça uzun.
Levent 27/08/2004 : 17:52:51

Örneğin mağara hikayesi bana dolaylı da olsa bunu anlatır:

"Bir mağara düşün dostum. Girişi boydan boya gün ışığına açık bir yer altı mağarası. İnsanlar düşün bu mağarada. Çocukluktan beri zincire vurulmuş hepsi, ne yerlerinden kıpırdamaları, ne başlarını çevirmeleri kabil, yalnız karşılarını görüyorlar. Arkalarından bir ışık geliyor... uzaktan, tepede yakılan bir ateşten. Ateşle aralarında bir yol var, yol boyunca alçak bir duvar. Gözbağcıları seyircilerden ayıran setleri bilirsin,üzerlerinde kuklalarını sergilerler, öyle bir duvar işte. Ve insanlar düşün, ellerinde eşyalar: Tahtadan, taştan insan veya hayvan heykelcikleri, boy boy biçim biçim. Bu insanlar duvar boyunca yürümektedirler, kimi konuşarak, kimi susarak. Garip bir tablo diyeceksin, hele esirler daha da garip. Doğru... O esirler ki ömür boyu başlarını çeviremeyecek, kendilerinin de, arkadaşlarını da, arkalarından geçen neneleri de duvara vuran gölgelerinden izleyecekler. Şimdi de mağarada seslerin yankılandığını düşün... Dışarıdan biri konuştu mu, esirler gölgelerin konuştuğunu sanır, öyle değil mi? Kısaca onlar için tek gerçek vardır: Gölgeler.

Tutalım ki zincirlerini çözdük esirlerin, onları vehimlerinden kurtardık. Ne oldu dersin anlatayım.. Ayağa kalkmaya, başını çevirmeye, yürümeye ve ışığa bakmaya zorlanan esir, bunları yaparken acı duyardı. Gözleri kamaşır, gölgelerini görmeye alıştığı cisimleri tanıyamazdı. Biri, ona: “Ömür boyu gördüklerin hayaldi. Şimdi gerçekler karşı karşıyasın” diyecek olsa, sonra da eşyaları bir bir gösterse, “bunlar nedir” diye sorsa, şaşırıp kalır, mağarada gördüklerini, şimdi gösterilenlerden çok daha gerçek sanırdı.

Bir de düşün ki tutsağı mağaradan çıkarıp dik bir patikadan güneşin aydınlattığı bölgelere sürükledik. Bağırdı, yanıp yakıldı, öfkelendi... Kulak asmadık. Gün ışığına yaklaştıkça gözleri daha çok kamaştı. Hiçbirini seçemez oldu gerçek nesnelerin. Sonra yavaş yavaş alıştı aydınlığa. Önce gölgelerini farketti, arkasından insanların ve cisimlerin suya vuran akislerini. Akşam olunca göğe çevirdi bakışlarını, ayı gördü, yıldızları gördü. Zamanla güneşin sulardaki aksine bakabildi. Nihayet gökteki güneşe çevirdi gözlerini. Ve düşünmeye başladı. Ona öyle geldi ki mevsimleri de, yılları da güneş yaratıyor, görünen dünyanın yöneticisi o. Esirlerin mağarada gördükleri ne varsa onun eseri. Ve eski günlerini hatırladı. Ne kadar yanlış anlamışlardı bilgeliği. Mutluydu şimdi, mağarada kalan eski arkadaşlarına acıyordu. Eski hayatına, eski vehimlerine dönmemek için her çileye katlanabilirdi.

Adamın mağaraya döndüğünü tasavvur et. Karanlığa kolay kolay alışabilir mi? Dostlarına hakikati söylese dinlerler mi onu? Ağzını açar açmaz alay ederler: "Sen dışarda gözlerini kaybetmişsin, arkadaş. Saçmalıyorsun. Biz yerimizden çok memnunuz. Bizi dışarı çıkmaya zorlayacakların vay haline...”

İşte böyle aziz dostum. Sana anlattığım hikaye kendi halimizin tasviridir. Yer altındaki mağara: Görünürler dünyası. Yücelere çıkan tutsak, idealar alemine yükselen ruh..."http://www.felsefeekibi.com/arsiv/bunyamin/mag.htm


Levent 27/08/2004 : 17:46:02

Kenan Kablan'ın sözünü ettiği şey Platon'un Cumhuriyet isimli kitabında geçer. Platon Cumhuriyeti savunan bir kişidir ve demokrasiden de pek hoşlanmaz; çünkü ona göre lider kişi liyakatli olmalıdır. Seçmesini bilmeyen cahil halk yığınları ise kimin cahil, kimin liyakatli olduğunu bilemezler ve bir takım hatalar yaparlar. Platon iddiasını güçlendirmek için gemi örneğini verir: gemiyi fırtınalı bir okyanusta veya denizde en iyi kim yönetebilir? Tecrübeli, işi bilen liyakatli bir kaptan mı yoksa bilinçsiz tayfaların kendi aralarında seçtikleri biri mi?
Platon'un bulduğu cevap bellidir; yönetici liyakatli olan ve işi bilendir; çünkü liyakatsiz biri fırtına da gemiyi yönetemeyebilir veya okyanusta yönünü kaybedip kayalıklara çarpabilir.
Bu sav yüzlerce yıl demokrasinin zayıf tarafına kanıt olarak verilir. Aslında katıksız bir Cumhuriyetçi ve liyakat yanlısı olan Platon başka örneklerle bir taraftan kendiyle çelişir.
Levent 27/08/2004 : 13:45:04
Şimdi mimmagement "kralları bırakıp kralın sakalları ile uğraşmayalım" demiştik, ama konudan uzaklaşıyoruz gibime geldi.
En iyisi kaldığımız yerden devam edelim.
Kenan Kablan 27/08/2004 : 12:41:20
Her mevzuu bilginle değil de mefhumu muhalifinden istihrac suretiyle tefsir'e yeltenirsen kendini de rezil edersin, emeğini de...
Kenan Kablan 27/08/2004 : 12:07:29
Yukarıdaki hikaye diyalektik düşüncenin "eylem ve fikir adamları"na bir bakışını yansıtan çok ünlü bir kurgudur.
Zavallı Ahmet Köm. (gerçek soyadının bozulmuş halidir. Hakaret filan değil) hikayenin bana ait olduğunu sanarak yine sazan gibi atladı. Televizyon programlarıyla yetinme git biraz felsefe filan oku. En azından literatürü öğrenir, rezil etmezsin kendini.
Kenan Kablan 27/08/2004 : 02:36:14
Eminim hikayeyi okuyanların içinde bir tek bu üstün zeka(!) bu müthiş(!) anlamı çıkarmıştır. Yani kaptan sembolunu "işin ehli siyasetçi" manasında değilde "yüzbaşı" olarak algılamayı diyorum. Oysa captain diye de yazmamıştım ama. Yetenek işte. Heryerde kendini belli ediyor.
Kenan Kablan 26/08/2004 : 21:28:33
Fırtınaya yakalanan gemi örneği hoşunuza gider umarım.

Açık denizde bir gemi fırtınaya yakalanmış, pusulası bozulmuş, rotasını kaybetmiş. Geminin kaptanı ve kafalı adamları kapanmışlar kaptanın kamarasına önlerinde harita, defter, kitap... Ölçüyorlar biçiyorlar bu krizden nasıl kurtulacaklarını hesaplıyorlar, uzun uzun tartışıyorlar.

Fakat kamaranın dışında durum farklı. Tayfalar işleri icabı kafalarını değilde 'GÜÇ'lerini kullanan insanlar. Onlar da görüyorlar tehlikede olduklarını. Üstelik ne kaptan ne de adamları ortada yok. Gemi yönetimsiz kendi başına gidiyor. Kendi aralarında (pek fazla da düşünmeden) birini lider seçiyorlar hemen. Daha doğrusu en güçlü olan kendini zorla lider seçtiriyor. Başlıyor ardından emirler vermeye. Bir taraftan da fırsat bu fırsat deyip o güne kadar uzak bırakıldıkları nimetlerden faydalanmaya başlıyor. Bir emir gemi içinse iki emir kendisi için oluyor:
-Hemen geminin burnunu rüzgara çevirin!
-Kaptanın özel şaraplarından getirin bana!
-Sen de hemen çizmelerimi parlat!
(Gemideki altınları bulup bir miktar kendi keseme de aktarabilirsem çok iyi olacak)

Kafasındaki hesap ise şu: "Eğer gemiyi tepki görmeyeceğim bir limana çıkarabilirsem el koyarım, yok eğer kanunların olduğu bir limana çıkarsam yol boyunca faydalandığım nimetler ve cebime indirdiğim altınlar yanıma kar kalır. Kendimi savunmak için; 'Kaptan görevini yapmıyordu, batacaktık, gemiyi kurtarmak için üzerime düşeni yaptım. Yönetimi ele aldım' derim paçayı kurtarırım"

Olaylar gelişiyor, darbeci liderimiz yeni durumları algılamaya başlıyor. Bakıyor ki tehlike devam ettikçe tayfalar korku içinde onun sözünü daha çok dinler hale gelmiş. Bu sefer küçük riskler alarak tehlikeyi devam ettirmeye çalışıyor. Bu arada kesesini doldurmayı da ihmal etmiyor.

Hikayenin sonu belli değil. Hep birlikte göreceğiz. Bu gemi kayalıklara mı toslayacak, kaptanlar çıkıp aklı başında bir şekilde olaya el mi koyacaklar yoksa başka birilerinin limanına mı sığınılacak?

İşin ehli kaptanlar kendi aralarında tartışmayı bırakıp güverteye çıkmadıkları sürece sonuç pek iyi olacak gibi değil.

Bu arada geminin makina dairesindeki okumuş yazmış kafalı adamlara "Sizin kafanız çalışıyor, çıkın da yönetime müdahil olun" demek çok doğru değil. Çünkü onlara geminin yönetiminde değil teknik istikrarının devamında ihtiyaç var.

Arada sırada yorumlar yapsam da politika ile ilgilenmediğimi (futbol yorumlarından veya lig maçlarından da hazzetmem) ülke siyasetine kafamın basmadığını belirtmek isterim. IMF ile yapılan anlaşma konulu ankete verilen tek "ilgilenmiyorum" cevabı da bana aittir. Levent Türk Gençliğine sesleniyor yazısında. Ben artık pek genç sayılmam :) ama bazı istisnaları belirtmek için geminin makine dairesinden yola çıkarak kendimden örnek vermek istedim. Herkes ilgilense keşke ama kafası basmayanlar da uzak dursa iyi ederler değil mi ya?

Selamlar,

Levent 26/08/2004 : 19:36:32
Şunu anladım bu ülkede bir kesim var her şeyi biliyor. Bunlar vatanı hergün kurtarıyor, darbe yapıyor, bunlar kahraman, bunlar bizi siyasetçilerden kurtardı.
Bunlar o kadar akıllı, bilgili ki yüzlerinden nur ve bilgi akıyor. Hatta bu kadar akıllı milliyetçilerden gurur duymamız gerekir çünkü bunlar siyasetçilerden bizi kurtaracaktır. Peki ama demokrasi nerde? Neden büsbütün siyasitçileri temizleyip bu ülkeyi bu çok akıllı, bu çok okumuş veya rütbeli kesim yönetmiyor diye soru geliyor. Çünkü bunların gerçek vatan sevgisi, üstün ahlakı, dünyalara örnek olacak keskin zekalarından sürekli faydalanmak gerek. Bunlar olağanüstü, deha derecesinde herşeyi biliyor. Çok okuyorlar maşallah! Üstelik çok çok çok çok akıllılar. Değil mi ya? Bunun cevabı da şuymuş: uygar dünyaya ayıp olurmuş, üstelik halka biraz saygıları varmış. İşte bu katıksız totalitarizm propagandasını bu biçimde yutan Türk gençliği. Biraz oku. Dünyaya bir bak. Bugüne kadar demokrasi ile ilgili kaç kitap okudun. Bugüne kadar politayla ilgili ne okudun? Kitap yazmayı denedin mi? Yoksa apolikanın sürekli savunuculuğunu yapıp geceleri mafya arkasında dolaşarak mı vatanı kurtaracağını sanıyorsun? Sabaha kadar futbol yorumları izleyip bize ne kadar akıllı olduğunu mu anlatacaksın?
Bize tek bir referans, mantıklı bir argüman, bir dayanak noktası göstermeden salt mideden konuşarak çok bilgili olduğunu savunacaksın?
Bize demokrasiden uzak olupta şabanlık yaparak kalkınan hangi ülkeyi örnek vereceksin?
Gelişmiş ülkere baktın mı, gezdin mi, onların sistemini okudun mu, neyi inceledin, neyi araştırdın?
Levent 26/08/2004 : 19:21:12
Yasemince81 yorumunu okuyorum ama şaşırmıyorum. Bu sözler 12 Eylülcülerin ağzından düşürmedikleri sözlerdi. Biz bu sözleri çok duyduk, hala da duyuyoruz, buralaradan okuyoruz. Şimdi biraz analiz edelim. Diyorsunuz ki:
"80 yıldır bu devlet yıkılmadıysa sebebi derin devlettir. Bu güne kadar başa gelen iktidarlara bırakılsaydı çokdan batmıştık. Yıllardır rüşvetin, tembelliğin, para yemenin, saçma sapan afların, başa gelenlerin sülalelerinin yaptıkları işler, hastanelerin hali, hortumcular ve daha düzeni bozan birçok şey, hep bunları derin devlet mi yapıyor. Bizim ülkede ki sorun, cehalettir. Halk cahil seçtiği, seçeceği adamı bilmiyor. Yasaklı, okumayı doğru düzgün bilmeyen, bir çok yolsuzluk suçlamasından mahkemeye çıkmayı bekleyen adamları seçiyor. Cahillikle demokrasi yürümez. Sistem bozuk. Bizi temsil edenler dört dörtlük adamlardıda yıllarcada derin devletmi susturdu. Lütfen yani tarihte seçilmiş adamlara bir bakın. Bu gün partizanlığın hangi boyutlara vardığına bakın. Bana kendimi göstereceğim bir iş fırsatı bile verilmedi. Her şey siyaste bakıyor. Adamın varsa başvuru formunu okuyorlar yoksa dosyaların arasına bile girmiyor. Vasıfsız yeteneksiz adamları tüm devlet kurumlarına yerleştirmişler. Memur patlaması var ancak işlerde nedense yürümüyor. Tüm bunların suçlusu kimmmmmm"

Peki derin devlet kim? Madem derin devlet bu kadar akıllı neden halkın eğitim seviyesi için gerekli müdahaleyi 100 yıldır yapmadı?. Neden yolsuzluklar için bu derin devlet hep suskun kaldı? Neden milletin anası ağlarken derin devlet hep baktı? Neden derin devlet buna benzer milyonlarca şeye göz yumdu? Neden derin devlet siyasilerle bir çok konuda anlaştı? Neden derin devlet Alaattin Çakıcı gibi adamlarla iş birliği yaptı?
Nedeni ben lafı fazla uzatmadan cevap vereyim. Bu ülkede siyaset filan diye bir şey yoktur. bu ülke de yapılan siyaset halkı aldatmak için kurulu bir aksesuardır. Siyasetçilerin tek gücü kendi çıkarlarını savunmaktır. Bunun dışında siyasetçilerin pek bir fonksiyonu yoktur; onlar bir maşadır. Derin devlet siyaset üstüdür ve ona istediği her şeyi yaptırır.
Cehaletten söz ediyoruz. Peki ne kadar okuduk? Hangi kaynaklardan okuduk? Mukayese yaptık mı? Sadece boyalı basınla mı yetindik? Günde bir gazete bile okumayan, kitap nedir bilmeyen sadece uzaktan gördükleri ve duydukları ile yorum yapan bir düşünce dünyamız var.
Kenan Kablan 24/08/2004 : 09:01:40
M.Kemal Samsuna İstanbul Hükümetinin görevlendirmesiyle gitmiştir. Üstelik İstanbul Hükümetinin tahsis ettiği Bandırma Gemisi ile ve İstanbul hükümetinin tayin ettiği 20 bin Lira (20 bin altın) ile. Yoksa yasaklı olarak değil.

Ben isimleri net olarak veriyorum. lafı dolandırmıyorum. başka başka isimler katmıyor.

Nazım hikmetten, Cem Karacadan bahsetmiyorum.

Bülent Ersoy'u daha fazla konuşmanın bir alemi yok. Örnek olarak verilmesi bile abes ile iştigal. Yurt dışına operasyonlar için çıkmıştır herhalde ne biliyim. Nesi varki nesini yasaklasınlar!

Rahmetli Barış Manço varlıklı bir aileden gelmektedir. Yurtdışına çıkışı gençlik yıllarında tahsil amaçlı olup (Belçika Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi) öyle ajite edildiği gibi sefillikten filan uzaktır. Daha sonra İş amaçlı Dünyayı dolaştığını bilmeyen yoktur. Barış Manço'nun kendisi değil söylediği şarkılar bile sansürlenmemiştir bu güne dek.

Pişkinlik tabirini de aynen iade ediyorum. Yalanların ortaya konduğu halde bu rahatlıkla devam etmenden dolayı sana daha çok yakışıyor.


1.02 saniye.
00:01:45, 9 Mayıs 2024, Perşembe

Buradaki yazılar, yazarlarının ve Koniks.com®'un izni olmaksızın hiçbir yazılı, görsel yada sesli yayın organında yayınlanamaz. Eğitim amacı dışında, herhangi bir şekilde çoğaltılması yasaktır. Eğitim amaçlı çoğaltıldığı durumlarda, yazarla ilgili bilgilerin ve URL'nin belirtilmesi zorunludur.

Bu web sitesi bilgilendirme amacıyla iyi niyetle, amatör bir ruhla hazırlanmıştır ve yer alan her türlü bilgi genel nitelikte olup, doğruluğu, eksiksiz olması, güvenilirliği, yeterliliği ve güncelliği hiçbir surette sitemiz tarafından garanti ve taahhüt edilmemektedir. Yer alan görüş ve yorumlar tamamen Koniks.com üyelerinin kişisel görüşlerini yansıtmaktadır. Sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak iş kurma/yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir ve söz konusu bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan Koniks.com sorumlu tutulamaz.

© 2000-2024 Koniks.com İletişim   ||   Kullanım Şartları   |   Kurallar   |   Sitenin Kullanımı   |   Gizlilik   |   Yardım