Koniks.com - İş Fikirleri Düşünce Havuzu

Koniks.com
Kullanıcı adı:
Şifre:
Şifremi hatırla


    Ana Sayfa          Forumlar          Arama          Yardım           Kayıt Ol
 Ana Sayfa
 Forumlar
 İş Dünyası Ve Ekonomi
 Pazarlama Ve Satış
 İkna Etme, Baştan Çıkarma Ve İnsanları Etkileme
Not: Yorum gönderebilmek için kayıt olmalısınız.
Kayıt olmak için, buraya tıklayınız. Kayıt ücretsizdir!
 Yorum gönder
Kullanıcı adı:
Şifre:
Biçim:KalınİtalikAltı çiziliÜstü çizili Sola hizalaOrtalaSağa hizala Düz çizgiResim hizalaAlıntı ekleListe ekle
Mesaj İkonları:              
             
 


 
   

YORUM YAZILAN YAZI
Levent 02/01/2005 : 14:25:00
Satıcılara bakıyorum çoğu ürününü satma derdinde. Sabahtan akşama kadar bu düşünülüyor. Ürünü pazarlamak çok önemli.
Bunun için bir çok önemli faktör var. Önce iyi bir şey üreteceksiniz. Potansiyel müşterilerinizi tanıyacaksınız, yani hedef kitlenizi sonra da onlara ulaşmaya çalışacaksınız. Bunun için müşterileri ikna etmeniz gerekir. Ürününüz ne kadar kaliteli olursa olsun hedef kitleye ulaşamıyorsanız bunun anlamı yok.O halde pazarlama, reklam ve diğer her türlü stratejilerin büyük önemi var.
İkna etme sanatı sadece bununla sınırlı değil kuşkusuz. Politika da, iş bulmada, hatta evlilik işlerinde bile bu tür stratejilerin kullanıldığına şahit oluyoruz.
Sırf reklamı beğendiği, reklamdan etkilendiği için kaçımız bir filim seyretmedik, bir ürün almadık.
Bu stratejilerin çoğu göz boyama yönelik gibi. Yani ikna etmek için tek başına mantıksal argümanlar zayıf kalıyor. İnsanlar ikna olmak için görüntüye, duygusal mesajlara çok daha fazla önem verebiliyor. Kısaca onları etkilemeniz, cezbetmeniz, üzerlerinde merak uyandırmanız, esrarengiz olmanız gerekiyor.
İnsanoğlu ne kadar inkar etse de görünüşe ve sonuca çok büyük önem veriyor.
Geçenlerde bir parfüm reklamı dikkatimi çekmişti: baştan çıkarıcı olmak istiyor musunuz diye soruyordu. Her yıl buna benzer biçimde kitaplar, kozmetik ürünleri çıkıyor ve bunlar inanılmaz biçimde satıyor. İnsanlar birbirlerini etkilemek için her türlü yola başvuruyor. Artık imajlar konuşuyor; gerçekler ikinci derece de etkili.
Etkileyin, baştan çıkarın, karizmatik olun, ikna edin diyoruz. VEya böyle olması sanki hoşumuza gidiyor. Ama belki buna mecbur kalıyoruz.

Aşağıdaki yazıyı okuyun, ne demek istediğimi anlarsınız:

"Kızı tavlamanız için hayati önem taşıyan bir başka konu var.Kıza sürekli "senin beynini okuyorum" tribi yapacağınıza göre kız hakkında maximum bilgiye sahip olmanız lazım.Mesela gidip bi şekilde kızın doğum gününü öğrenin .Bunu yapmanın en kolay yolu başka ve samimi olmadığınız bi arkadaşınıza sordurmaktır.Bi şekilde kızın doğum gününü öğrendikten sora hangi burç olduğunu kesin olarak öğrenin ve başka bir zaman kız bi şey yaptığı zaman "Zaten bu senin burcunun en belirgin özelliği "diye başlayın.Hangi durumda bunu kullanacağınız önemli değil.Astrolojinin en güzel tarafı tamamen uydurma üzerine kurulu bir bilim olması.Kız "Hayır,bu benim burcumun özelliği falan değil" derse(ki demez ama hani derse diye yazıyorum) "Ben Amerikanın en büyük astroloğu Bilmem kim'in ktabında böyle okumuştumAma yine de gider başka kaynaklardan da araştırırım" dersiniz olur biter.Uydurmakta sınır tanımayan bizler için hiçte zor bir şey değil.Zaten kızın bundan önce soracağı "Sen benim burcumu nerden biliyosun ki?" 10 puanlık uzman sorusuna vereceğiniz "Uzun süre astrolojiyle uğraştım ve insanların haraketlerini gözlemleyerek hangi burca dahil olduklarını anlayabiliyorum." cevabı az önce sorması muhtemel olan soruyu zaten eler.éAma kız bu sefer de "Peki doğum günüm ne?" gibi az önceki olağan üstü zihin okuma(!) gösterisini yapan size küfür içerikli bir soru soracaktır.Sakın nasıl olsa gerçek tarihi biliyorsunuz diye direk tarihi sölemeyin,bu yeterince etkili olmaz.Bunun yerine mesela kız 22 ekim doğumluysa "kesin birşey söylemem için doğum yerini bilmem lazım ,ama sanırım 19 ile 23 Ekim arası bir tarih çünkü Mars her yıl bu tarihlerde Akrep burcunu etkisine alarak astrofizyolojik semptomların gelişmesine neden olur buda sana aşırı duygusallık olarak geri döner." diyin. Bir taşla kuş katliamı yaptınız.Bu konuşma sayesinde hem kıza inanılmaz derecede astrofizik bildiğinizi,hem onunla aşırı derecede ilgilendiğinizi hem de onun aşırı duygusallığının(Unutmayın bütün kızlar kendini aşırı duygusal sanar)kaynağını kanıtlamış oldunuz.Kızın gözünde artık ilahsınız.Kız sizin az önceki gösteriyi nasıl yaptığınızı çözemeden(Ki asla çözemez) siz hemen "Bana doğum yerini söylersen sana ayrıntılı bir yıldız haritası çıkarabilirim" diyin.Kız hemen atlayıp doğum yerini söyleyecektir. Sizde hemen bir kalem kağıt çıkarın ve kağıdın üzerine anlamsız şekiller daireler falan çizin.Sonra uzun uzun düşünüyormuş gibi yapmak suretiyle kağıda bakın.Kağıdı ters çevirin ,düz çevirin,bi kaç bişey daha çizin.Ve sonra kıza dönüp "22 Ekimde doğmuşsun.Yükselen burcun Aslan strenekopotolojik gelişimin inanılmaz.İnsanlar seni mutlu sanıyorlar ama çok büyük bir sorunun var.Çok yakında hiç beklemediğin birinden bir çıkma teklifi alacaksın,çok düşüneceksin ama sonunda sende ondan hoşlandığını farkedip kabul edeceksin ve çok mutlu bir ilişkiniz olacak."diyin.Kız kendini kaybetmiş bir şekilde size bakıyor olacaktır.Sizde onun gözlerinin içine bakın.Doğum tarihi tam olarak sölemeniz kızın diğer söylediklerinizede inanmasını sağlayacak.Birincisi kimsenin yükselen burcu kesin değildir.Yanılma şansınız yok.İkincisi strenekopotolojik gelişimin astrolojiyle alakası yok(merak ediyosanız söyliyim,kemik gelişimi demek) ordan da yırtarsın,üçüncüsü daha öncede söylediğimiz gibi sürekli büyük bir oruna sahiptir,bunuda bildiniz,ve son söylediğinize de inanmaması için hiç bir neden kalmadı.Tabiki burada çıkma teklif edecek olan siz oluyorsunuz.:)))))))Böylece kızın bilinçaltına bir erkek ona çıkma ettikten sonra bir süre düşünmesi ve sonra kabul etmesi komutunu yerleştirmiş oluyorsunuz.Artık siz istesenizde o komutu ordan silemezsiniz.Kızın gözünde artık siz Cooperfieldsınız." Kaynak: http://www.gonulsehri.net/kiztav.htm

Bir de erkekleri etkilemek için kullanılan baştan çıkarma teknikleri var. Bunlar gerçekten etkili mi diye sorabilirsiniz. Reklamlardan, bir sürü saçma sapan filimlerden, imajlardan etkilendiğimize göre bunlardan etkileniyoruz. Ama işin uçunu çok kaçırdık gibime geliyor. Çünkü teknoloji o kadar gelişiyor ki, artık insanları baştan çıkarmak bir teknik mesele haline geliyor. Bu şimdiden böyle kırk elli yıl sonra neler olur bilinmez. Kız parfümü alıyor ve hemen erkeği baştan çıkarıyor çünkü koku o kadar etkili bir şekilde yapılmış ki aklınızı kaybediyorsunuz. İşin ucu çok kaçtı gibime geliyor. Ama kapitalizmde başarı için her şey mubah olduğundan kim bilir daha nelere şahit olacağız.
SON 30 YORUM (En yenisi en önce gösteriliyor)
BipolarD83 22/02/2017 : 11:43:36
I was asked to write an essay the president of USA whom I consider the most influential. I looked through many sources of information and chose Benjamin Franklin. Follow the link http://bigpaperwriter.com/blog/benjamin-franklin-essay
zeynep_ 10/08/2007 : 16:52:08
İkna Etme, Baştan Çıkarma Ve İnsanları Etkileme konusu ne genıs bır yelpazadeymıs!!!!
mıtolojıyede dayanmıs:)
Bu konuyu kapsayan tum fıkırler ıcın söylüyorum;''ıkna etme''hem ıs alanında hem ask alanında hem dostluk alanında tek sey gecerlıdır;eger ''giris''kısmının muhtesemlıgı''sonuc''kısmında kendını göstermıyor ıse bostur.

Pazarladıgınız bı mal yada hızmet sızden dolayı musterınıze memnunıyetsızlık verıyor ıse;devamı gelmıyor ve hakkınızda olumsuz dedıkodular yayılıyor ıse basarılı degılsınızdır.

Dost secerken;yada secılırken davranıslarınız bır takım planlarla orantılı degısıyorsa basarılı degılsınızdır;''dostluk''denen sey hıcbırmenfaat gozetılmeden kısılerın karsılıklı bırbırlerını kullanmadıgı ve kesınlıkle maddıyatın deger görmedıgı bır olgu olmalıdır.

Hayat arkadası(es yada sevgılı);secımındede kendınızı nasıl gosterecegınızden onemlı olan;karsınızdakının sızı oldugunuz gıbı kabul etmesı ve sızınde onu oldugu gıbı sevmesı dogrudur;''kendınızı muhtesem ''pazarlasanızda bırlıkte olussurecınızde gercekortaya cıkacaktır.

Kısacası ;hayatın her alanında gecerlı olan aynıdır;kapıdan gırmek degıl;ıcerde kalabılmek.
Levent 14/01/2005 : 20:50:34
Sevgili Siyahbeyazöyküler;

Dostuma alındığın için bu konuyu açıyorum. Dostum iktisat profesörüdür. Bu yazıyı okuyorsa kusura bakmasın, sözünden alındığım için konuyu buraya taşındım.

Şimdi ismini verip onu rezil etmek istemem. Fakat kendisi sürekli olarak "liberalizmi" savunur durur. Ne zaman bu konuyu benimle tartışşa, iş kaynak göstermeye, delil göstermeye gelse karşımda bir türlü duramaz geveler durur. Ama koskoca ekonomi profesörü olmuş tabii. Altta kalmaması lazım, ama en sonunda işte böyle tuhaf sözler eder, normal zamanda etmeyeceği sözlerdir bunlar. Dediğim gibi karşımda hafif siklet kaldığı için zoruna gidiyor, koskoca profesör olmuş, mektep-medrese görmüş bizim gibi demokrasiyi savunduğu için en tepelerden en alt noktalara düşmemiş sokaklarda, mahkemelerde ve berbat rezil yerlerde hayatını geçirmemiş. Bir yolunu bulmuş profesör olmuş ya, yeter bu. Bu takımın kafasında demokrasi düşüncesinin zerresi yoktur zaten .Bunlara sürekli **********lık, dalkavukluk vb şeyler öğretilir. Düşünemezler, ezbercidirler.

YÖK ile birlikte üniversiteler liberalizmin kalesi haline geldi. Üniversitelerde "liberalizmin" ne kadar iyi, bilimsel olduğu filan öğretildi.

Şimdi de yeni YÖK teformu ile sanırım üst boyutta liberalizme geçeceğiz. Şimdi liberal olmayanlara, A.B'ci olmayanlara statükocu deniliyor, üst boyutta ultra liberalizme geçmek için alıştırma devresi bunlar. Milleti köpek gibi çalıştırıp köle gibi pazarlamak birdenbire olmuyor.

Şunu unutmamak gerekir. Liberaller her defasında fırsat buldukça demokrasiyi yok etmek için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır. Demokrasi onlar için kamuflaj vazifesi görür. HAtta bunlar demokrasinin kelime anlamını bile değiştirip onu liberalizm olarak millete anlatırlar. Özelleştirme hiç düşürmedikleri slogandır. Bunların özelleştirme ve patronların çıkarları için Arjantin'de, Meksika'da ve Şili, Endonezya'da yapmadığı rezillik kalmamıştır. Bunlar patronlar için özgürlük ister. İşçiye, çalışana, öğrenciye köpek gibi davranmak isterler. Bunlar okuyan insanları da sevmezler. Eleştirmeye gelemezler. Yayınevlerini, medyayı, tüm gazeteleri satın alarak hep ne kadar haklı olduklarını anlatırlar. Bir taraftan darbeleri, cuntaları eleştirirler ama el altından darbeler yaptırırlar.

Bunlar yıllarca beni konuşturmamak için her yola başvurdu. Bir çok demokratı da bunlar türlü yollarla susturmayı başardı.

KOPENHAG KRİTERLERİ filan diyeceksin, biliyorum. Bunlardan göz boyamadan ibarettir. Bunlar kaşıkla verdiklerini kepçeyle alırlar. Yıllarca bu takım Türkiye'de cuntaları, PKK terörünü ve her türlü lanet olası şeyi Türkiye'nin zayıf düşmesi, sürünmesi için destekledi. Amaçları belli: hep ikinci, üçüncü sınıf bir Türkiye olsun, bize gelip yalvarsın, dilensin, bizim kölemiz olsun istiyorlar.

Kopenhagla birlikte bir takım haklar geldiği doğrudur. Ama bu haklar aslında daha çok global patronlar içindir. Bunlar tabii artık ülkemizde biraz daha özgürce gezmek, çalışanımızı, işçimizi biraz daha özgürce sömürmek istiyorlar.

Ünlü bir iş adamı ben "diktatörlük" istiyorum dedi. Peki bu söze kimler tepki gösterdi? İŞ adamı bu sözü niçin söyledi?

Aslında şu anda da istediklerini yapabiliyorlar. Tüm siyasi partiler ellerinde, basın ellerinde. Daha ne istiyorlar? KArdeşim anla artık, daha önce de söyledik bunlar doymak bilmez, yedikçe yemek daha çok yemek isterler.
siyahbeyazoykuler 13/01/2005 : 22:02:42
Sayın Levent,

Öncelikle yayınevinin size söylemiş olduğu sözler inanın inanılmaz. Hani insana "pes doğrusu" dedirtenlerden...Sanırım bundan daha iyi mantığa bürünemezlerdi. Vazgeçmeyin derim.

İktisat okumaya devam ediyor musunuz diye sormuşsunuz? Üniversite bitti. İktisadi konularda da çok fazla olmasa da okuyorum. Sanırım bunun nedeni sevmediğim bir bölümü okumaktan kaynaklanıyor. Ancak şu da yadsınamaz bir gerçekki iktisatın bana getirileri oldukça fazla oldu. Üniversitedeyken en sevdiğim dersler: "İktisat Tarihi", " İktisadi Doktrinler Tarihi", idi. Bir iki tane var ama fazlası yok. Bu dersleri sevmemin de tek bir nedeni var o da tarihe olan ilgim. Zaten tezimi de iktisat tarihinden almıştım. 1950-1960 DP Dönemi Türkiye Ekonomisinin Analizi idi tez konum..Laf aramızda çok sıkı bir savunma vermiştim. 95 de iyi not olsa gerek. Anlatmaya çalıştığım şu idi bunları yazarken; bir şeyi severek yaparsan başarılı olmaman içten bile değil!!! Stajımı yaparken bile İnsan Kaynakları depatmanını tercih ettim. Hocam " Burcu sen işletme değil; iktisat öğrencisisin, stajını banka da ya da mali müş. yanında yapsan senin için daha iyi olur dedi" Olmazdı. Çünkü hocamız bize birgün şöyle demişti: "Çocuklar, stajınızı yaparken ileride çalışmayı düşündüğünüz alana göre seçim yaparsanız, sizin için daha verimli olur." Ben kaçırır mıyım hiç bu cümleyi...Yeri geldi ve bana az önce yazdıklarımı söylediğinde, kendisine bu cümleyi hatırlattım. Buna göre benim istediğim bu departmanda staj yapabilme olanağı doğuyor olmalıydı. Çünkü ben insan kaynakları, halkla iliş, medya vs başlıklarını istiyordum iş yaşamımda. Medyada staj yapamayacağıma göre en mantıklısı buydu...İzmit KordSA'da stajımı tamamladım..Muhteşemdi. İnsan Kaynaklarında ne kadar eğitim içeriği, döküman varsa hepsini inceledim; hatta fotokopilerini bile çektirdim. Galiba bugüne kadarki en verimli stajyerleri ben olmuştum..Birara hiç bitmese şu staj dediğimi bile hatırlıyorum:))) Geldiğim nokta...sevmek...sevince işin rengi değişiyor...

Evet ülkemizde neyazıkki okuyucuya gereken değer verilmiyor. Bunun yanısıra yazarlara da aynı önem gösterilmiyor.. Ben kendi adıma okumadığımda veya yazmadığımda kendimi biran darağacındaymışım gibi hissediyorum. Sanki birisi boğazıma bir ilmek geçirmiş de; can çekişiyormuşum gibi...14 yaşımdayken Shakespeare'in bir cümlesini okumuştum. Diyordu ki: " Kitaplarım bana yetecek kadar büyük bir krallıktır." O gün bugündür bu cümle benim için büyük değer arzetmektedir. Her akşam odama girdiğimde bu krallığın gözümün önünde dört duvar dolu bir şekilde bakışlarıma yansıması ne muhteşem bir duygudur anlatamam.. Kimileri kahve falından keyif alır, kimileri futboldan vs. vs ben de kitap okumaktan keyif alıyorum. Elbette ben de futbolu takip ediyorum veya buna benzer aktiviteleri ancak önceliğiniz ne diye sorarsanız okumak ve yazmak derim...

Son cümlelerinizde arkadaşınız size kullandığı sorulara gelince; duymamazlıktan gelsen bir dert duysan bir dert... Ben bu tarz sorularla karşılaştığımda anlatılabilecek, anlaşılabilecek gibiyse zamanımı harcayabiliyorum. Bir de boşa ses çıkartanlar vardır, bilirsiniz; onlara da gülümsüyorum..Zamanında Nazım'ın Abidin Dino'ya bir şiirinde sorduğu gibi "Sen mutluluğun resmini yapabilir misin?"nden feyz alarak ben de: "Siz bu hayatın renklerinin farkında mısınız acaba?" diyorum... Durup bakıyorlar yüzüme..Küçücük bir cümle fakat içinde dünyanın anlamı yüklü...


Bir de şu soru: "Bu kitapları niçin okuyorsun? Bunların hepsi kafa karıştırmak için yazılmış, hepsi yalanlarla dolu. Boş şey bunlar, tüm kitaplar boş."

Acaba bu arkadaşınız hiç dışarıda yürüyor mu?? Merak ettim? Bilmem anlatabildim mi??

Üretiyorum...devam da edeceğim...İnsanlar üretmeden yaşıyorlar ve de pişkin pişkin sizin benim gibi insanları sorgulamaya kalkışıyorlar...
İşte ben bu duruma dayanamıyorum. Sizi bilmem ama ben bu güzel beyni her ne olursa olsun işlemekten bıkmayacağım...Bize ve bu topluma üreten ve ürettiğini paylaşan insanlar lazım...

Sevgiyle Lütfen...
Levent 13/01/2005 : 21:16:52

Sevgili Siyahbeyazöyküler;

Yazını beğendim, bu güzel yorum için teşekkür ederim. Ayrıca iyi bir okuyucu olmana sevindim, üstelik bir yazarsın da. HAtırladığım kadarıyla "iktisat" mezunuydun. İktisat okumaya hala devam ediyor musun? İktisatla yakından ilgilendiğim için sordum.

Ülkemizde ne yazık ki "okuyan" insanlara ve "yazarlara" hak ettikleri değer verilmiyor. Bir falcıya, bir futbolcuya çok daha fazla değer veriliyor. Televizyona bakın ne demek istediğimi anlarsınız?

Yazdığınız en iyi bir kitabı bile zorla, binbir güçlükle bastırabiliyorsunuz. Geçenlerde bir yayınevi ile yazmış olduğum bir kitap için konuşmuştum, şimdilerde çok dolu olduklarını söylediler. Kitabım en erken 2006'da basılabilirmiş. 2007-2008'e bile kalabilirmiş. Pes doğrusu.

Dünyanın en büyük yazarı olsanız, en iyi düşüncelerini ortaya atsanız anlaşılmamak, düşüncelerini biriyle paylaşamamak kadar kötü bir şey olabilir mi? Düşünce üreten bir kişiye bundan daha büyük bir kötülük yapılabilir mi?

Yine geçenlerde bir dostumu gördüm. Bana dedi ki:" Sana ve senin gibi düşünenlere, oku**** zaman tüketenlere üzülüyorum, her şeyini bu işlere verdin. Peki sonuçta ne oldu? Seni kim ciddiye alıyor? Seni kaç kişi okuyor? KAç para kazanıyorsun? Sahip olduklarını bile yitirdin, her şeyini kaybettin? Ne için yaptın bunları? Öldükten sonra anlaşılsan ne olur?" Sonra şöyle devam etti:

"Bu kitapları niçin okuyorsun? Bunların hepsi kafa karıştırmak için yazılmış, hepsi yalanlarla dolu. Boş şey bunlar, tüm kitaplar boş."

Bu tür sözleri sürekli duyuyorum. Karşılaştığım memur, esnaf herkes bana bu şekilde akıl veriyor.


siyahbeyazoykuler 12/01/2005 : 11:04:04
HERO İLE LEANDROS Çok eski zamanlarda, bugün bizim Çanakkale boğazı dediğimiz "Hellaspontos"un Avrupa kıyısında, Sestos adını taşıyan bir şehir bulunuyordu. Bu şehir surları arasında Aphrodite için yapılmış büyük bir tapınak vardı. Bu tapınakta Hero adında çok güzel bir rahibe vardı, bu rahibe güzelliği ile dillere destan olmuştu. Aphrodite mabedindeki kumrularla ilgilenen Hero'yu gören onu Aphrodite'ın kendisi zannederlerdi. Bu genç rahibe güzel olduğu kadar alçak gönüllüydü de. Bu yüzden Aphrodite bu kızı kıskanmak bir yana onu çok severdi.

Her sene ilk baharın gelişi ile birlikte Sestos'ta şenlikler düzenlenir çevre şehirlerden insanlar akın akın buraya gelir Aphrodite'in mabedini ziyaret ederlerdi. İşte böyle bir bayram günü Leandros adında yakışıklı bir genç Aphrodite'in mabedindeki bir ayine katılmıştı. Abydos'lu olan Leandros getirdiği hediyeleri sunmak üzere mihraba yaklaştığında. Güzel rahibe Hero'yu görünce aklı başından gitti adeta, daha ilk bakışta ona aşık olmuştu. Ayin boyunca gözlerini güzel rahibeden ayıramamıştı. Sanki karşısındaki Aphrodite'in ta kendisiydi.

Leandros gün batıncaya kadar mabedin bir köşesinde bekledi. Ziyaretçiler birbir mabedi terk edince yavaşça mabed de tek başına kalan Hero'ya yaklaştı. Rahibe genç delikanlıyı görünce ürkerek geri kaçtı. Ama Leandros onu durdurdu. Ve oracıkta mihrabın önünde Hero'ya duyduğu aşkı dile getirdi.

O günden sonra Leandros Hero'nun tüm itirazlarına rağmen her gün mabede gelip genç rahibeye duyduğu aşkı anlattı. Hero defalaca ona bir rahibe olduğunu ve böyle bir aşka karşılık veremiyeceğini söylediysede Leandros pes etmedi. Duyduğu sevgi öylesine büyüktü ki bir gün mutlaka hak ettiği karşılığı alacağına inanıyordu. Ve tüm çabaları ısrarları sonunda arzusuna kavuştu. Hero da onu seviyordu ancak aralarında büyük bir engel vardı. Hero deniz sahilinde ıssız bir kalede yaşlı bir kölenin kontrolü altında yaşıyordu, üstelikle Leandros'un yaşadığı şehirle aralarında denizde vardı. Ama Leandros aşkı uğruna herşeyi yapmaya hazırdı..buna gece karanlığında yüzerek denizi geçmekte dahildi.

O akşam yaşadığı şehre geri dödüğünde sahile inerek denizi seyretti, gözleri ile karşı kıyıdaki kaleyi arıyordu. Bu sırada rüzgar şiddetini artırmış, bulutlar ayı ve yıldızları kapatarak ortalığı karanlığa boğmuştu. Issız kalede köle ile birlikte oturan Hero endişe ile dışarıyı izliyordu. Bir ara yaşlı kadına dönüp;

"Bu korkunç gecede kim bilir kaç balıkçı yolunu bulup evine dönemeyerek kendisini bekleyen karısının çocuklarının boynunu bükük bırakacak" dedi "Bence karanlıkta yolunu kaybeden denizcilere yol göstermek, onları felaketten kurtarmak için kalenin üstüne bir meşale yakarsak Aphrodite'yi de sevindirmiş oluruz"

Bu sözlerle yumuşayan yaşlı kadın yerinden kalkıp bir meşale yaktı ve kalenin tepesine kolayca görülebileceği bir yere koydu. Esen rüzgar onu canlandırdı alevi daha da yükseldi ve etrafı aydınlattı.

Hero heyecanla dışarıyı seyrederken duyduğu bir sesle kalbi küt küt atmaya başladı. Denize doru baktığında dalgalarla boğuşan birini gördü bu Leandros!tan başkası olamazdı..onu yaşlı köle de görmüştü. Aşağı inip delikanlıya kıyıya çıkabilmesi için yardımcı oldu ve onu rahibenin odasına ***ürdü.

Leandros yorgunluktan bitkin ama sevdiğini tekrar görmekten mutlu bir halde genç rahibeye sarıldı. Yaşlı köle buna çok şaşırmıştı ancak onlara engel olmadı. O günden sonra Leandros her gece Hellespostosu yüzerek geçiyor sevdiğine ulaşıyordu. Günler haftalar aylar geçti ve güzel yaz günleri geride kaldı ve kışa yaklaştılar. Deniz eskisi gibi sakin ve sıcak değil, dalgalı ve soğuktu. Hero her gece yüzerek boğazı geçen Leandros için endişelenmeye başlamıştı bu yüzden ona bir süre birbirlerini görmemeleri gerektiğini söyledi. Bahar gelinceye kadar ayrı kalmaları gerekiyordu. Kışın boğazı yüzerek geçmek çok tehlikeliydi.

Leandros her ne kadar istemesede sevdiğinin bu isteğine boyun eğdi. Ve bahara kadar gelmeyeceğine dair ona söz verdi. Ama bu ayrılığa sadece bir kaç gün dayanabildiler. Leandros Hero'nun yolladığı özlem dolu mektubu okuyunca daha fazla dayanama**** hiç düşünmeden kendini azgı dlgaların kucağına attı ve bir an evvel sevdiğine kavuşabilme arzusu ile dalgalarla boğuşmaya başladı. Fırtına arttıkça artıyor dalgalar daha da aşılmaz bir hal alıyordu. Hero'nun yaktığı meşale şiddetli rüzgarlardan sönerek ortalığı karanlığa gömdü. Heyecan içinde Leandros'un yolunu gözleyen Hero, yaşlı köle uyuduktan sonra gizlice sahile indi ancak orada dalgaların kıyıya attığı sevdiğinin ölüsü ile karşılaştı. Bu acıya dayanamayan Hero sevgilisine sarılarak kendini öldürdü.

Kasabalılar bu haberi duyunca yas elbiselerine bürünüp kalaye geldiler ve iki sevgilinin cenaze törenine katıldılar. Onları deniz kıyısında aynı mezara gömdüler ve onların anısına boğazın azgın sularına güzel kokulu çiçekler attılar.

siyahbeyazoykuler 11/01/2005 : 18:53:32
Bu arada "aşırılık" demişken sanırım şu konuya da yer verebiliriz burada:

MANI

Iki uclu duygulanim bozuklugu ( bipolar afektif bozukluk,PMD,manik depresif bozukluk) ne demektir?

Kisinin bazı donemlerde çokkunluk (depresyon) donemleri yaşaması ile birlikte, kimi zamanlar da taşkınlık (mani) ya da bunun daha hafif bir sekli olan hipomani donemlerinin gorulmesi ile seyreden bir psikiyatrik bozukluktur .



Mani nasil bir durumdur?

Kisinin her zamanki normal halinden farkli olan ve surekli bir sekilde asiri neseli, (herseye gulup, kimseyi umursamadan sarkilar, oyunlar, danslar etme gibi) ya da yerinde duramayacak sekilde gergin (bazen asiri ofkeli, saldirgan, kufurlu konusma gibi) ve kendini yukseklerde goren bir duygu durumu vardir. Bu donem sirasinda asagidakilerden en az ucu bulunmaktadir..


http://www.isnet.net.tr/Channels/saglik/bolumler/psikiyatri/mani.asp
siyahbeyazoykuler 11/01/2005 : 18:37:39
Aslında işin rengi çok da değişmedi Sayın Levent, nihayetinde insanı konuşuyoruz..Aşkı da yaşadığımıza göre çok da sapmış sayılmayız:) Evet aşırıya kaçan isteklerimiz var. Acaba bizi buna iten nedenler ne? Kimileri için buna sebep "özenti" olabilir mi?

Biliyor musunuz benim bu hayatta tek doyurulamayan isteğim, aşırılığım okumak...Günlerdir tek cümle dilimde: " Okumanın sonu yok". Ben bile okuduğum şeylerin sayısını hatırlamıyorum gün içerisinde..Eve gidince bile devam ediyorum. Bunun aşırısı da göz yorgunluğu, bedensel yorgunluk veriyor.. Bundan keyif alıyorum.. Tabii gözlerim ağrıyınca yakınmasını da unutmuyorum:)) Yine de bu beni mutlu ediyor...

Tolstoy ( Anna Karennina harika bir yapıt bence) Nazım Hikmet,Marquez...
Levent 11/01/2005 : 18:22:40

Her şeyin fazlası zarar ama "Aşırılıklar Çağında" yaşıyoruz sanki. Hep fazla, daha fazla demiyor muyuz?

Bu yazıda da "İkna Etme" sanatından ziyade bunu vurgulamaya amaçlamıştım. İşin rengi biraz değişti, aşkı konuşmaya başladık ama olsun.

Aşk deyince aklıma yazar olarak Stendhal geliyor. Peki yaz sizin aklınıza hangi yazarlar geliyor acaba?
siyahbeyazoykuler 11/01/2005 : 18:05:57
Elbetteki hastalıktır... Bu hayatta dengenin varolması gerektiğini savunanlardanım. Her şeyin fazlası zarar demişler. Dozunda olduktan sonra birçok şeyin yararı vardır belki de her şeyin...Kişinin aşırı derecede ben merkezci olması sonucunda, etrafında gelişen olayları görebilmesi, insanları algılayabilmesi zorlaşır vs...Bu böyle olduğu gibi tersi de birçok olumsuzluğu beraberinde getirecektir. Sonuçta dengeye gelmesi kanaatimce önemlidir.

Savunma mekanizmalarında da bu böyle değil midir? Günlük yaşantımızı kolaylaştıran savunma mekanizmalarını hepimiz kullanırız. Ancak abartıldığında yarardan çok zarar vermektedir...
Levent 11/01/2005 : 17:57:32

Yine Yaşar Atan'dan bir alıntı yapıyorum çünkü bu konuları onun kadar güzel anlatamam.

"Güzel Psike’nin yazgısı

Latin tarihçi Apuleius’un anlattığına göre, bir kralla kraliçenin üç kızı vardı. Kızlarından ikisi çok güzeldiler, ama en küçük kızlarının güzelliği dillere destandı. Yeryüzü, yeryüzü olalı böylesine güzel bir kız daha doğmamıştı anasından. Üstelik bu güzelliği, onun o soylu kişiliğiyle de bütünleşmişti. Ne var ki, adı “ruh” anlamına gelen bu alımlı ve çarpıcı Psike (Psykhe)’yi, ülkedeki hiçbir delikanlı; eş olarak isteme yada istetme yürekliliğini gösteremiyordu. Tam tersine, ülkenin bütün erkekleri onu; güzellik tanrıçası Afrodit’ten daha üstün görüyordu. Kısa bir süre sonra da Psike’yi, yaşayan bir tanrıça olarak algılamaya ve artık Afrodit’e değil, ona tapınmaya başladılar! Bunları göre göre sonunda öfkesinden ve kıskançlığından küplere binen (Latinlerin Venüs dediği) tanrıça Afrodit; bu güzel kızcağızı en ağır şekilde cezalandırmaya karar verdi. Tanrıça; oğlu olan tanrı Kupidon’u, güzellik konusunda kendisine fark atan Psike adlı bu ölümlü kızın, yeryüzündeki en çirkin bir yaratığa aşık olup onun uğruna yanıp tutuşması türünden bir cezaya çarptırması misyonuyla görevlendirdi…
Bu arada Psike’nin iki kızkardeşi, komşu ülkelerin krallarıyla başgöz oldular…Böylece koskoca sarayda yalnız kalan Psike; günlerini kara kara düşünmekle, bazen ağlayıp sızlanmakla geçirmeye başladı… Kimseler gelip onu hâlâ eş olarak isteyemiyordu. Bu yüzden de çok üzülen kızın kral babası, Apollon’un tapınağındaki kahinle uzun uzun dertleşti. Sonunda kâhinin söyledikleri, zaten umarsız düşen kralı daha da şaşkına çevirdi. Çünkü kâhin; kızını ***ürüp ülkenin en yüksek kayalık bir tepesine bırakmasını; kızının aradığı olağanüstü nasibini orada beklemesini öneriyordu. Haliyle kral böyle bir eylemi göze alamazdı. Kızcağızın durmadan kendi kendini yiyip elemelerine dayanamayan tanrı Apollon; onu bir gece, kimseler duymadan, sözkonusu o yüksek tepeye ağdırıverdi!.. Bir anda kendini böyle bir tepede bulan mutsuz Psike; hem karanlıktan hem soğuktan tirtir titredi, büzüldü; öylece de uyuyakaldı. Bir süre sonra da sabah yeli; onu okşa****tan, uykusundan uyandırmaksızın usulca cennet gibi bir yere bıraktı. Psike uyandığında; kendini yeşillikler, ışıklar içinde buldu. Az ötede de, annesinin masallarda anlattığı türden bir saray görünce büsbütün şaşırdı…Sarayın çatısı, kapıları altın sarısı ışıklar içindeydi. Belki de birini bulur konuşurum umuduyla saraya girdi. Bir ara tanrısal ve yumuşak bir ses ona, artık bundan böyle sahibi olduğu saraya “hoş geldin” dedi. Akşam olunca da, görünmez eller çeşit çeşit yemekler sundu Psike’ye… Tatlı tatlı melodiler çaldılar. Sonra bu güzeller güzeli kız, yorgunluktan uyuyakaldığı yatağında, bundan böyle kocası olacak bir varlığın kendini sevip okşamasıyla uyandı…
Haliyle Psike’nin evli kızkardeşleri ve kral babası, heryerde onun izini sürüyorlardı. Bir sabah görünmez kocası, Psike’yi uyardı: “Biliyor musun, dedi, seni kızkardeşlerin öldü sanıyorlar ve seni arıyorlar? Bak, şu karşıki tepeyi görüyor musun? Kızkardeşlerin yakında o tepeye gelip senin adını ünleyecekler. Ağlayıp dövünecekler. Sakın boş bulunup onlara yanıt vermeye kalkma! Yoksa bunun sonu; ikimiz için de çok acılı, çok çileli olur!” Psike görünmez kocasına, uyarılarına uyacağı sözünü verdi.
Psike mutluydu sarayında. Ne var ki kızkardeşleri; kocasının dediği gibi, sık sık o tepeye geldiler; onun adını ünleyerekten ağıtlar yakıp yakıp gittiler…Psike bu feryatlara daha fazla dayanamadı ve bir seferliğine de olsa, kardeşleriyle görüşebilmek için kocasına yalvar-yakar oldu. Kocası; güzel karısının bu dileğine, zoraki de olsa evet dedi. Ama görünmez kocası, onların sözlerine kanmaması konusunda sıkı sıkı tembihledi.
Sonunda yüz yüze geldiği kızkardeşleri; Psike’nin olağanüstü ve inanılmaz mutluluğunu ve varsıllığını görünce, dizginlenemeyecek ölçüde büyük bir kıskançlık nöbetine tutuldular!..Aradan aylar geçti. Bir ara Psike, gebe olduğunu anlayınca da, artık mutluluktan ayakları yere değmez oldu! İşte bu sıralarda güzel Psike’nin kızkardeşleri, yeniden geldiler sarayına. Bu sefer kızkardeşleri; büyük bir olasılıkla, her gece yatağına giren kocası sandığı yaratığın; kocaman ağızlı, dişleri zehir yüklü, insan kılığında azman bir yılan olduğunu söylediler Psike’ye. Çünkü başvurdukları kahin, onlara böyle söylemişti! Bu yüzden yapılacak en iyi şey, Psike’nin kocasını uyurken hançerlemesiydi!..Kızkardeşlerinin bu kesin önerisinden dehşete düşen güzel prenses Psike; o gece görünmez kocası uyurken, yanan bir yağ kandiliyle, her gece birlikte yattıkları yatağa doğru ayak parmaklarının ucuna basarak yanaştı. Kandilin soğuk aydınlığında, azman bir yılan göreceğini sanırken, nur gibi aydınlanan kocasının güzel ve soylu yüzüyle karşılaşınca, şaşkımlıktan iliklerine dek ürperdi. Bu güzel adam; kendisini cezalandırmakla yükümlü ama ilk gördüğünde ona vurulan ve bu yüzden yüklendiği buyruğu yerine getiremeyen, tanrıça Afrodit’in oğlu tanrı Kupidon’du!..Elleri ayakları titremeye başlayan Psike’nin kandilinden şipildeyen kızgın bir yağ damlası, tam bu sırada tanrı Kupidon’un yüzüne düştü. Can havliyle uyanan tanrı Kupidon; ihanete uğramanın öfkesi ve acısıyla, bir anda havalanıp yokoldu.
Artık Psike; çok sevdiği tanrı kocasını bulabilmek için, bütün yeryüzünde deli divane dolaşmaya başladı…
Yeryüzünde sevgilisi ve kocası tanrı Kupidon’u bulabilmek için güzel Psike; her yerde deli divane onun izini sürmeye başladı. Çünkü tanrı kocasının sözlerini tutmadığı için onu elinden kaçırmıştı! Bu arada başvurduğu en etkin tanrılar bile, tanrıça Afrodit’in dizginlenemez kininden ve şerrinden ürktükleri için, hiçbiri Psike’ye yardım etme yürekliliğini gösteremedi! Bilindiği gibi Afrodit; oğlu olan yakışıklı tanrı Kupidon’u; güzelliğini kıskandığı ölümlü Psike’yi cezalandırması için görevlendirmişti. Ama öz oğlu olan ve adı “arzu” anlamına gelen bu yaramaz tanrı Kupidon; adı “ruh” anlamına gelen Psike’yi görünce, onun güzelliğine aniden vurulmuş, üstelik düpedüz kocası da olmuştu!. Ona saraylar bağışlamıştı... İşte bu yüzden hem oğlu Kupidon’a, hem de özellikle eş olarak seçtiği Psike’ye kin üstüne kin bağlamıştı... Hıncını alabilmek için tanrıça Afrodit; Psike’yi yakalayıp yanına getirmesi için tanrı Merkür’e ricada bulundu. Tanrı Merkür, tanrıçanın isteğini yerine getirdi. Böylece biri ölümlü diğeri ölümsüz; iki güzel rakip yüz yüze gelmiş oldu. Tanrıça Afrodit; güzelliğiyle bir tanrıçayı bile çileden çıkarabilen ölümlü yaratık Psike’ye ağzına geleni söyledi. Sonra da; “Sen bundan böyle benim kölemsin!” diye kükredi. “Haydi, şimdi işe başlıyoruz!” Tanrıça, kızcağızın önüne bir çuval dolusu; birbirine karışmış susam, buğday, pirinç tanelerini yığdı. Bu tohumları; gün batana dek, ayrı ayrı kümeler halinde birbirinden ayıştıracaktı…Psike bir-iki saat sonra, umutsuzluktan ve yorgunluktan yığılakaldı. Bu sırada kızcağıza acıyan karıncalar, kısa sürede işi bitirip çekip gittiler. Tanelerin küme küme ayrıştığını gören Afrodit, şaşırdı; kuşkulandı. Ona hemen yeni bir iş verdi: “Bak,” dedi kıza, “şu karşıdaki ırmağı görüyorsun ya, onun öte yakasında otlayan çobansız ve saldırgan koyunların altın yünlerinden bir çile kesip bana getireceksin!” O dondurucu ırmağı zarzor geçen Psike; umutsuzluktan canına kıymak üzereyken, serüvenlerini duyup ona acıyan sazlar, bu işi becerebilmesinin sırrını ona açıkladılar. Böylece Psike’nin yünleri kolaylıkla derleyip geldiğini gören Afrodit’in şaşkınlığı, bir kat daha arttı. Bu kızın bunca zor işlerin üstesinden gelebilmesinde, oğlu Kupidon’un yardımları olabileceğiniden kuşkulanmaya başladı. Bu kez ona yeni bir iş daha verdi: “Şu karşı dağın doruğunda kocaman bir kayalık vardır. Oradan buz gibi kaynayan sudan bir şişe dolusu getireceksin!” deyip ağzı iple bağlı bir şişe tutuşturdu eline. Psike dağa ulaştı ulaşmasına, ama onun dimdik kayalık doruğuna ulaşmak olası değildi! O anda ta yükseklerden süzülüp gelen tanrı Zeus’un kartalı; kızın elindeki şişenin ipten sapını kavradığı gibi yeniden havalandı ve dağın kayalık doruğuna ulaştı. Bir süre sonra da dolu şişeyi kızın eline tutuşturdu. Psike, hiç beklemeden doğruca Afrodit’e ulaştırdı dolu şişeyi. Şaşkınlıktan öfkesi daha da şahlanan tanrıça Afrodit; bu kez bu zoraki gelinine, kesinlikle üstesinden gelemeyeceğini düşündüğü yeni bir işle görevlendirdi. Psike’nin eline içi boç bir kutu verdi: “Şimdi doğruca Cehennem’e gideceksin. Oranın tanrıçası Proserpina’ya benden selam söyleyip bu kutunun içine biraz kendi güzelliğinden koymasını rica edeceksin. Tabii sonra da kutuyu bana getireceksin!” Artık Psike, bu dünyayla arasındaki her şeyin bittiğini anladı. Bundan daha fazla bir çile çekmenin bir anlamı kalmadığını düşündü. Kesinlikle, tanrılara meydan okuyan bir güzellikle yaratılmış olmanın kurbanı olduğu yargısına vardı. Bunun gibi karamsar düşüncelerle cebelleşerekten ilk rastladığı bir kulenin tepesine çıktı. Umarsızlığı yüzünden tam kendini boşluğa bırakacakken, koskoca kule dile geldi. Sonuna dek direnmesini öğütledi umutsuz Psike’ye. Sonra da Cehennem’e giriş ve Cehennem tanrıçasıyla nasıl konuşabileceği konularında onu bilgilendirdi. Böylece Psike, tanrıça Proserpina’ya ulaştı. Onun kendi güzelliğiyle doldurduğu kutuyu alıp Cehennem’in çıkışına doğru yönlendi. Yolda; “Neden ben de elimde tuttuğum bu kutudaki tanrısal güzellikten yararlanmayayım?” diye bir düşünce geçti içinden. “Hem tanrı olan sevgilim Kupidon beni o zaman daha çok beğenmez mi?” Ve kutuyu açtı: Kutu bomboştu. Aniden bir uyku çöreklendi Psike’nin içine: Az sonra da Cehennem’in kapıları önünde yığılıp kaldı...
Kupidon da güzel karısını özlemeye başladı. Anası tanrıça Afrodit’e derdini anlatamazdı! Doğruca Olimpos’taki baştanrı Zeus’a çıkıp bütün başından geçenleri anlattı: Anası Afrodit’in zorlamasıyla cezalandırması gereken bir kıza aşık olmuştu. Zeus’tan yardım istedi. Olup bitenleri sonuna dek izlemiş olan baştanrı Zeus; böylesi serüvenlerin zaten yabancısı değildi! Hemen Olimposlu tanrı ve tanrıçaları; düzenleyeceği görkemli bir şölene buyur etti. Psike’yi de yeniden yaşama döndürüp bu şölene getirtti. Haliyle şölende tanrıça Afrodit de vardı.
Baştanrı Zeus; adı arzu anlamına gelen tanrı Kupidon’la ölümlü Psike’yi; birbirini çok seven eşler adına, tanrısal bir nikâhla birleştirdi. Bütün tanrı ve tanrıçalar, Psike’yle Kupidon’u kutladılar; armağanlar sundular. Tanrıça Afrodit de; her şeyi unutup güzel gelininden övgüyle sözetti. Ve güzelliğin yanında, bir kadına her zaman gerekli olan direnç ve gerektiğinde kullanacağı en etkin silah olan isyan gücünü sundu çileli gelinine. Baştanrı Zeus da; mutlu aşık çiftlerin simgesi olarak güzel Psike’yi, ölümsüzlük armağanıyla ödüllendirdi…
Artık ölümsüzleşen Psike’yle tanrı Kupidon’un bir kızları oldu. Ona, “çekici , birleştirici” anlamına gelen Volüpte adını koydular... " Kaynak: www.evrensel.net, Yaşar ATAN

Levent 11/01/2005 : 17:34:54
Narcissus'un öyküsü en çok hoşuma gidenlerden. Tanrılar Narcissus'u kendini aşırı derece de sevmekle cezalandırıyor ve zavallı Narcissus bu kendini sevme hastalığından dolayı ölüyor.

Kendini aşırı derece de sevmek, övmek de bir hastalık değil mi sizce? Narcissus bundan dolayı hiç bir şey düşünemiyor. Yoksa megomanlarda kendi aşırı derece de beğenen insanlar mı? Ne dersiniz?
siyahbeyazoykuler 11/01/2005 : 10:41:00
HYAKINTHOS ADLI GENCİN SÜMBÜL OLUŞU

Kral Amyklos'un Hyakinthos adında çok yakışıklı bir oğlu vardı, Apollon da onun bu güzelliğine hayran olmuştu, kısa sürede genç delikanlı ile Tanrı Apollon çok yakın dost olmuşlardı. Boş zamanlarında Eurotas'ın çiçekli kıyılarında çimenler üzerinde disk atarak birlikte vakit geçirirlerdi. Bir gün gene her zamanki gibi disk atmaya gitmişlerdi. Hyakinthos'a deli gibi aşık olan kelebek kanatlı güzel Zephiros (Batı rüzgarı) onların bu kadar yakın olmalarını çekemiyor adeta kıskançlıktan kuduruyordu. Zephiros gemicilerin en çok sevdiği rüzgar olduğu halde artık görevini yapmıyor, hatta kıkançlığının neden olduğu öfke ile gemileri kayalara bile çarpıyordu. Kıskançlıktan ne yaptığını bilmez bir hale gelmişti. O günde kuvvetli bir esintiyle Apollonun fırlattığı diskin yönünü değiştirdi. Ve disk hızla genç Hyakinthos'un kafasına çarptı. Zavallı delikanlı kafasında kanlar akarak yere yuvarlandı, Apollon bu felaket karşısında deliye dönmüştü. En sevdiği dostunu çok kötü yaralamıştı. Hyakinthos'un yaralarına oğlu Askleipos'un en tesirli ilaçlarından koydurdu ama fayda etmedi zavallı Hyakinthos çok kan kaybetmişti ve oracıkta can verdi. Bunun üzerine Apollon onu her ilk bahar açan sümbül çiçeğine dönüştürdü.

siyahbeyazoykuler 10/01/2005 : 17:47:25
aman efendim ne demek..

Bu başlığı açmasaydınız ben zaten düşünüyordum mitolojiyi buraya taşımaya. Siz benden hızlı çıktınız....Size de teşekkür ediyorum...

sevgiyle
Levent 10/01/2005 : 17:37:54
Sayın Siyahbeyazöyküler bu güzel yazılar için teşekkür ederim. Her ikisini de çok beğendim.
siyahbeyazoykuler 10/01/2005 : 16:06:13
Çok acıklı bir hikaye... Zamnında radyo programında da anlatmıştım..Yok böyle bir şey ya..

ARTEMIS VE BÜYÜK AŞKI ORION




Artemis günün birinde uzun boylu iri yapılı fakat çok yakışıklı bir avcı olan Orion'u görerek ona aşık oldu. Öyleki bir zamanlar kendi kendine aldığı evlenmeme kararını bile unutup bu yakışıklı avcı ile evlenmek istedi. Fakat Apollon kızkardeşinin bu dev cüsseli mahlukla evlenmesini uygun bulmuyordu. Kız kardeşini vaz geçirmek iin çok uğraştı ancak Artemis onu dinlemedi. Kardeşinin Orion'a duyduğu sevginin ne kadar büyük olduğunu görüncede bunu kıskanmaya başladı. Ne söylerse söylesin kardeşi Artemis'I vaz geçiremeyeceğini anlayınca hileye başvurarak Orion'u ortadan kaldırmaya karar verdi.

Birgün Orion denize girmiş yüzüyordu. Kıyıdan okadar uzaklaşmıştı ki, başı kara küçük bir nokta gibi görünüyordu. Apollon kızkardeşini yanına çağırdı, uzaktan görünen kara noktayı ona göstererek "Oraya kadar okunu gönderebilirmisin" dedi. Artemis heyecanla yayını hazırlarken o kara noktanın sevdiği erkeğin kafası olabileceğinin nerden bilecekti ki. Yayını çekti ve ok fırladı. Çok iyi nişancı olan Artemis'in oku tam hedefi vurmuştu ve Artemis bilmeden sevdiği erkeği başından vurmuştu. Bu ölüm onu çok üzdü günlerce bulutların ardına gizlendi gök yüzünde dolaşmaz geceleri yeryüzünü aydınlatmaz oldu. Sonunda bir gün babasının yanına giderek ondan Orion'u bir takım yılz olarak gök yüzüne çıkarmasını istedi. Zeus ta kızının bu arzusunu yerine getirdi.


siyahbeyazoykuler 10/01/2005 : 11:36:40
Merhaba...

Mitolojiyi ben de gerçekten çok severim..Az önce okuyunca ben de bir tane göndereyim dedim..Benim de gerçekten çok sevdiğim bir mit..tir...


EKHO ILE NARKISSOS(NERGIS)

Hera, kocasinin nymphelerden biriyle düsüp kalktigindan kuskulaniyordu. Zeus'un sevgilisinin hangi nymphe oldugunu bilse, elinen geleni yapar, onu cezalandirirdi. Ama bilmiyordu. Ögrenmek için korulara indi bir gün. Koruda güzel Ekho, arkadaslariyla oturmus konusuyordu. Hera'nin geldigini sezen nymphelerin hepsi kaçisti; yalniz Ekho kaldi ortada.

Hera , Zeus'un sevglisi olsa olsa bu peridir. diye düsündü; sonrada dilden dile dolasan haksizligini kullanarak onu cezalandirdi. Ekho, konusamayacakti artik; kendinden önce kim konustuysa onun son kelimesini tekrarlayacakti. Ilk kelimeleri söylemeyeceksin diye buyurdu Hera.
Ekho'ya zor geldi bu. Narkissos'u seviyordu. Hep onun arkasindan gidiyor, pesinde dolasiyor, ama agzinin açip da tek kelime söyleyemiyordu. Bir gün, bir firsat geçti eline. Narkissos, arkadaslarina:"kimse var mi burada?" diye seslendiginde son kelimeyi seviçnle tekrarladi:"Burada, Burada". Agaçlarin arkasinda duruyordu; Nrakissos göremedi onu. "Gel" Ekho'nun düslerine giren kelimeydi bu. "Gel", dedi ve kollarini açarak agaçlarin arasindan çikti. Nympheyi görünce pek sasirdi Narkissos, kaçip gitti.

Yüreginden yaraladigi kizlardan biri, bir gün tanrilara yararak Narkissos'un cezalandirilmasini istedi. Yüce tanrilar, "Baskalarini sevmeyen kendini sevsin," dediler ve kati yürekli dalikanlinin cezalandirilma isini, adi hakli öfke anlamina gelen tanriça Nemesis'e biraktilar

Nemesis'in görevini yerine getirmesi uzun sürmedi. Narkissos susayip da duru bir pinara egilince, suda kendi yüzünü gördü. "Baskalari benim yüzünden ne kadar aci çekmis simdi anliyorum dedi." "Kendime karsi olan sevgimle yaniyorum ben. Suda yansiyan bu güzellige nasil ulasabilirim? O güzelligi birakamam da. Yalniz ölüm kurtarir beni."

Böylece su kiyisinda eriyip gitti Narkissos. Cani, ölüler irmagini geçerken suya egildi, son bir kere bakti yüzüne..

Nympheler, Nrakissos kadar kati yürekli degillerdi. Ölü gövdesini aradilar onun, gömeceklerdi. Bulamadilar. Eridigi yerde güzel yepyeni bir çiçek açmisti. Sevdiklerinin adiyla adlandirdilar onu Narkissos dediler

Ekho'ya gelince...Narkissos, kendinden kacaliberi magaralara çekilmisti, daglarda tek basina yasiyordu. Hala da oralardadir. Kim yüksek sesle bir sey söylese, son kelimeyi tekrarlar

Levent 09/01/2005 : 13:56:13

Mitolojileri severim, Yaşar ATAN'da bu konuda severek okuduğum kişilerden birisi. Mitolojiyi sevdiğim için "Truva" filmini kaçırmadım. Elbette İlyada'yı okumuştum. Ama filmde hoşuma gitti, orjinal metinden ayrılarak bazı değişiklikler yapıldığını hissettim ama olsun yine de filmi beğendim.

Akhilleus yani Aşil "Tanrılar bizi kıskanıyor çünkü ölümlüyüz" diyordu.

Ölüm ve Aşk sanki birbirini tamamlayan sözcüler gibi. Ne dersiniz?
Levent 09/01/2005 : 13:51:49

"Pandora’nın kutusu
Yazan Yaşar Atan
İnsanoğulları; yaradılışlarının ilk çağlarında, her türlü hastalıktan, acılardan hattâ ölümden bile habersiz, öylesine yaşayıp gidiyorlardı...Çünkü Zeus; insanların bu ateşe ulaşmaları halinde, onların bilimlerde ve teknikle ilgili her alanda ilerleyip özgürleşeceklerini, sonra da bütün Tanrılara meydan okuyacaklarını bildiği için, ateşi onlardan esirgiyordu. Haliyle böyle bir durumda kendisinin Olimpos’taki tahtını yitireceğini de çok iyi biliyordu. Ve korktuğu şeyler de başına gelmeye başladı. Tanrıların Olimpos sarayındaki taht kavgası sırasında Zeus’a kafa tutan Tanrı Prometeus; hem Zeus’tan öcünü almak, hem de çok sevdiği insanların ışığa, en iyi yaşam´düzeyine ulaşmaları için, başTanrı Zeus’un köşe bucak sakladığı o ateşi çalıp insanlara ulaştırdı! İşte Zeus; ateşe kavuşmalarıyla birlikte kendine karşı isyan bayrağını çeken bu yaratıkları cezalandırmak üzere bir tuzak kurmaya karar verdi. İlk aşama olarak topal Tanrı Hefaystos’u makamına çağırdı. Aynı zamanda oğlu da olan bu on parmağı hünerli Tanrıya, bir kadın yaratmasını buyurdu. Hefaystos da; hemen suyla toprağı karıştırıp yoğurdu. Karısı olan aşk ve güzellik Tanrıçası Afrodit’i örnek alarak çamurdan bir kadın yapmaya başladı. Bir süre sonra Tanrı Hefaystos; hünerli elleriyle şekillendirdiği bu ilk kadını, Tanrı ve Tanrıçaların toplandığı salona getirdi. Ve bütün Tanrılar onu çok beğendiler ve bu yüzden onu çeşitli armağanlarla donatmaya başladılar. Örneğin Tanrıça Atena ona kendi elinden çıkma giysiler sundu ve kumaş dokumayı öğretti. Kimi Tanrıçalar boynuna kolyeler, başına rengârenk çiçeklerden yapılma taç taktılar. Kimi Tanrılar da; bu yeni yaratığın içine, Tanrılara özgü **********lık, baştan çıkarıcılık, cinsel çekicilik, merak gibi insanların dünyasını dalgalandıracak birtakım ikircikli şeyler koydular! BaşTanrı Zeus’un kendisi de bu ilk kadına dil verip onu dillendirdi ve adının da; “Pandora” olduğunu söyledi. Bu ad, “bütün Tanrıların ortak armaganı” anlamına geliyordu… Sonra da, hiç kapağını açmamasını tembihlediği bir kutu tutuşturdu eline...! Artık içi dışı Tanrıların çeyizleri ve onların yeryüzündeki insanlara layık gördükleri iyi kötü yönlerle donanan bu ilk kadın Pandora; dünyamızda yaşayan Prometeus’un erkek kardeşi Epimeteus’a eş olarak dünyamıza yolcu edildi. Ama bu arada Prometeus; Pandora’nın elindeki kutuyu açmaması konusunda kardeşi Epimeteus’u uyardı. Ne var ki Epimeteus; Tanrıların özene bezene yarattıkları bu çekici Pandora’yı daha ilk gördüğünde vuruldu! Böylece yeryüzünde ilk kadın-erkek evliliğini gerçekleştirmiş oldular...
Bir süre sonra Epimeteus; çok merak ettiği ve Zeus’un karısına armağanı olan kutuyu açtı! Kardeşi Prometeus’un kutuyu açmaması konusundaki uyarısını anımsar anımsamaz da hemen kapağını kapattı… Ama artık çok geçti! Çünkü Zeus’un insanlardan öcünü almak üzere kutunun içine koyduğu, ölüm de dahil bütün fenalıklar, oradan çıkıp yeryüzüne çoktan dağılmıştı! Kocasının bu tedbirsizliğine Pandora çok üzgüldü...Çünkü bundan böyle bütün suç onun üzerine yıkılacaktı. Bir kadın olarak yeryüzündeki bütün kötülüklerin nedeni sayılacak ve bu yüzden binyıllar süresince erkeklerin dünyasında horlanacaktı..Ve gene bu yarım ve yanlış efsane; onun rahatça sömürülüp köleleştirilmesi için eşi bulunmaz bir bahane olacaktı...
Ne var ki efsanenin bilinmeyen kısmını, binyıllar sonra da olsa, bütün insanlık öğrenecekti. Çünkü Pandora da; kocasının hemen açıp kapattığı kutunun içinde başka ne vardı diye çok merak etmişti. Bu yüzden kutuyu açıp baktığında, içinde kala kala yalnızca “umut” kalmıştı. Pandora da bu umudu; ta o zamanlar büyük bir coşkuyla, kadınlar adına bütün dünyaya armağan etmişti… " Kaynak: http://www.evrensel.net/05/01/08/kultur.html#3
Levent 07/01/2005 : 15:41:47
D.H Lawrence idi galiba. Sanırım Lady Chatterley'in Sevgilisi isimli kitabındaydı. Lawrence aşk dokunmaktır diyordu. Romanda hasta bir kocayla yaşamak zorunda kalan Lady Chatterley'nin durumu ele alınıyordu. Lady sonunda bu duruma dayanamayacaktı.
Dokunmak, acı çekmek gerçekleri hissetme de en etkili yöntemlerden biridir. Suratına şiddetli bir yumruk yemiş biri yumruğun gerçek öi değil mi olduğunu düşünemeyebilir? O kadar çok acıyla meşduldur ki, acıdan dolayı o kadar çok kendinden geçmiştir ki ne olduğunu düşünecek durumda değildir.
Kısaca dokunmak insanda hem acı hem zevk bağlamında ele alıyorum, olağanüstü derecede uyarıcıdır, etkileyicidir ve bir o kadar da baştan çıkaracıdır.
Levent 07/01/2005 : 15:30:25
"Kendine aşık kimselerin hiç olmazsa bir üstünlüğü var: Pek fazla rakiple karşılaşmayacaklardır..."

"Aşk, hayalgücünün zekaya karşı zaferidir...."

"Tıpkı kızamık gibi, aşk da hayatta geç gelirse en tehlikeli olanıdır..."

"Fiziki güzelliğe bağlanan sevda, tıpkı fiziki güzellik gibi, çabuk biter..".

"Gerçek aşk hayaletler gibidir; hayaletlerden de herkes söz eder, ama gören çok az kişi vardır..."

"İlk aşkın büyüsü, onu hiç bitmeyecek sanmamızdadır..."

"Bir şeyin gerçekliğinden emin olmanın tek yolu, onun güzelliğini kuşkunun ötesinde sezinleyebilmektir."

"There is to my mind no doubt that the concept of beautiful had its roots in sexual excitation and that its original meaning was sexually stimulating. Sigmund Freud"

"Güzelliği dış görünüşte aramayın; Güzellik, kalbdeki bir ışıktır..."
When I'm working on a problem, I never think about beauty. I think only how to solve the problem. But when I have finished, if the solution is not beautiful, I know it is wrong. -- R. Buckminster Fuller "

Kaynak:http://www.oursworld.net/unlu-sozler/09-sevgi-sevda.htm

yazarm40 06/01/2005 : 23:06:34
materyalizm, aşk ve meşk yoktur der, mantıkcılık ve kuramcılık oynar. Kimimiz oynayabilir,Sonra derin bir muamma başlar. Gözyaşlarımız süzülüverir.Kendimizden başka kimse anlamlandıramaz onu çünkü materyallerde içimizde duygularımızda. AYNAYA YÜZ VERMEYE GELMEZ..
Mahmut..
siyahbeyazoykuler 06/01/2005 : 18:05:49
izledim elbette...yine de ben istemem öyle aşkı da sevgiyi de...

Levent 06/01/2005 : 17:55:28

Matrix filmini izlediysen dokunmak, sevmek vb herşey matrix içinde yaşanabiliyordu.
Levent 06/01/2005 : 17:52:58
SİSTE Hermann HESSE


Ne tuhaf, siste yürümek!
Her çalı, her taş ıssız,
Ağaçlar görmüyor birbirini,
Hepsi de yalnız.

Hayatım aydınlıkken henüz
Dostlarımla doluydu dünya.
Çöktü işte şimdi sis,
Biri yok ortalıkta.

Karanlığı bilmeyen
Bilge değil, olamaz.
İnsanı ayıran her şeyden,
Karanlık: hafif, kaçınılmaz.

Siste yürümek ne tuhaf!
Yalnız olmaktır yaşamak.
Kimse kimseyi tanımaz,
Herkes yalnız.


William SHAKESPEARE

Hepsini al, sevgilim, ne sevgi varsa bende,
Çoktan senin olmayan ve sevgi sağlarsın ki?
Gerçek der misin ona eline geçirsen de
Sevdiklerimin hepsi sende değil mi sanki?
Sevgilimi alırsan gerçek sevgi uğruna
Ses çıkarmam onunla keyif sürdüğün için;
Sevgilime sırt çevirip el uzatırsan ona,
Kendini aldatırsan suçun büyüğü senin.
Tatlı **, yine de bağışlarım suçunu
Sen varımı yoğumu aşırsan bile benden;
Oysa daha acıdır, sevnler bilir bunu,
Güzel sürtük, kötülük iyi görünür sende;
Biz düşman olmayalım canevini söksen de.


BİLİRİM GÜCÜNÜ SÖZCÜKLERİN Vladimir MAYAKOVSKI


Bilirim gücünü sözcüklerin, o çınlayan sözcüklerin ben;
onların değil, o yığınları coşturan, kendinden geçiren,
başka sözcüklerin gücünü, çıkarıp ölüleri topraktan
tabutları meşeden adımlarla ***ürenlerin her zaman.

Gün olur okunmadan, basılmadan atılırlar da sepete,
bir çıktıları mı oradan gemi azıya alırlar elbette,
gümgüm öterler yüzyıllar boyu, tırmanıp gelen trenlerdir
öpüp yalamağa nasır tutmuş ellerini şiirin bir bir.

Bilirim gücünü sözcüklerin. Esip geçmiş de bir rüzgâr
bir halayın topraklarına düşmüş taçyapraklarıdır bunlar.
İnsandır bütün ruhu, dudakları ve bütün iskeletiyle.


siyahbeyazoykuler 06/01/2005 : 17:52:46
Peki ya dokunmak?
peki ya hissetmek?

Yok ben almayayım böyle mekanik sevdaları...metal tadında aşkları...:)
Levent 06/01/2005 : 17:44:05
İsaac Asimov’un yazdığı ilginç bir öyküyü hayal meyal hatırlıyorum. Bilgisayar yardımıyla genç bir kadın kendisine uygun olabilecek bir eş arar. Kendi özelliklerini bilgisayara aktarır ve istediği özellikleri söyler. Sonunda ortaya birisi çıkar. Fakat bu kişi bir bilgisayardır ve genç kadının tüm özelliklerini beğenmiştir. Aralarında konuşurlar, buluşmak için anlaşırlar. Bundan sonrasını hatırlamıyorum.
Bir bilgisayarın genç bir kadının aklını çelmesi dikkatimi çekmişti. Aynı şekilde bilgisayarın aşık olması da alışmış bir şey değildi.
İleride insanlar bilgisayara gerçekten aşık olabilirler mi? Bilgisayarlarda bu aşka karşılık verebilirler mi? Onlara bir takım duygusal özellikler kazandırılabilir mi?
Geleceğin insanı yarı robot yarı makine de olabilir. Yine geleceğin insanı için yaratılan simulasyon dünyası gerçek dünyanın tüm özelliklerini taşıyabilir.
Tüm bunların ne zaman gerçekleşeceğini veya gerçekten gerçekleşip gerçekleşmediğini bilmiyorum. Ama şu var ki böyle bir şey olursa hayat çok şaşırtıcı olacak. Belki aşırı derece de metalaşmışta olabilecek; ama hayal kurmak, düş ve fanteziler ile gerçekler arasındaki çizgiler ayırt edilemeyecek.
Çok çirkin olduğunuz için üzülmeyeceksiniz, elbise dolabından elbise seçer gibi istediğimiz şekle ve kılığa girmek bilgisayarın bir tuşuna basmakla mümkün hale gelecek. Zaman ve mekan sorunu da bu biçimde çözülecek.
Böyle bir şey olursa aşık olmanın anlamı kalır mı? Neden kalmasın?
siyahbeyazoykuler 06/01/2005 : 16:09:35
son gönderdikleriniz gerçekten güzeldi Sayın Levent,

Önceden aşkı daha çok düşünürdüm ve yaşardım.. Hem içimde hem de dışımda... Yaşarken soluk alırdı aşk..Fakat zaman ilerledikçe ve birçok deneyim yaşadıktan sonra ve en önemlisi yaşananları belli bir süzgeçten geçirebilme olgunluğuna eriştiğimde aşkı aralıklarla düşünmeye başladığımın farkına vardım... 15-22 yaş aralığında sanki daha mı yoğun yaşanıyor bu duygular diye düşünmeye başladım sonra... Elbetteki bunun sınırlanabilecek bir yaş sınırlaması yok. Ancak benim için böyle bir durum sözkonusu...

Meğer gülüp geçmişim aşkın yanından:)) Tabii bunun konumuzla bir ilgisi yok.. Yeni Türkü takıldı birden parmaklarımın ucuna yazıverdim....

Önceliklerimi öne aldım bugünlerde.. Aşk bir öncelikken bir zamanlar; şimdilerde sakin sakin duruyor bir köşede...Ona ilgimi gösteriyorum, sıcaklığını esirgemiyorum...

Onu bir şekilde içimde yaşıyorum; dışarısı çok soğuk...

sevgiyle
Levent 05/01/2005 : 12:29:13
JENNY'YE


I

Jenny! Gülerek sorarsın
Neden şarkılarım "Jenny'ye",
Yalnız senin için yüreğim hızla çarparken
Şarkılarım yalnız senin için ağlarken
Yürekleri yalnızca senden esinlenirken
Her hece söylerken yalnız senin adını
Alırken her ses yalnız senden tınılarını
Soluklarım Tanrıça'dan atmazken adımını.
Çünkü sevgili adın öyle tatlı çınlıyor,
Bana neler söylüyor onun uyacıkları,
Dopdolu, çeşit çeşit sesler yankılanıyor,
Uzaklarda titreşen Ruhlara gider sanki,
Altın telli Sitern'in dalgalanan uyumu,
Bilinmeyen, güpgüzel, tılsımlı birşey gibi.



II

İşte! Binlerce cilt doldurabilirim,
"Jenny" yazarak yalnız her satırına,
Gizleniverir yine düşünceler, duygular,
Sonsuz yapı, mutlak İstenç, dizeler arasına,
Taptatlı dizeler ki yumuşacık özlerler,
Bütün ışımaları Esîr pırıltısını,
Kutsal sevinci, korkunç kederin acısını,
Benim olan tüm Yaşam ve Bilginin tadını.
Yukarlardaki yıldızlarda okuyabilirim,
Zefir'den yankılanıp geri gelir o bana,
Kuduran dalgaların uğultusundan gelir.
Evet, nakarat gibi yazabilirim onu,
Görebilsinler diye gelecek yüzyıllara -
AŞK JENNY'DİR, JENNY DE AŞKIN ADI.

1836

Karl MARX
"MATEMATİK BİLGELİĞİ


I
Herşeyi özetleyip indirgedik imlere,
Kesin matematik imlerle artık Uslamlama.
Tanrı bir noktaysa eğer, silindir sayılamaz,
İnsan - üstü otururken, kafa üstü duramaz.

II
a Sevilense eğer ve b de Seven,
Öç tutarım gömleğimin on keresiylen
Ki a ile b toplandığında
Sevişen bir Çift çıkar ortaya.


III
Ölç çizgilerle Dünyanın dört yanını,
Yine de boşaltmazsın onun Canını.
a'yla b'yle kavgalar yatışsaydı eğer,
Ne işe yarardı Mahkemeler.

Karl MARX


Levent 05/01/2005 : 12:26:31
İNSAN ORGANİZMASINDA


"İnsan organizmasında
yüzde doksan su var,
Paganini'de belki
yüzde doksan aşk!

Ayrıca, bir istisna olarak
kalabalık eziyorsa sizi,
insan tutumunda
yüzde doksan iyilik...

Yüzde doksan müzik
külfet olsa bile,
içimdeki çer çöpe rağmen,
yüzde doksan sen.


Andrey VOZNESENSKİ"


"OZA'DAN


XIV

Selam Oza, evde, geceleyin
Ya da uzakta bir yerde, neresi olursa olsun,
havlarken köpekler,yalarken kendi göz yaşlarını
Senin soluğundur duyduğum ses.
Selam Oza!

Nasıl bilebilirdim, sinik ve gülünç
Bir kişi gibi, ürkerek giren bir göle,
Gerçekte korku olduğunu aşkın, söyle?
Selam Oza!

Ne korkunç, bir başına düşünmek şimdi seni?
Daha da korkunç,bir başına değilsen oysa:
Şeytan öylesine doyumsuz bir güzellik vermiş ki sana.
Selam Oza!


Ey - insanlar, lokomotifler, mikroplar
Gerin kanatlarınızı elinizden geldiğince ona.
Harcatmam onun, dokundurtmam kılına.
Selam Oza!

Yaşam bir bitki değilse aslında,
Neden dilimliyor, parçalıyor insanlar onu
Selam Oza!
Ne acı bu denli geç rastlamak sana
Ve böylesine erken ayrı kalmak sonunda.

Karşıtlar getiriliyor bir araya
Bırak çekeyim kahrını ve acını kendime
Çünkü acılı kutbuyum mıknatısın ben,
Sense sevinçli. Dilerim sonuna dek kalırsın öyle.

Dilerim hiç bilmezsin ne denli hüzünlüyüm.
İnan, kendimle üzmeyeceğim seni.
İnan, ders olamayacak sana ölümüm.
İnan, yük olmayacağım sana yaşamımla.

Selam Oza, dilerim ışıl ışıl kalırsın hep
Bir sokak fenerinden sızan bir ışık gibi.
Suçlayamam bırakıp gittiğin için beni.
Şükür ki girdin yaşamıma.


Selam Oza!


Andrey VOZNESENSKİ"






1.03 saniye.
04:57:48, 2 Mayıs 2024, Perşembe

Buradaki yazılar, yazarlarının ve Koniks.com®'un izni olmaksızın hiçbir yazılı, görsel yada sesli yayın organında yayınlanamaz. Eğitim amacı dışında, herhangi bir şekilde çoğaltılması yasaktır. Eğitim amaçlı çoğaltıldığı durumlarda, yazarla ilgili bilgilerin ve URL'nin belirtilmesi zorunludur.

Bu web sitesi bilgilendirme amacıyla iyi niyetle, amatör bir ruhla hazırlanmıştır ve yer alan her türlü bilgi genel nitelikte olup, doğruluğu, eksiksiz olması, güvenilirliği, yeterliliği ve güncelliği hiçbir surette sitemiz tarafından garanti ve taahhüt edilmemektedir. Yer alan görüş ve yorumlar tamamen Koniks.com üyelerinin kişisel görüşlerini yansıtmaktadır. Sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak iş kurma/yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir ve söz konusu bilgilere dayanılarak alınacak kararların neticesinde oluşabilecek yanlışlık veya zararlardan Koniks.com sorumlu tutulamaz.

© 2000-2024 Koniks.com İletişim   ||   Kullanım Şartları   |   Kurallar   |   Sitenin Kullanımı   |   Gizlilik   |   Yardım