Son günlerin bu flash haberleri üzerine bir çok ekonomist ve köşe yazarının yorumunu okuduk, dinledik. Hepsi doğru ve anlamlıydı. Ben ise bir süredir sürdürdüğüm 2007 yılına girerken ekonomimizin gidişatına yönelik düşüncelerim çerçevesinde yazdığım makalelerimden sonra, bu konuya da bir başka açıdan bakmak istedim.
Önce biraz geriye dönüp geçmiş krizlerde yabancıların uyguladığı stratejilere bakalım. O tarihlerde borsamızda bu kadar yabancı hakimiyeti yoktu. Bıyıklılarla birlikte son krizden önce % 50’yi dahi bulmayan yabancılar, nedense krizleri önceden tahmin edip yüksek fiyattan hisselerini elden çıkartarak, düşük fiyattan aldıkları döviz ve yüksek banka - devlet tahvili faizi ile rüyalarında dahi göremeyecekleri faiz ve kur kazancı elde etmişlerdir. Ancak bir sorun vardı. Bu karları elde ederken stopaj dışında, yüksek oranda komisyon ve masraflar ödüyorlardı.
2006 yılı verilerine göre Türkiye, gelişmekte olan ülkeler liginde mevduata ödediği faiz ile lig şampiyonu. Dünya çapında ise ilk üç arasında. Aynı ligde borsa gelirleri açısından ise sanırım Suidi Arabistan ile birlikte eksi bakiye veren iki ülkeden birisi. 2007 yılına geldiğimizde ise İMKB’den beklentiler hiç de sempatik değildir. Yurt dışında yapılan değerlendirmelere göre 2006 yı çok arayacağız gibi. Zaten perşembenin geleceği çarşambadan belli oluyor. Eğer çok büyük bir olumlu yurt dışı sürpriz yaşanmaz ve Cumhurbaşkanlığı konusunda gündemdeki gerilimli siyasi gelişmeler olumluya dönmezse, Şubat ve Mart ayları bir ileri, iki geri dalgalanarak ama aşağıya doğru seyredecekmiş gibi görülüyor. Sonrası da malum genel seçimler belirsizliği.
Bu genel değerlendirmeden sonra gelelim asıl konumuza. Artık İMKB’nin yaklaşık % 70’i yabancıların. Bankalarımızın da % 25’i onların kontrolünde. Bunu biraz açarsak, ortalama şirket halka açıklık oranını % 35-40 olarak gördüğümüzde, demek ki ülkemizin en önemli şirketlerinin de yaklaşık % 25-30’u yabancıların elinde gözüküyor. Burada ilginç olan her kriz döneminden sonra yara alan yerli yatırımcının kendisini toparlayıncaya kadar, yabancıların sahiplik oranının hem borsada, hem de bankalarımızda artması. Yani iki kriz daha geçirirsek oranlar yarı, yarıya olacak. Şimdi buna sevinmemiz mi, yoksa kaygılanmamız mı gerekiyor?
Yabancılar tarafından sürdürülebilir ve mantıklı bulunmayan yüksek faiz politikasının, yaşanacak bir kriz ortamında, sıcak parayı çekmek için artarak devam edeceği beklentisi içinde olan yabancı fonlar mevzide ateşe hazır beklemektedir. Geçmişten ders alan yabancılar ise bu sefer sahibi veya ortağı oldukları bankalar aracılığıyla komisyonsuz ve masrafsız bir şekilde kazanacakları yüksek faizlerle, yaptıkları yatırımlarını kısa sürede geri almanın hesabını yapmaktadırlar.
Bütün ekonomik göstergeler olumsuz ve kriz söylentileri ayyuka çıkmışken, bankalarımıza ortak olma yarışına giren yabancıların bu tavrını bize iyilik yapıyorlar diye yorumlayanlar olabilirse de kusura bakmasınlar ben bu kadar iyimser olamıyorum. Bizi AB’ye layık görmeyenler, iş banka almaya geldiğinde en önde koşuyorlar. Ayrıca gelenlerin reel sektöre yönelik kredi ürünleri yerine, mevduat ve bireysel bankacılık ürünlerine yoğunlaşmaları da gözden kaçmıyor. FORTİS gibi adını KOBİ bankacılığı ile duyurmuş bir bankanın dahi ticari kredi performansı, beğenmediğimiz Halkbank’ı mumla aratıyor. Elim elvermiyor ama yine de yazacağım. Önümüzdeki günlerde bir kriz yaşarsak, bunun kahramanları yabancı banka patronlarımı olacak acaba? SOROS gibi bir sihirbaz tek başına İngiltere’yi, Rusya’yı dize getirmemiş miydi?
Saygılarımla,
A.Baybars GÖĞEZ
ABG&RİSK YÖNETİM VE PROJE DANIŞMANLIĞI BÜLTEN OCAK 2007
BANKA_BIRLESMELERI_VE_YABANCILAR_TARAFINDAN_SATIN_ALINMASI.doc