Koniks.com - İş Fikirleri Düşünce Havuzu

Koniks.com
Kullanıcı adı:
Şifre:
Şifremi hatırla


    Ana Sayfa          Forumlar          Arama          Yardım           Kayıt Ol
 Ana Sayfa
 Forumlar
 İş Dünyası Ve Ekonomi
 Gelecek İçin Yeniden Yapılanma
 Görevimizi Bize Kim Söyleyecek?
Not: Yorum gönderebilmek için kayıt olmalısınız.
Kayıt olmak için, buraya tıklayınız. Kayıt ücretsizdir!
 Yorum gönder
Kullanıcı adı:
Şifre:
Biçim:KalınİtalikAltı çiziliÜstü çizili Sola hizalaOrtalaSağa hizala Düz çizgiResim hizalaAlıntı ekleListe ekle
Mesaj İkonları:              
             
 


 
   

YORUM YAZILAN YAZI
avantaj 10/10/2001 : 12:18:35
Selamlar,
Bugün, toplumuzda henüz çoğumuzun farkedemediği bir konuyu görüşlerinize açmak istiyorum.
Görevimizi bize kim söyleyecek?
Hepimiz belirli bir yaşam sürecinden geçerek bugüne geldik. Çocukken yürüyebilmek, konuşabilmek için ciddi bir çaba sarfettik. Okulda başarılı olmaya çalıştık. Aile içinde iyi bir evlat olabilmek için çalıştık. İş hayatımızda verilen görevleri, sorumlulukları yerine getirdik.
Kitaplar okuduk, sevdiğimiz müziği paylaştık, seyahatlere çıktık, insanlar tanıdık, dostlar edindik.

Peki, birey olarak kendimize ve en önemlisi çevremize, ülkemize hatta insanlığa ne gibi bir faydamız oldu? Bizden sonra arkamızda ne bırakıyoruz? Bizim bu dünyaya gelişimiz ve gidişimiz arasında geçen sürede neler yaptık? Misyonumuz neydi? Böyle bir misyonumuz olduğunu biliyormuyduk yoksa sadece geldik ve gidiyormuyuz?

Bu düşünceye uzun zamandır sahibim. Neden derseniz, çevremde o kadar çok neden yaşadığını bilmeyen, amacı olmayan, üretmekten uzak ,tabir yerindeyse "boş yaşayan " insanlar var ki. Bu insanlar ne yapar, neden birşeyler üretmek için çaba sarfetmezler, kendilerini geliştirmezler.
Ülkemizin girdiği son ekonomik krizden sonra birçok köşe yazarı Türkiye'de , bu ülkeyi , ekonomisini düze çıkaracak insanlar olduğunu yazıp duruyorlar. Bunlar bir elin parmakları kadar az mı? Neden hepimiz birey olarak birşeyler üretmiyoruz, neyi bekliyoruz? Bize görevimizi kim söyleyecek, neyi , nasıl yapacağız ? Bence esas mesele bu. Bu ülkenin üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi. İnsanlar günü kurtarma derdinde. Ama günü kurtarayım derken gelecekleri yok oluyor, farkında değiller.

Evet, benim konum bu.

Fikirlerinizi bekliyorum.
SON 30 YORUM (En yenisi en önce gösteriliyor)
suat7804 20/08/2005 : 12:07:04
Abi beni niye anlamıyon.?sende idrak yolları enfeksiyonu mu var?


suat7804 18/08/2005 : 14:47:53
arkadaşlar bende bu konu üzerinde bayağı kafa yordum!
doğruyu bildiğimiz halde neden yapmıyoruz. doğru olanın sürekliliğini sağlamak vicdanımızı kaptan yapmak için neler yapabiliriz?
Burada karakter ortaya çıkıyor. çünkü gün içersinde enerjimizi ve zamanımızı neye odaklı harcadığımız bizim karakterimizi ortaya çıkartıyor.Karakterimizi de oluşturan faktörler özellikler de şunlar;1-geçmişimiz:çocukken ailemizin bize verdikleri veya veremediklerinden dolayı oluşan karakter onun için çocukluğumuzda onaylanmayan başkaları ile kıyaslandığımızdan dolayı şuan utanan sıkılganan sorunlu biri olmuşuzdur.
2-şu anki çevresel şartlardan dolayı;onun için komşumuzun arabasının bizimkinden üstün olduğunu bilmek ve ondan daha üstün olma isteğimizden kaynaklaan olumsuz senaryo yada **lık yapmanın normal olan bir mahallede evinin bulunması yada doğru yaşayan insanların içersinde yaşamak
3-genlerimizden kaynaklanan karakter:Bundan dolayı savaşçı bir millet özelliğine sahipsiniz demektir.
Türk insanının ortalama karakterine baktığımızda şu tablo ortaya çıkıyor.Cumhuriyet dönemininsonrasında yaşanan ekeonomik zorlular,ekmek kuyrukları,yurt dışına işçi olarak giden insanlarımızın acıları,gurbet hikayeleri,bir dönem açık sinamalarda gösterilen tecavüz sahneli filmlerden kaynaklanan cinsel eğitimsizliklerimiz ve şimdi bir bakın bakalım toplum ne halde televole kültürü,kaybetme riski yokmuş gibi hoyratça israflar ilkokul çocuğunun elinde bile cep telefonu lüks yaşam içersinde ayda bir oturacağımız misafir odaları ve bunlara özentiden dolayı tükenmişlik sancıları ????????Dünyadaki senaryolara figüran olmak!!!
ne yapabiliriz.?!
Cevap:İlk olarak teşhisi doğru koymak gerekiyor doğru ilacı yazmak için.
Bu konuda şuan devletin üst kademelerine de gönderdiğim bir proje hazırladım.
Her sorun çözüm için bir fırsattır felsefesini geliştirdim.
İlk olarak her bireyin kendi insiyatiflerini ellerine alabilmelerini sağlamak bunun pratiğini yazmıyorum çünkü uzun sürecek.
daha sonra hedef koyulması gerekiyor kısa,orta ve uzun hedefler.Kısa vadeli hedef bilinçlenmeyi sağlama orta...
daha sonra hedeflerin önceliklerine göre yaşamalarını sağlamak..
sonra Dışa karşı da her iki tarafın ortak çıkarlarına göre hareket etmeyi sağlamak,
sonra karşımızdakini anlamaya çalışmak sonra karşıdakinin potansiyeli ile biziğmkini ortaya çıkarmak sinerji oluşturmak...
yaşamak,sevmek,öğrenmek ve tüm bunları ardımızda miras bırakmak için çalışmak,çalışmak,çalışmak sabır,tevazu





Anahtar 18/08/2005 : 14:20:18
Konuya biraz hayat acisindan biraz farkli yonden bakmak istiyorum. Esasinda yasadigimiz toplum, cevre bize surekli gorevler veriyor. Kopegi gezdirmesen bir kenara koy veriyor. Demek ki gorev sabah ve aksam kopek gezdirilecek. Akvaryumu temizlemesen veya duzgun su degistirmesen hemen 1-2 balik olumuyle karsilasiyorsun. Demek ki akvaryumda duzgun su degisimi yapilacak. Hanim zaten bol bol gorevlerimizi hatirlatiyor :) Iste illa ustunuz degil astiniz bile gorevlerinizi hatirlatiyor. Musterinizi unutursaniz o size gorevlerinizi cok iyi sekilde hatirlatiyor.. Bunlar istediginiz kadar cesitlendirilebilir ve cogaltilabilir....

Fakat bunlar disinda baska birsey var. Aksam balkonda uzaklara bakarken hep icinizden gecen, bu isler boyle gitmez diye dusundugun, ben daha iyisini yapardim diye hayiflandigin, ah keske dedigin ne cok olay ve durum vardir kimbilir. Kim karsi duruyor size :) Iste diger gorevlerimize bazen o kadar daliyoruz ki veya bazen onlarla ugrasmak o kadar isimize geliyor ki o balkonda dusunduklerimizi hicbir zaman uygulayamiyoruz.

Bilerek veya bilmeyerek biz kendimizi korertiyor ve uyutuyoruz gibi geliyor bana. Arada bir silkilenmeye ihtiyacimiz var...

Boyle forumlarda bazen silkelenmeye yardimci oluyor...Ama bazende sunu dusunuyorum GEZI dergilerini en cok satin alanlar genellikle gezmeyen, bulundugu yerden ayrilmayan insanlarmis. Bizlerde guzel dusunceleri, tartismalari vb. bu forumda yaparken acaba sadece buradami birakiyoruz.. Yoksa hayatimizda da uyguluyor muyuz? Yoksa sadece buraya yazmak mi gorevimiz... Gercekten gorevimizi baskalari mi belirliyor yoksa biz mi kendimizi iyi veya kotu bilmeden gorevlendiriyoruz...
suat7804 18/08/2005 : 14:02:42
Arkadaşlar dünyadaki gelişmiş ülkelerin vizyonuna baktığınızda bilgi çağının gerektirdiği gibi yaşam sürmektedirler.Siz milyonlarca asker beslerseniz makinalı silah gücünüzle övünürsünüz.Adam sizi uzaydan bilgisayarındaki klavyenin tuşları miktarınca parmak ucuyla kontrol eder.
onun için mikrosoft dünyanın en zengini olmuştur.Siz 90 dolar maliyetli tekstilinizi 100 dolara satıp 10 dolar kazanıyorsunuz.Adam 10 dolara maliyetli programını 100 dolara satıp 90 dolar kazanıyor.
Bilgi çağı insanı ...........olalım.
......İnsanın dünyaya gelirken eline verilen hediyelerin farkına varması gerektiğinin zamanı gelmiştir.Bu düşüncenin izdüşümlerini düşünün vizyonunuzu tekrar gözden geçirin varsa....
dert bizde

fatihhan 03/07/2005 : 11:10:33

selamlar arkadaşlar
bu siteye ilk girişim ve buda yollayacağım ilk yazı, ola ki hatalarımız olursa affola . değerli arkadaşımızın yazdığı yazı gerçekten güzel .ciddi bir sorunumuza parmak basmışlar.ama enteresan yanlarımızdan birisi de zaten bu konu değilmi .hiç çözüm üretmeyi düşünemeyiz sadece sorunları çıkarıp orta yere koyarız ama ona bi çözüm üretmek her nedense aklımıza hiç gelmez. üzerine ölü toprağı serpilmiş dediğimiz o halk kitlesi de elştirmeye başladığında mangalda kül bırakmaz .
çalışmaya üretmeye gelince asla yaklaşmaz . biz tarihi gelenekleri itibariyle zaten çalışmaya çok düşkün bir millet değiliz . bir arkadaşım vardı tarih hayranı , şöyle derdi türk e çalış dersen canı gider ama öl dersen koşarak gider , böyle bir kültürden geldiğimiz için çalışmak ölmekten daha zor geliyor ,hep kolaydan kazanıp hemen yukarılara tırmanma hatta zıplama yollarına bakıyoruz . bu yapıyı değiştirebilmenin tek yoluda basit düşünce basit birey olma ve ayaklarımızın yere basması olarak görüyorum. yıllarca insanlara dünyanın en büyük milletiyiz bir türk dünyaya bedeldir vs gibi sözler sarfederek olmayan maharetleri yakıştırırsanız sonra ortaya kemal sunalın kabadayı tiplemeleri gibi komedi bir millet çıkar.öyleki tembel ,miskin,özgüveni olmayan ,starteji üretemeyen , sorumluluk almaya cesaret edemeyen ,risk alamaya cesaret edemeyen ve niye yaşadığını dahi bilmeyen bir millet . öyleyse soruna önce nerde olduğumuzu bilerek başlarsak kendi yerimizi ve konumumuzu iyi tesbit edebilirsek ne kadar yol almamız gerektiğini belki görebilir ve ona göre belki gayretlenebiliriz .aksi takdirde hiçkimsenin kılını kıpırdatmaya niyeti olmadığını görürüz

selamlar
umutumut 07/05/2005 : 15:02:24
Merhaba,

-Görevlerimiz veya görevimiz?
-Yaptıklarımız ve yapacaklarımız?
-Geleceğimiz?
... Hepsi bunlardan mı ibaret?Hayır istedimiz kadar sıralayabiliriz.Bütün bunların birleştiği tek nokta ise GELECEĞİMİZ!
Yarınlarımıza,bereber calıstığımız insanlara(umutla baktığımız),çocuklarımıza veya doğacak çocuklarımıza nasıl bir gelecek hazırladığımızdır.işte geleceğimizi güzel ve umut etttiğimiz gibi hazırlamak istiyorsak,herkesinde ortak bir noktada buluştuğu gibi kendimizi değerlendirmemiz ve işe burdan başlamamızdır.İşin özü yarınlarımıza ne derece iyi bir örnek teşkil edersek,beraber çalıştığımız insanlara ne derece faydalı olursak ve çocuklarımıza ne derece iyi birer anne ve baba olabildiğimizdir.bunlara bunlara evet diyebiliyorsak görevimiz budur ve bunları yapmaktan ibarettir.Umutlu günlere...
hascence 18/02/2005 : 16:44:57
Ben öğrendiğim tüm din bilgilerini kendi başıma öğrendim okullarda hiç bişey düzgün öğretilmiyor. Hele ilkokulda bunu anlamaz biraz zor. Ben hatta sure ezberlemek istemediğim için okuldan kaçmıştım. Dinden nefret etmiştim. Bir zorlama vardı. İnsana ahlaklı olmayı öğretsinler. Arapça sureyi öğrensen nolcak ki? Birde ezberleyemediğimizde kulağımızı çekiyordu öğretmen. Benim ailemin dini inançları çok zayıftır ama ben kendi kendime 5 vakit namazımı kılıp oruçumu tutuyordum. Son zamanlarda u içimden gelmediği için yapamıyorum. Yani okulda zorunluluk gerçekten gereksiz diye düşünüyorum. Kimliklerde yazmasıda çok iğrenç. İnsanın dini kimlikte neden yazıyor ki? Bu ülkede dini islam olmayan bir sürü insan var. Bu çok gerilik, zorunluluk, saygısızlık gibi geliyor bana. Zaten kimliklerimiz tam bir fiyasko. Renk farklılığı çoğu insanın başına dert oluyor. Kadın erkek ayrımı yapılıyor. Medeni hal dul olarak yazıyor dul kalanlarda. Bunlar çok bağnaz ve bizim ülkemize yakışmayan kimlikler. Boyutu ve kağıt olmaları ise geri kalmış fakir bir ülkenin vatandaşı olduğumuzu yüzümüze vuruyor.
rebelboy 17/02/2005 : 19:53:06
selamlar
şimdi bizim sonumuz ne olucak bi kere ona düşünelim
bizim sonumuz ne olucak bak artık kimliklerin arkasında islam yazmıcak- din dersi seçmeli ders olucak biz kabul ederizde ileride........
yaa vatan elden
gidiyor biz ne yapıcaz acaba


true friend 27/01/2005 : 15:56:00
mimmaget cok hakklısını konuşulacak onca şey varken biz nelerle ugraşıyoruz ban yine bunları bilmek lazım diye düşünüyom
mesut0036 14/04/2004 : 13:27:58
sonuc olarak devletcilikten kurtulmak lazım
empati 21/06/2003 : 22:13:06
Ben kısaca şunu demek istiyorum kendi kendini yönetemeyenler başkaları tarafından yönetilir. Plan yapmayan planlanmak zorunda kalır.
empati 21/06/2003 : 21:56:21
Herşey olup bitmişti, adamın biri bunu bende yapabilirdim dedi, bir denemek istedi ancak birileri onu çoktan yapmıştı bile.
empati 05/05/2003 : 19:30:30
Neler yapabileceğimizi ben söylüyorum,
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum milletçe malesef ortak çalışma yapma konusunda son derece zayıfız yani toplum olarak bir çatı altında toplanamıyoruz, Bakın başka ülkede vatandaşlar en az bir derneğe vakıfa üye oluyorlar yani birlikte hareket ediyorlar bizler ise birlikten kuvvet doğar sözünü hep gözardı ediyoruz.
Yine bir zayıf yönümüzde birbirimizin yaptıklarını beğenmemektir, toplumsal ilişkilerde hep duygusal hissi davranıyoruz hiç bir zaman mantıklı tarafsız hareket edemiyoruz.
Ayrıca şuda var iş yapmayı hep başkasından bekliyoruz, tembele iş verdiğinde tembel sana ancak akıl verir, lafla malesef peynir gemisi yürümez milletçe ahkam kesmeye yazı yazmaya meraklıyız ama bir türlü iş yapmaya gelince seyirci oluruz, hani bir söz var "su akar Türk bakar" diye,
Gelin bir aramızda bir lider çıkaralım ve onun etrafında marifetlerimiiizi yeteneklerimizi ortaya çıkaralım ne dersiniz.
can18@hotmail.com
dérzinek 21/11/2002 : 00:18:36
Konuya bir de şöyle yaklaşın bakalım: Gerçekten de Japonları bu kadar çalışmaya iten sebep nedir? 1945 dediğiniz pek de uzak değil. Ne var ki günümüzle bu tarih arasına bu kadar bir mesafeyi de koyan japonların bu kısacık zamanda sıfırdan başlayıp bugün bir dünya devi haline gelmesidir. Onlar, atom bombasını bile geri püskürtecek kadar çalışkandır. Yani görevlerinin, sorumluluklarının bilincindeler. Bunu, onlardan çoğu kez dinledim ve adamların tek bir ortak noktası var bu kadar birlik olmalarının: İNANÇ.

Bir şeylere inanmak, bağlanmak ve sizinle aynı inanca tüm içtenliğiyle bağlanan insanlarla beraber olmak sizi de onları da mulu kılacaktır. Bunun varacağı son nokta fedakarlık ve çıkar çatışmalarının önüne geçmektir. Gruplar, örgütler, topluluklar ve en sonunda halkların her zaman ortak bir noktası olmuştur ki:İNANÇ.

Esasları teşkil eden inançlar, varılacak yoldaki engellerin bilincindedir ve bu nedenle lider niteliğindedir. İşte bundandır ki çoğu kez halkın liderini yok etseniz de dağılmaz. Onlara yapacaklarını gösterecek tek bir şeye sahipler:İNANÇ.

Bugün Japonya'daki bir ****lığın kendi benliğinde yetiştirilmiş bir vicdanın eşliğinde nasıl da yok olduğu harakilerin neden hala varolduğunu gösterir. İnancın önderliğinde her türlü görevin bilincine varan Japon halkı birliği sağlamış ve herkesi aynı yöne çevirmiştir. Onların kendilerini feda edeceği bir Japon İmparatorluğu var; ya bizim?
dogan 31/10/2001 : 16:00:31
Yeniden buluşmanın coşkusu ile merhaba,

Yokluğum sırasında okuyamadığım çok fazla yeni ve güzel yazılar var. Fakat sanırım birkaç farklı platformda aynı şeyleri konuşmaya ve tartışmaya başladık. Nedir bu tartıştığımız konu ? " Ne olacak bu memleketin hali " Eh zaten içinde bulunduğumuz koşullarda ki son 50 yıldır aynı malesef yapılagelen her atılım ve atılan her adım bu konuda bir iyileşme ve çözüm oluyor zaten.

İşte bu nedenle biraz farklı olduğunu düşündüğüm bu başlık altında " İNSAN OLMAK" kavramı ile ilgili birkaç küçük cümlecik sarf etmek istiyorum.

İnsan Tarihi kendi varlığı ile başlatan öncesini pek bilmeyen hatta umursamayan, kendisi dışındaki yaşamları sadece kendinehizmet etmekle yükkümlü gören ama korumak zorunda olduğunu kabul etmeyen, kendi türünü top yekün yok eden, arada binlerce türüde ihmal etmeyen, kendini sınıflara ayıran ve sonrada ezen bir canlı.

Yoksa tam tersi; seven sahiplenen ve sahip olduklarını koruyan, minnet ve şükran duyan, eşit olmayı bilen ayırımsız özgürlükten yana kalbide beyni kadar büyük olan, aşık olabilen ve bunun için dağları delip çölleri aşan bir canlı.

Her ikisi birden olduğunu biliyorum ama kabul edemiyorum. Bir insanın başka bir insana yada canlıya böylesine acımasız, umursamaz, pragmatist yaklaşabileceği fikri beni son derece rahatsız ediyor. İsan görev ve sorumluluklarını diğer canlılar gibi içgüdüsel olarak benimsemiyor. O halde önce doğru biçimde kendi algılarımızı tanımlamalıyız, herkesin inandığını söylediği evrensel ahlak a gerçekte ne kadar inanıyoruz ve sadığız. Bizim görevimiz bence öncelikle bu kendi benliğimizde doğrularla yüzleşmek, sonra dürüstçe kendimizi ölçmek ve düzeltmek için çalışmaya başlamak. Hiç birimiz mükemmel değiliz ve tabiki kötüde değiliz. Sıradan bireyleriz. Doğruları ve yanlışları ile birer bireyiz. Ama kendimizi geliştirmedikten sonra diğer canlılar gibi olamadıktan sonra ne anlamı varki. Biz düşünüyoruz yargılıyoruz o halde doğruları biliyoruz. Öyleyse en başından başla**** önce kendimizi sonrada çevremizi sevgi ile düzeltme çabasına girmeliyiz.

Hiç bitmiyecek bu öyküde birkaç bölüm olabilmek hepimiz için yeter sanırım. Hayatın kıyısında kendi trnimizi sevgi ve öğrenme dolu draklarda durdursakta şöyle bir keyfini çıkarsak diyorum. Hani sevgili ile şöyle bir güneşin batışı, dostlarla bir sohbet, yoldaki küçük çocuğa verilen sevgi dolu öneriler. İşte öylesine yaşamak sıradan ama geliştirilen bir yaşam, sıradanlığı sadece sevgi dolu ve eğlenceli olmasında sınırlı kalan yoksa büyük ideallerin peşinden delicesine koşan bir yaşam. Sanırım o zaman ne kimsenin bize görevimizi söylemesini bekleriz nede biz kendimize şunuda yapmalısın deriz. Hiçbir zorlamaolmaksızın sadece hissederek yaşarız ve yaparız.

Yine çok konuşuyorum. Bu yüzden burada kesiyorum.

Mutlukla gülümseyen sokak kedileri ile dolu bir dünyada kucaklaşmak dileği ile.

__________________
Dogan Atik
İsmail 31/10/2001 : 11:26:45
Peyman Hanım'ın son cümlesi ile konuya girmek istiyorum:
"İnancımızı yitirmediğimiz ölçüde, güzel günler bizim olacaktır."

Öncelikle inancımızı yitimeden, kararlı bir şekilde görevimizin farkında olmak ve kendimize hatırlatmak.
Görevlerimizi;
- Özel,
- Toplumsal,
- Genel,
olarak sıraladığımızda,değişen ve birbirini tamamlayan rollerimiz olmaktadır.Bunun için zihinsel bütünlük ve tutarlı sorumluluklar dizini içinde kendimizi proğramlamamız gerekir.

Sabahtan akşama çözümü olmayan konuları irdelerken,kendimizden başlayıp ortak enerjiye dönüşecek grup çalışmaları ve etkileşim ile toplumsal alana ve kamunun yaptırım gücüne mal edebiliriz.Bu tür yenilenmeler,bir düşünce disiplini ve süreklilik içirisinde, katılımcı demokrasinin işleyen mekanizmalarının tam fonksiyonel hale getirilmesiyle ivme kazanır.

Umudumuzu hiç bir zaman yitirmeden,güzel günlere ulaşabiliriz.Rekabet yolunda,medeni dünyanın demokratik değerleri ile varolan insani değerlerimizi bütünleştirerek,yarışı önde ***ürme potansiyelimizin olduğuna inaniyorum.






avantaj 26/10/2001 : 10:27:31
Sayın Akın Bey,
Foruma katılmdığımdan beri, işyerime geldiğimde ,forum sayfaları arasında dolaşmak bir tutku haline geldi.Hemen her konuyla ilgili yazılanlara göz atıyorum, hoşuma gidiyor. Bir yandan da şimdiye kadar hiç yapmadığım bir şeyi yapıyorum. Aynı anda ,belki inanmayacaksınız ama, tam 5 kitabı okuyorum.Bunlar arasında Necip Hablemitoğlu'nun yazdığı Alman Vakıfları ve Begama Dosyası ile Oystein Noreng'in yazdığı Petrol ve İslam bazı olaylara bakış açımı değiştirdiği için faydalı buluyorum. Bunlar haricinde birçok gazetenin köşe yazarlarını takip etmek ve takdir edersiniz ki işimi yapmak bayağı zamanımı alıyor. Okumaya karşı bir zaafım var. Hatta son günlerde bir gazetenin verdiği 2 kitabı da elime aldığım anda okumaya başladım.Bu ben de bir tutku. Kitaplar benim için çok değerli. Yeni bir kitabı elime almak,okumak beni hem çok mutlu eder hem de heyecanlandırır.
Tabii bu arada kendi sorduğum sorunun cevabını da düşünüp( Görevimizi Bize Kim Söyleyecek?) fikir jimnastiği yapıyorum. Sayın İsmail Bey'in de belirttiği gibi, sizin de yazılarınızda yazdığınız gibi, işe ilk önce kendimizden başlamamız gerektiğine inanıyorum. Bunlar görevlerimiz mi yoksa zaten sahip olduklarımız da , biz bunları herkesin yapmasını mı istiyoruz?İşte birkaç örnek:
Görevlerim:
1- Kendimle barışık olmak,kendime saygı duymak
2- Çevremle barışık olmak, çevreme saygı duymak
3- Okumak, araştırma yapmak, merak etmek, bir işin doğrusunu bulmaya çalışmak
4- Günceli takip etmek
5- İşimi düzgün yapmak, dürüst olmak
6- Kazandığım dostlukları yitirmemeye çalışmak
7- Mücadele etmek, zorluklar karşısında pes etmemek
8- Kalp kırmamak, üstünlük taslamamak
9- Ülke kriz ortamında olsa da çalışmak, inancımı yitirmemek.
10- Moralimi yüksek tutup,kötüyü örnek almamak

Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Bugün biraz da , isyan etmekten vazgeçip güzel şeylerden konuşalım istedim. Ama bu, çözüm arayışlarımıza ara verdiğimiz anlamına gelmemeli.İnancımızı yitirmediğimiz ölçüde güzel günler bizim olacaktır.


__________________
pyuksel
Akın Arslan 26/10/2001 : 08:41:23
Peyman Hanım Merhaba,

Sorularınıza yönelik düşüncelerimi ayrıntılı bir şekilde ortaya koymama rağmen henüz bir yorumunuzu alamadım.

Gördüğüm kadarıyla foruma giriş-çıkış yapıyorsunuz ama sanırım çok yoğunsunuz.

Kolay gelsin.

Akın Arslan
İsmail 24/10/2001 : 10:59:16
Bu gün,görevimi bana söyleyecek kişiyi bulmaya çalışacağım.Bunu çok uzaklarda ve hayallerde aramayacağım.Ulaşabileceğim,sesimi hemen duyabilen ve bana hızlı geri bildirim verebilen ve anında izleyen birini arayacağım.Bana çok yakın olmalı.Benimle olmalı.İçimdeki sesleri duyabilmeli,uyarmalı,iyileştirme adımlarımı desteklemeli.Sevmediğim yönlerimi farketmeli.Başarılı çalışmalarımla övünmeli.Sevgi kaynaklarımı çoğaltmalı.Motivasyonumu iç dünyamda başlatmalı.Amaç ve hedeflerimle ayrılmaz ikili olmamı sağlamalı.

Gördüğünüz gibi uzayıp giden bir istek zinciri.Acaba böyle birini nerede bulabilirim.İlanla arasam,kaç başvuru olur?Yoksa başkalarıda benim onlara yardımcı olmam konusunda mı başvuracaklar?Seçenekler çoğaltılabilir.

Evet ben aradığımı buldum.Hemde şu anda.Bana görevimi söyleyecek birini buldum.Hem de çok mutlu oldum.Tanıdığım biri: Ben

Oto kontrol ile sorumluluk ve sonuçlarını karşılaştırarak,sürekli yaklaşan ve tamamlayan değerler oluşturabiliriz.Bizi bizden daha iyi tanımlayacak ve uyaracak birileri olamaz.Ancak ortamlar ve sistemler bizim uyarılma gücümüzü arttırırlar.Sahip olduğumuz kişiliğimizin öznesi biz olduğumuza göre, "Kim"sorusunun cevabını bulmak çok zor değildir.Zor olan bunu hayata geçirmek.

Kendi görevimi,kendime söylemeye ve yapmaya çalışacağım.
Akın Arslan 23/10/2001 : 00:12:59
Yeniden Merhaba,

Babamın rahatsızlığı nedeniyle bir süredir şehir dışında olduğumdan forumu takip edemedim. Şimdi Peyman Hanımın yönelttiği soruları cevaplamak istiyorum.

Öncelikle soruları metin içinden ayırmaya ihtiyaç duydum çünkü bence hayli önemli sorular ve kendi içlerinde hiyerarşileri ve çözümleri var...

Sırasıyla sorular:

ALINTI YAPILAN METİN:


1. Çalışanların ve işverenlerin beklentileri neler ve bunları nasıl uyumlu hale getirebiliriz?

2. Biz de bunu halk ve idareciler olarak yorumlayabilir miyiz?

3. 2002 yılı bütçesi yeni açıklandı. Peki, bu bütçenin en verimli şekilde kullanılması /dağıtılması ile ilgili biz de yani Türkiye de bir danışmanlar grubuyla çalışıyor mu?

4. Eğer, ülke yönetimini bir işletmenin yönetimi olarak düşünürsek: çalışan, üreten kesimin beklentileri nedir/ yöneticilerin imkanları ve verebilecekleri nedir?

5. Konuyu bu şekil de ele alsak ve bir örnek çalışma yaparak ,bizler farz edelim ki ,bu projeyi üstlenen ekip olsak, burada, sanal ortamda ,bir proje üretsek. Hazır, bütçemiz de açıklanmışken, fazla detaylara girmeden, gerçekçi bir yaklaşımla ,yapılabilecekleri tartışsak, ne dersiniz?



Aslında ben bunlara cevap verirken bir başka soruyla başlamak isterim. “Devlet niye var? Devlet, halkını belli amaçlar için bütünleştirmek, vatandaşlarının bugünlerini ve yarınlarını şekillendirmek, onları yöneterek huzurlu, adaletli ve mutlu bir toplum yaratmak, topluma kimlik kazandırmak için vardır.

Devletin asli görevi vatandaşının memnuniyetidir. Şimdi sorarım size, Türkiye’de, 60 yıldır, kapsamlı bir vatandaş memnuniyeti araştırması yapılmış mıdır? Peki devleti yönetenler böyle bir ihtiyaç duymuş mudur? HAYIR...

Sanırım başlamamız gereken nokta burada. Eğer sistem konusunda yeterli bilgi sahibi değilseniz mevcut durumu ortaya koymaktan sürekli kaçarsınız. Önce bütün medeni cesaretimizi toplayıp vatandaş memnuniyeti çalışması yapalım. 1993 yılında ABD’de vatandaş memnuniyeti %26’lara düştüğünde devlette ciddi bir panik yaşandı.ABD’de her yıl çok büyük bir örneklem kullanılarak vatandaş memnuniyeti ölçülmektedir. Size daha önce verdiğim NPR sitesindeki raporlara bakarsanız bu oranın 2000’lerde yeniden %60’ların üzerine çıktığını görebilirsiniz. Ölçmediğiniz hiçbir şeyin iyiye mi, yoksa kötüye mi gittiğini anlayamazsınız.

Sanırım bir ve ikinci sorulara vereceğim net cevap “mutluluk”tur. Hem çalışanın, hem işverenin mutlu olduğu bir sosyal birlikteliğin arayışı içinde değil miyiz? Eğer kazan kazan yaklaşımı ile hareket edersek mutlulukta bütün amaçlarımızı uyumlu hale getirebiliriz diye düşünüyorum. Yorumlamanın seviye olmaz. Biz artık Atatürk Cumhuriyeti’nde mutlu olarak yaşamak, yarınlarımıza umut taşımak istiyoruz. Buna Alman’dan da Japon’dan da, herkesten daha çok hakkımız var. İkinci dünya savaşında ekonomik olarak tamamen yıkılan Almanya’da kişi başı milli gelir 25 bin doların üzerinde ve bizde 2000 dolar seviyesindeyse, alt ve üst gelir grubumuz arasında 500 kattan daha fazla bir uçurum varsa, artık hayal dahi kurmayan insanların sayısı çevremizde hızla artıyorsa yanlış yoldayız demektir.

Bu şunun itirafçısıdır. Geçmişteki kişilerle, geçmişteki kurumlarla, geçmişteki sistemlerle ürettiğimiz çözümler iflas etmiştir.

Einstein, aynı şeyleri yapmaya devam edip farklı sonuçlar beklemeye “delilik” diyor. Bence çok iyi de ediyor...

Biz bu delilik sürecinde bir nesil harcadık...Yazık değil mi?!..Nüfusumuzun %65’i 24 yaş altında. Sadece genç nüfusumuz 12 Avrupa ülkesinin nüfusundan daha fazla. Etkili kullanabilirsek kısa zamanda çok şey yapabiliriz.

Türk toplumu değişime açık bir toplumdur! Değişim bizi etkilemediği sürece değişimi hoş görürüz, ama oraya kadar!..

Ben önce paradigmalarımızdan, içinde bulunduğumuz paradokslardan, vizyonumuzdan, hatalarımızdan, yapmayı isteyip de yapamadıklarımızdan, başkalarını eleştirdiğimiz konuların kendi üzerimizdeki yansımalarından, korkularımızdan, evimizin içindeki demokrasiden, çocuğun bütün yükünü alan eşimizin ruhsal dünyasından, gerçekle bilinç altında yüzyüze geldiğimizde inkar edemediğimiz eksiklerimizden, kendimizden başlamalıyız.

Kendi kendimizle, yönettiğimiz kurumumuzla dalga geçebilmeliyiz, hem başkalarına yapabildiğimiz kadar acımasızca... İşte o zaman, subjektiflikten uzaklaşıp gerçeklerle yüzleşme şansına sahip olabiliriz.

Kısacası bir uyanışa ihtiyacımız var. Önce kendimiz, biz ve herkes...Şunu bir kere kabul etmeliyiz: “Biz de sorunun bir parçasıyız. Yoktur birbirimizden farkımız...”

Biz bu sanal platformu temelde düşünsel sinerji oluşturmak için yarattık. Sanırım yavaş yavaş amaca doğru gidiyoruz.

Her defasında ısrarla değiniyorum. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum bir mali kriz değildir. İflas sadece görünen sonuçlardan birisidir. Bugün IMF’den 200 milyar dolar alın, işler düzelecek mi? HAYIR. 200 milyon aylık alan 400 milyon borca girebilir. O adama 5 milyar verirseniz en az 5 milyarlık riske girer. Türkiye’de IMF’den kafaları ve sistemi değiştirmeden 200 milyar dolar alsa size garanti ederim birkaç yıl içinde trilyon dolarlık bir batak içinde olabiliriz.

Kısacası benim için 2002 bütcesi herhangi bir anlam ifade etmiyor. Basit bir bakkal hesabı gibi. Alt alt topla işte sana sonuç!...

Dünya kamu hizmetinde kalitesini ve vatandaş memnuniyetini hızla arttırırken, biz hızla büyüyoruz ve para yetmiyor. Ben ABD, İngiltere, İsveç, Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada, Finlandiya hatta Fransa’daki kamuda yeniden yapılanmaların son 15 yılını incelediğimde hayretler içinde kaldım. Biz temel atmak için uğraşır, 2 senede bir seçim yaparken onlar farklı frekansa geçmişler. Yunanistan, Polonya ve Macaristan’da bile hayret uyandıran uygulamalar var.

Şunu iddia edebilirim. Eğer birileri yok öyle değil diyorlarsa verilerle her türlü bilimsel platformda tartışabilirim.

Son 30 yıldır dünya hızla özelleşirken devleti büyüyen, demokrasi ile yönetilen tek devletiz. Acı ama gerçek...

Bunu desteklemek için Ankara sokaklarında bir araba ile şehir turu atmanızı öneririm. Bilgi teknolojilerin hızla geliştiği, hiyerarşik kademelerin hızla azaldığı, network tipi organizasyonların arttığı, devletteki ve bankalardaki çoğu işlemin internet ortamında yapılabildiği(ABD’de ve Kanada’da pasaportunuzu internetten alabilirsiniz!..), herşey (e) li olduğundan artık e’nin demode olduğu günümüzde kamu, binalara sığamamaktadır.
Keşke olay sadece bina olsa, yeni bina, yeni mefruşat, yeni adamlar, yeni ....

İşimiz hakikaten zor.
Bana birileri maliyenin meclis karşısındaki gökdelenimsi ek binasını, yine meclis karşısındaki denizi olmayan Ankara’daki sahil güvenlik komutanlığını, Eskişehir yolundaki başbakanlık, diyanet, sayıştay,halk bankası ek binalarını, sayamadığım yüzlerce EK binanın kuruluş gerekçelerini beklenti-maliyet-sonuç ilişkisi içinde bilimsel olarak ortaya koyabilir mi?

Peyman Hanım,

Biraz uzattığımın farkındayım. Ama bu çok ciddi bir iş. Türkiye’de her konuda thinktank’lere ihtiyaç var. Ben bu ülkede entellektüel birikimin de olduğunu düşünüyorum. “Danışmanlık” meselesine gelince. Bence kamuda tamamen demesek bile büyük ölçüde kimliğini yitirmiş bir kurum. Dünyayı izlemeyen, sürekli okumayan, analitik sorgulamadan yoksun, bankamatik memuru ünvanını kazanmış bir kitle ne yapabilir? Peki hakikaten birşeyler yapmak isteyen birisinin burada yeri var mı?
Düşünebiliyor musunuz bir ilden 15 senedir aynı adam milletvekili seçiliyor. Başka akıllı adam yok mu? Demokrasiden bahsedenler, güç elde iken ne kadar bu gücü paylaşmaya yanaşıyor?

Eski düsünceler, eski kurumlar, demoktatik olmayan secim sistemi, gecmiste bir turlu sonuc getirmeyen uygulamalar, vatandas memnuniyetinin ne olabilecegi konusunda dahi fikri olmayan kamu duzeni, basit bir maddesi bu isin profesorleri tarafindan tamamen farkli yorumlanabilen bir hukuk duzeni ve bu düzenin kutsal kitabı ile neleri ne kadar basarabiliriz?!..

Mutlu ve yarınlarından umutlu bir gelecek için öncelikle kamu düzenini; vizyonu, sistemi, kurumları, çalışanları ile sil baştan yeniden yapılandırmalıyız. Hatta bazılarını, rekabet edemeyenleri tamamen ortadan kaldırmalı yenilerini yaratmalıyız. Kıdem odaklı bir performası öngören 657’yi terk etmeliyiz. Performans odaklı bir çalışan yönetim sistemine geçmeliyiz. Bunun için bu konularda uzman olanları göreve davet edebiliriz. Herkes de gönüllü olarak bu işe sarılacaktır. Yeter ki sonuçları görelim.




__________________
Güzel günlere

Akın Arslan
avantaj 20/10/2001 : 12:32:43
Sayın Arslan,
11.10.2001 tarihli yazınızda kamunun küçültülmesi ile ilgili olarak dökümanların olduğunu belirtiğiniz http://govinfo.library.unt.edu/npr/index.htm sitesine girdim. Bu sitede ilgimi çeken bölüm, performans artırımı için yapılan çalışmalar oldu.Çalışanların ve işverenerin beklentileri neler ve bunları nasıl uyumlu hale getirebiliriz? Sanırım, sizin verdiğiniz konferanslarla ilgili, güzel çalışmaların yapıldığı bir konu.Biz de bunu halk ve idareciler olarak yorumlayabilirmiyiz? 2002 yılı bütçesi yeni açıklandı. Peki, bu bütçenin en verimli şekilde kullanılması /dağıtılması ile ilgili biz de yani Türkiye de bir danışmanlar grubuyla çalışıyor mu? Eğer, ülke yönetimini bir işletmenin yönetimi olarak düşünürsek: çalışan, üreten kesimin beklentileri nedir/ yöneticilerin imkanları ve verebilecekleri nedir? Konuyu bu şekil de ele alsak ve bir örnek çalışma yaparak ,bizler farzedelim ki ,bu projeyi üstlenen ekip olsak, burada, sanal ortamda ,bir proje üretsek. Hazır, bütçemiz de açıklanmışken, fazla detaylara girmeden, gerçekci bir yaklaşımla ,yapılabilecekleri tartışsak, ne dersiniz? Yine sorular sordum, kusura bakmayın.
Önerilerinizi bekliyorum.



__________________
pyuksel
Akın Arslan 15/10/2001 : 13:36:14
Merhaba,

Peyman Hanımın sorularının arkasındaki dünyayı bizimle paylaşması için yazdığım yazının kendisini üzdüğünü görmekteyim. Burası sevgi tabanlı bir bilgi paylaşım platformu. Kimseyi üzmeye hakkımız yok. Yanlış anlaşıldığım için özür dilerim. "Bilgi sevgi gibidir, paylaşıldıkça çoğalır " felsefesiyle çıktığımız bu yolculukta, gitmek istediğimiz istikamet aslında aynı. Atatürk'ün hedef gösterdiği, bir türlü başarmadığımız hakkettiğimiz yarının Türkiye'si.

Bizler, içi içine sığmayan, çok şeyler yapmak isteyen, belki de bireysel anlamda yapan, sinerji oluşturarak yarınlara koşmak isteyen bir grup gönüllüyüz. Zaten onun içindir ki bireysel mücadelemizde artık sesimizi yükseltmek ihtiyacı duymuşuz. Çoğumuzun bireysel tecrübeleri, bazılarımızın hayalleri ve beklentilerimiz var. Herşey yarın daha iyi bir Türkiye'de yaşamak için...

Kamil Bey'in "fedakarlık " yaklaşımına da tamamen katılıyorum. Hepimiz bu gemideyiz. Gemi batarsa herkes zarar görecek, gemiyi kurtarmak hepimizin sorumluluğudur.

__________________
Güzel günlere

Akın Arslan
duke 15/10/2001 : 13:19:59
Sayın Yüksel,
Öncelikle yazılarınızda öz Türkçe kullanmanızdan ötürü sizi kutlamak istiyorum. Ayrıca duru bir şekilde anlatmak istediğinizi ortaya koymuşsunuz.
15 yıllık bir işveren olarak verdiğiniz örneklerle pek çok kez karşılaştım. Hepimiz aynı halk katmanından çıktığımıza göre, bu tip hastalıkları bünyemizde taşıdığımızı düşünüyorum. Osmanlı'dan bu yana ümmet olmaktan ulus olmaya, kul olmaktan birey olmaya pek gayret etmedik.
İşyeri işverenindir. Öğle tatilinde boş odaların ışıklarının yanması da O'nun sorunudur. Parktaki çiçek belediyenindir, koparılan çiçekten o sorumludur. Devlet babadır; şeker pancarına yüksek fiyat vermeli ama şekeri de ucuza satmalıdır. Bu ve bunun gibi hastalıkları herkes çok iyi teşhis ediyor. Tedaviye gelince uygulanabilir öneri pek az görülüyor. Örneğin eğitim düzeyinin yükseltilmesi önerisi verilmekte. İyi bir eğitim için para lazım. Oysa ekonominin aczini hepimiz biliyoruz. Para nereden bulunacak? Demokrasiden fedakarlık etmeden, borçlanmadan, bu günkü kuşakları feda etmeden nereden bulunacak? Bu somut sorunun yanıtı arasak...
Saygılarımla.

__________________
avantaj 15/10/2001 : 11:51:50
Sayın Aslan,

Yazılarımı okuduğunuzda , aslında tüm bu olup bitene ne kadar üzüldüğümü anlamanız gerekli. Sorularım, takıntılarım değil.Zaten bunlara takılıp kalsak sizin de dediğiniz gibi, beynimizi kemiren bu sorularla mücadele etmekten ,bir şey yapamaz hale geliriz.
Sayın İsmail Bey'e teşekkür ediyorum. Sanırım, mesajlarımı en iyi analiz yapabilen kişi kendisi olmuş. Kendisinin beni şahsen tanıması ve bu foruma üye olmamda önayak olması da etkili olmuştur belki.Benim amacım, burada, bu forum ortamında fikirlerini yazan, paylaşan insanlara birşeyleri farkettirmek değil. Zaten, eğer biz buradaysak , farklı eğitimler almış, farklı kültürlerden gelmiş olsak da az çok amacımızın ne olduğu belli. Yani, biz( yeni üye olmama rağmen kendimi de bu forumda çözümün bir parçası olarak görüyorum) , hepimiz daha güzel bir Türkiye'de yaşayalım istiyoruz. Sokaktaki insanlar ,görevlerinin bilincinde olsun istiyoruz.
Görevimiz, ilk önce çalışmak çok çalışmak.İşimiz ne ise yapabileceğimizin en iyisini yapmak.
Ben her zaman , işyerime aldığım elemanlarıma " Burada 5- 10 sene çalışabilirsiniz. Buradan ayrıldığınızda kendi kendinize şunu sorun", derim. "Ben , bu süre içinde ne yaptım? Firmaya, en önemlisi kendime artı değer olarak ne kazandırdım?"
Ben, firmamda çalışan elemanları , mesai kayıplarını üstlenerek, maddi yönü tarafımca karşılanmak üzere , eğitimlere gönderirim. Şimdiye kadar bakın neler oldu? Bilgisayar konusunda alabileceği en iyi eğitimi alması için genç bir elemanı eğitime göndermek istedim. Çünkü , yetersizdi ama kabul etmiyordu. Bu eğitime gitmemek için tam 1 ay direndi.Eğitimi aldı, çok şey öğrendi ve ayrıldı.
Bir diğeri ,sigortacılık konusunda eğitim alması için kursa gönderme önerime şöyle bir cevap verdi." Siz zaten bu konuyu çok iyi biliyorsunuz, sıkıştığımda size sorarım".Sunuma gittiği müşteri karşısında mahçup olma riskini almıştı. Utanmayacak, sıkılmayacaktı. Çünkü artık insanlarımızda, sıkıştığında yalan söyleme, günü kurtarma ,karşısındakini *** yerine koyma çok doğal hale gelmişti.Bu elemanla da ben yolumu ayırdım.Verilecek çok örnek var.
Bu örnekleri niye verdim? 1. Örnekte : Yetersizliğini kabullenmeme var. Bugün, herhangi bir iş için ilan verin. Binlerce müracaat olacaktır. Hepsi de, o işi çok iyi yapabileceğini iddia edeceklerdir.% 99'u yetersizdir.Ama hem kendini, hem de sizi kandırabileceğini düşünmektedir.Bu konuda Sayın İsmail bey'in yaptığı çalışmalar hem firmalar hem de kişiler için çok faydalıdır. Burada, kişilerin firmadan çok kendilerini kandırma teşebbüsleri beni daha çok üzüyor.ABD'de bir arkadaşım tam da bu konu ile ilgili bir işte çalışıyor. Bir firmayı ele alıyorlar, çalışanların verimliliğini ölçüyorlar. Siz eğer telefona cevap vermekten nefret eden biriyseniz , sizi santral memuru yapmıyorlar. Belki, siz hiç kimseyle konuşmadan, sadece kayıt tutacaksınız ve çok başarılı olacaksınız.
Bu örnekte bir diğer konu da, eğitimi aldıktan sonra firmadan ayrılma olayı var. Bunu engellemek sanırım çok zor.
2. Örnekte: Eğitimi gereksiz bulma ve sırtını bilen kişiye dayama var. Ne zamana kadar sürecek bir iş olabilir?
Sayın Aslan, verdiğiniz konferansları öğrendiğime çok memnun oldum. Keşke, benim de imkanım olsa da katılabilsem hatta yapabilsem. Burada ,gözden kaçan bir şey var sanırım. Sizin, konferanslarınıza katılan kişiler, zaten belli bir eğitim seviyesine gelmiş ve kendisini daha çok geliştirmek isteyen kişiler.Benim bahsettiğim kişiler ise sıradan vatandaşlar.Tek tek bireyler. Ben, kurtarıcı olarak tek bir kişiyi beklemiyorum. Şimdiye kadar bu beklentilerle neler olduğunu gördük. Ben de , bu eğer bir yeniden yapılanma, refaha çıkma operasyonu ise, bunun bir parçası olmak istiyorum. Sorularım, İsmail Bey'in farkettiği gibi kendimizi sorgulamamız içindi.
Yeni bir üye olduğum için birbirimizi tanımamız, anlamamız zaman alacaktır.Yazılarımdan, zaman içinde benim neler yaptığımı öğrenecek ve size fikir ve bilgi anlamında çok da uzak olmadığımı anlayacaksınız.
Saygılarımla


__________________
pyuksel
dogan 15/10/2001 : 08:35:22
Merhaba arkadaşlar,

İşte sizlere kısa bir yazı ve sıkı biir teklif. Biz madem bir şeyler yapmak zorunda hissediyoruz kendimizi yapalım o zaman. Liderliği, değişimi, sosyolojik ve psikolojik bir çok faktörü tartışıyoruz vre tartışmayada devam edeceğiz.

O halde gelin kendi günlük yaşamımızdan başlıyalım ve paradigmalarımızı değiştirelim. hepimizin yukarıdaki satırlarda bahsedilen yada unutulan bir çok davranışa karşı olduğumuz aşikar. Ama aynı orandada bazı şeyleri bizde yapıyoruz. Gelin hergün bir ilkeye sahip olmak adına bir davranışımızı değiştirelim ve bunu burada yazarak diğer arkadaşlara duyuralım. Böylece Türkiyede ilke merkezli yaşamın tanımını yaşa**** ve tartışarak yapalım. Mesela devlet dairesindeki bir işimizi tanıdığımız olduğu halde normal yollardan halledelim ve teartışalım. Yada diğer ilkeleri.

Mutlu eşit, güçlü bireylerden oluşan; çağdaş Türkiyede sevdiklerimizi kucaklayabilmek dileği ile.

__________________
Dogan Atik
Akın Arslan 14/10/2001 : 18:44:20
Merhaba,

ALINTI YAPILAN METİN:


Eğer sabrımız varsa ,hazırsak, hadi o zaman neyi bekliyoruz?



Toplum olarak birilerinin harekete geçirmesini bekliyoruz. Böyle alışmışız bir kere... Yalnız burada bir çıkmaz bizi zorluyor: Kim ya da kimler?!

Eğer devlet kurumlarının bizi harekete geçmesini bekliyorsak, çoooook bekleriz. Zaten yenilik ve gelişme için toplumsal dönüşümün önündeki en büyük engel kurumlarımız değil mi?.. Senelerdir istihdam deposu olarak görülen, kadroları sürekli şişirilen, "devlete kapağı atmak" deyimini dilimize kazandıran mevcut kurumlarımız ile neleri ne kadar başarabiliriz. Ya özel sektöre ne demeli? Devlete mal ve hizmet satmaya çalışan, devletle olan ticari ilişkisi çerçevesinde büyüyen özel sektör. Senelerdir en büyük müşterisi hep devlet olmuş.

Mevcut kamu yapımızı sorgulayalım: Kaliteniz ne olursa olsun ömür boyu istihdam garantiniz var... Halkla doğrudan temastaki devlet dairelerinin çalışma sistemine bakınız. Ön saflarda birkaç çömez iş yapar arka tarafın ne yaptığı belirsiz. Onlar da sabırla beklerler, bir gün çömezlikten kurtulduklarında rahat edeceklerdir. Devletin iyi çalışıp çalışmadığını eskiden anlayabilmek zordu. Çünkü devletin yaptığı işleri yapan başka kurumlar olmadığından size ne hizmet verilirse ona razı olurdunuz. Şimdi nasıl, devletin yaptığı bütün işleri yapabilecek özel sektör kurumları mevcut. Hizmet ve mamul kalitesi, üretkenlik ve verimlilik açısından uçurum her geçen gün açılıyor.

"Kapağı atma" yaklaşımı devlete senelerdir çok büyük darbeler vurmuştur. İnsanlar kendilerini ve bulundukları ortamları geliştirme ve iyileştirme ihtiyacı duymamışlardır. Bilim üretmesi gereken üniversite ve kurumlarında bile bu durum böyle değil midir? Harvard ve Stanford gibi seçkin ABD üniversitelerinde hocalar ile bir-iki yıllık sözleşme yapılmaktadır. Kuşkusuz bu üniversitelerde 35-40 yıldır ders verenler de mevcut ama her yıl sözleşmeleri yenilenmiş. Bunu başarabilmişler!... Bizim durumu anlatmaya gerek yok!... Üniversitelerde üretilen teoriler sanayiye transfer edilebildiği oranda o ülke bilgi üreten ve "Know How" sahibi bir konuma gelebilir. Türkiye'de senelerdir üniversitelerin endüstri mühendisliği ve bazı işletme fakültelerinde "yöneylem araştırması" öğretilmektedir. Peki uygulamada, yönetim ve üretim sistemlerimizde bu bilimsel optimizasyonu ne kadar kullanabiliyoruz?.. Ben, içinde bulunduğu sistemdeki şu problemi yöneylem araştırmasındaki şu teknikleri kullanarak, şöyle çözdüm ve somut olarak şu iyileştirmeleri gerçekleştirdim diyebilme şansına kaç kişi sahip?!
....................

Lütfen AB'liğini üyelik tam üyelik görüşmeleri için bize dikte ettiği Kopenag kriterlerine bir bakınız. Biz, sokaktaki halkın aleyhine tek bir husus var mı? İnsanlarımıza daha güzel bir ülkede yaşama hakkını vermek için AB'yi mi beklemek gerekiyordu?

Tabi ki Hayır. O zaman biz bir yerlerden başlamalıyız.

Öncelikte, ülkemizin entellektüel birikim envanterinin çıkarılması gerektiğini düşünüyorum. Sahip olduğu bilgi, tecrübe ve görgüleriyle, ülkemize katkıda bulunmaya istekli olanları uygun platformlar yaratarak bir araya getirebilmeliyiz. Bu işe binlerce gönüllü olacağını zannediyorum.

Bizim tam anlamıyla topyekün bir yeniden yapılanmaya ihyiacımız var.

Geri kalmışlığımızın sebeblerini tartışacağımız geniş kapsamlı toplantılar düzenleyerek sorun alanlarımızı belirleyelim:

Bunlar neler olabilir:

1- Eğitim
2- Sağlık
3- Hukuk sistemi
3- Devlet Yapısı
4- Coğrafi Kısıtlar
5- Bir türlü yeteri kadar kullanamadığımız yeraltı ve yer üstü kaynaklarımız,
6- İnsanımız
7- Modernleştiremediğimiz tarımımız
8- Kültürel zenginliğimiz
9- Politika ve stratejilerimiz
10- Değerlerimiz
11- Genç nufusumuz,
12 -Toprak reformumuz
13- Demokrasi Anlayışımız
14- Düzeltemediğimiz ekonomimiz
...- ...... belki buraya onlarcasını yazabiliriz....


Problem sahalarını belirledikten sonra sistemi yeniden yaratmak için her sahada fikir üretebilecekleri, belirlenecek alanlara göre çalışma gruplarında toplayabilmeliyiz. Kısacası think tanklar(düşünce havuzları) oluşturmalıyız. Buralarda somut uygulama planlarını hazırlayabilmeliyiz.

Çok iyi tesis edilmiş bilgi transfer şebekeleri oluşturarak, bilgi bikimini ve paylaşımını sağlamalı, yarının Türkiye'sinini yeniden yapılanma stratejilerini oluşturmalıyız

Tabiki bunları gerçekleştirmek için siyasi kaygılardan uzak bir yönetim iradesine sahip olmak gerekir. Geçmişteki başarısızlıklarımızın temel sebeplerinden birisi "süreklilik" i tesis edemeyişimizdir.

Devlet hizmetlerini yeniden düşünüp ele almak gerekecektir. Bu konuda İngiltere'de ve Yeni Zelanda'da uygulanan ve oldukça başarı elde edilen bir uygulamadan ders almamız gerekebilir. iyi çalışmayan devlet kurumlarının yaptıkları işleri yapacak, farklı kişilerden kurulu, farklı bir organizasyon ve iş yapısına sahip yeni kurumlar yaratmışlardır. Bunlar diğerlerinin yaptığı işin aynısını yeni öngörüler ile yapmışlar, etkinlik, üretkenlik ve verimlilikte eski kurumlarını geçmişlerdir. Bu denemeden sonra sonra eski kurumlar tamamen kapatılarak yenileri devreye sokulmuştur.

Geçmişte yaptıklarımız bugünkü sonuçları hazırlamıştır. Bugünkü sonuçlar hiçkimseyi memnun etmediği gibi, Önderimiz Atatürk'ün bize gösterdiği hedeften uzaktır. İkinci dünya savaşı sonrası tamamen yıkılan ülkeler bizi geçmişlerdir. O Zaman başarıya ulaşmak için geçmişteki yaklaşımlarımızı tamamen terk etmeli, yeni metodlar, teknikler, yaklaşımlarla farkı yaratabilmeliyiz.

İnsanımıza ve ülke olarak sahip olduğumuz entellektüel potansiyele güvenmeli, onu gönüllü olarak göreve davet edecek kalıcı ve sürekli araçlar geliştirerek yeniden denemeliyiz.






__________________
Güzel günlere

Akın Arslan
İsmail 13/10/2001 : 17:03:57
Peyman hanım'a teşekkür ederek konuya gimek istiyorum.Sadece soru sormuyor,bizim kendimizi sorgulamamızın da gereğini vurguluyor.

Görevimizi bize kim söyleyecek? Cevabı aranması gereken ciddi bir soru.Sorunun muhatabı biziz.Cevaplarımızın bütünlüğü içerisinde formülüze edilecek çözümler bulabiliriz.
Sorumluluklar ve tanımlar belli olmalıdır.Deklare edilmiş olması ve paylaşılması önemlidir.

Beraberce belirlenmiş sorumluluklar ve tanımlar bağlayıcı olur.Bunu uygulamak,izlemek ve geri bildirimlerini değerlendirip,iyileştirme yapmak tamamen kurumsal olamalı.Sistem bütünlüğü içinde organizasyonlarla yaygın,sürekli ve ortak amaçlar ışığında iyi vatandaşlık düşüncesinin eğitimle ve birey öncelikli felsefe ile toplumsal paradigmalar oluşmalıdır.

Böylece insanlar hem görev alır,hem görev verir bir pozisyonu bnimserler.Çoğu zaman tek kutuplu bir pozisyonla"emreden"veya "emiralan" bir rijitliğin kıskacında insanlar gizli bir direnişle,söylenen ve söyleyen belli olmasına rağmen,mutabakata dayalı toplumsal bir kontrat yeterince gerçekleşmez.Bu anlamda başarılı olmadığımız için,böyle bir tartışmaya zihin yoruyoruz.

Yeniden,değişim projelerinin birey üzerindeki etkisini "eğitim laboratuvarı"nda test ederek ,odak çalışmalarla "Görevimizi" veya "Ödevimizi" bilme ve yapma bilincini yapılandırmamız gerekir.

Yaptırımların ve ödüllendirmelerin kalıcı,eşit ve yenileyici fonksiyonları da dikkate alınmalıdır.Kaybolmuş güvenin bireyler ve kurumlar arasında tazelenmesi ve başarının herkesce kabul edilebilir kriterleri açıkça ve net bir şekilde bilinmelidir.

Bütün bunların özü, iyi insan modelini tanımlamak ve bütün yatırımları buna göre şekillendirmekle mümkün olur.Eğitimimizin ortak olmayan amaçlarının doğurduğu sonuçların bedelini,maalesef ağır bir şekilde ödüyoruz.Dünyanın gelişmiş bir çok ülkesinde,eğitimin amaçları bizim gibi şablonlaştırılmamıştır.Anlamaya,kavramaya,sorgulamaya,farklı düşünmeye,insiyatif kullanmaya ve kişilik kazandırmaya yönelik salt ve doğru değerlerle yetiştirilirler.
İyi insan idealinin, önşartsız olarak eğitimimizde kabul görmesi dileğiyle.
Akın Arslan 12/10/2001 : 15:39:55
Sayın Peyman,

Bir kere şunu itiraf etmelim: İyi soruyorsunuz, herhalde bir gazeteci olsaysınız insanlar karşınızda durmak istemezlerdi? Özellikle dikkat ediyorum, metinle başlayıp bir şekilde soru bombardımanına başlıyorsunuz. Sanırım beyninizin önemli bir kısımı bu sorular kemiriyor.

Şimdi müsaadenizle ben size bir soru yöneltmek istiyorum:

Yukarıdaki sorun alanları içinde kişisel anlamda çözümün bir parçası olmak için neler yapıyorsunuz? İnsanla neler paylaşıyorsunuz?

Oluşturduğumuz bu paylaşım platformu, WEB ve DÜŞÜNCE sınırsızlığı içinde özgün bir kitlesel adım, bir davettir.

..."Çözümün parçası olmak"

Değişimin en önemli aracının eğitim olduğunu düşünüyorum. Senelerdir etrafımdakilere vizyonun önemini anlatabilmek için ilkeli bir şekilde bireysel örnek olmaya çalışıyorum. Yaklaşık 6 yıldır onlarca kurumda binlerce insana, "değişim yönetimi, gelecek için yeniden yapılanma, yarınları düşünmek:vizyon, performans yönetimi,kalite, bilimsel karar destek sistemleri " konusunda konferans ve seminerler veriyorum. Geçen sene 50'ye yakın konferans vermişim. Kısacası kendi etki alanımda zorluyorum.

Çok sevdiğim ve haytımda prensip edindiğim bir sözü sizlerle paylaşmak isterim:

"Eğer bir yere gitmek için yelkenliye bindiysen, rüzgardan faydalanmak zorundasın. Rüzgarı amacına uygun olarak kullanabilmek için ise yelkenleri açman gerekli.
Yelkenleri açmadan hiçbir yere gidemezsiniz."

Haklısınız, biryerlerden başlamak zorundayız. Ama önce biz...Birilerini beklemeden...Paradigmalarımızı değiştirerek başlayabiliriz...





__________________
Güzel günlere

Akın Arslan
avantaj 12/10/2001 : 14:38:31
Sevgili dostlar,
Ne güzel , hepimiz birşeyler yapmak için can atıyoruz. Yeterli bilgi birikimine ve isteğe de sahibiz. Konuyu ortaya atarken , vermek istediğim mesaj tam da söyledikleriniz gibiydi. Yani, hep birilerinden bize birşeyler yaptırmasını bekledik. Yönlendirildik, akıntı ne yöndeyse o yöne gittik. Bize sunulanı kabullendik. Çoğumuz böyle yaptı. Burada bizden kastım, ülkemizin insanları. Siz, ben , ailemiz, çevremiz ,iş arkadaşlarımız, hiç tanımadığımız bir yerlerde yaşayan halktan birileri.

Bir düşünsenize :
Komşularımıza ne zamandan beri yabancılaştık? Ne kadar zıt kelimeler: Komşu- yabancı. Ama oldu işte.
Ne zamandan beri trafikte ,hiç tanımadığımız bir insana ,öldürecek kadar nefret duymaya başladık?
Ne zamandan beri az çalışıp çok kazanmanın doğru olduğuna inandık?
Ne zamandan beri çevremizi kirletmeye, dilimizi kirletmeye, inançlarımızı, değerlerimizi kirletmeye başladık?
Bizi kimler , ne zaman hazırcılığa, dalavereciliğe, kandırmaya alıştırdı?
Ne zaman bıraktık ipin ucunu?
Araştırmadan, doğrusunu öğrenmeden ne zamandan beri bize sunulanı kabul eder hale geldik?
Birbirimize şüpheyle yaklaşmaya, dostlukları kaybettiğimizde üzülmemeye , birbirimizin kuyusunu kazmaya ne zaman başladık?
Okumaya, kendimizi geliştirmeye ne zamandan beri gerek duymuyoruz?
Ne zamandan beri sesimizi çıkarırsak, itiraz edersek, yola çöp atanı uyarırsak tepki alacağımız , hatta haklı iken haksız duruma düşüceğimize inanır hale getirildik?
Ne zamandan beri, özümüze hiç te uymayan yukarıda saydığım özellikler prim yapmaya başladı?

Ne oldu? Hiçbirimiz bütün bu olanlar için belirli bir tarih veremiyoruz ,değil mi? Biz bu muyuz? Bunu hakediyormuyuz?
Tek tek insanlarla konuştuğumuzda tam tersini görüyoruz. Böyle olmaması gerektiğini hepimiz biliyoruz.Ama iş, bir şeyler yapalım'a gelince ne oluyor? Sadece sessiz çığlıklar atıyoruz. Hepimiz istiyoruz mum yakmayı. Peki, yakacağımız mumdan damlayan damlaların elimizi ne kadar yakacağını görebiliyormuyuz? Hazırmıyız bu acıya dayanmaya ? Ne kadar sabrımız var? Bu sabrı göstermeye varmıyız?

Eğer varsa ,hazırsak, hadi o zaman neyi bekliyoruz?
dogan 12/10/2001 : 10:04:41
Herkese merhaba,

Bize görevimizi kim söyleyecek? Bilmem kim söyliyecek yada sizce kim söylemeli. Bu güne dek hep birileri zaten bunu yapmadımı, hep bir bilenler bazı kararları alıp yaraları sarmadımı!!!!!!!!!!. Bugün tüm dünyada geçerli bir kural var ya kendinizi siz yönetir ne yapacağınıza karar verirsiniz yada…… bizlere ne yapacağımızı yada yapmamız gerektiğini biz söyliyeceğiz. Başka kimse değil hele hele yıllardır eleştirdiğimiz sonra kurtarıcı gibi sarılıp oy verdiğimiz politikacılar hiç değil.

Görev bilinci bireyin doğasında oluşur herkesin mir öz misyonu vardır ve tüm paradigmaları bu yönde çalışır. Bu sitede eğer yazı yazmaya çalışıp hem kendi bilgi dağarcığımızı genişletmeye hemde toplumsal bir uzlaşmaya gidiyorsak bu zaten kimseye ihtiyaç duymadan ekip olarak çalışabildiğimizi gösteriyor. O halde kimsenin akıl vermesine ihtiyacımız yok.

Sayın avantaj, Japon toplumundan ve atılımlarından bahsetmiş evet savaş sorası Japonya sı ve Almanyası benzer bir kaderi ve çabayı birlikte paylaştı hızla sanayileşti. Elinde var olan bilgi ve teknolojik olanaklarını yeni avantajlarla destekleyerek büyüdü ve güçlendi. Ama bunu yapmak için 2 kuşak kendilerini feda etti. Bunu da tam bir toplumsal uzlaşmayla yaptılar. Biz buna hazırmıyız? Siz, ben, sokaktaki insan çocuklarve hatta doğacak olanlar için bu kararı alabilecekmiyiz. XXXXX sitesinde YYYYY marka arabaya binmemeyi kabul edicekmiyiz. Televole kültürü ve bunun bonbardımanından kurtulacakmıyız. Bu ve benzeri programları seyredip etmediğinizi bir düşünün farkında olmadan aslında bunun içinde boğulduğumuzu göreceksiniz. Bu çok zor bir karar hem birey olarak bizler için hemde gerekli olan toplumsal uzlaşmayı sağlayabilmek adına. Ayrıca buna gerekte varmı. İyi düşünmek lazım bilgi toplumlarının hızla ortaya çıkmaya çalıştığı ve geliştiği bu dünyada böyle bir çaba bizim ülkemize ne kazandırır.

Temel sorun kendini feda edecek bir kuşak değil, ilkeli dürüst bilimsel temeli olan davranışlar içinde tutarlı kanunların ve demokrasinin herkesin hakkı olduğunu bilen buna inan bir toplum olabilmekte. Eğer bunu becerebilirsek zaten mevcut kaynak ve olanaklarla kısa sürede zengin ve mutlu bir ülke olabiliriz.

Bu hareketin toplumsal bir fenomene dönüşmesini istiyorsak. Önce birey olarak kendimizden başlamak zorundayız. Bu şekilde yaşayalım ve bunu heryerde dile getirelim. Göreceksiniz kısa sürede çevrenizdeki insanlarda bu şekilde yaşamaya başlıyacak ve tabiki onların çevreside. İnançlarınıza sıkı sıkıya bağlı kalınki en azından saygı duyulan birisi olun. Başarılı olunki ilkeleriniz başarı anahtarı olarak algılansın. Küçük ama etkili çabalarla yaşamaya çalışalım. Paranoyalarla yada adam sendeci anlayışla değil.

Bir öz eleştiri yapalım, torpil en önemli rahatsızlığımızdır hep herkes de buna karşıdır ama nedense hepimiz bir iş yapacaksak hemen bir tanıdığın peş,ne düşeriz. Sonrada bu davranışı eleştiririz. Tabi kimse tanıdıkla iş yapmasın ama biz yapalım bizimki sayılmaz. Yada mafyayı kolayca zengin olan bu insanları heryerde ve her şekilde eleştirelim. Ama bize yakın böyle birisi varsa birde samimi iseniz ve size çıkar sağlama şansı olduğunu düşünüyorsanız kahraman, niye ? o bizim mafya canıımm sayılmaz. Yok öyle yağma, ilkeli ve dürüst yaşayalım tüm dünyayı değiştirelim. Kendimizden başla****.

Eğer bu ülkenin entellektüel sermayesinin bir parçası isek, ne kadar büyük bir parçası olduğumuzun hiç önemi yok, değişime katkıda bulunmak zorundayız. Bizler, sokaktaki insanlar, komşularımız herkes aynı etik ilkelere inanıyor ve paylaşıyor en azından ne olduklarını biliyorlar. O halde böyle yaşa**** ve çevremizide yaşamaya zorla**** işe başlıyalım. Bildiklerimizi tartışalım, anlatalım paylaşalım ve birşeyleri değişmesine katkıda bulunalım. Başkasından beklersek çoooook bekleriz . zaten 47 yıldır bekliyoruz yeter bence.


Akşam yattığınızda katkılarınızdan dolayı huzıurlu ve geleceğinden emin bir dünyada yaşamak dileği ile.


1.03 saniye.
17:12:11, 19 Mayıs 2024, Pazar

Buradaki yazılar, yazarlarının ve Koniks.com®'un izni olmaksızın hiçbir yazılı, görsel yada sesli yayın organında yayınlanamaz. Eğitim amacı dışında, herhangi bir şekilde çoğaltılması yasaktır. Eğitim amaçlı çoğaltıldığı durumlarda, yazarla ilgili bilgilerin ve URL'nin belirtilmesi zorunludur.

Bu web sitesi bilgilendirme amacıyla iyi niyetle, amatör bir ruhla hazırlanmıştır ve yer alan her türlü bilgi genel nitelikte olup, doğruluğu, eksiksiz olması, güvenilirliği, yeterliliği ve güncelliği hiçbir surette sitemiz tarafından garanti ve taahhüt edilmemektedir. Yer alan görüş ve yorumlar tamamen Koniks.com üyelerinin kişisel görüşlerini yansıtmaktadır. Sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak iş kurma/yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir ve söz konusu bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan Koniks.com sorumlu tutulamaz.

© 2000-2024 Koniks.com İletişim   ||   Kullanım Şartları   |   Kurallar   |   Sitenin Kullanımı   |   Gizlilik   |   Yardım